Gündem AnalizSon Yazılar

“AK”SİYONİST BİR DİŞİ…

Evrim süreçlerini henüz tamamlayamadıkları için her üç beş senede bir farklı bir şekil ve görüntü ile karşımıza çıkıp daha önce savunduklarını inkar eden ve yeni savunduklarını daha sonra inkar etmek üzere oldukça ateşli bir şekilde savunan, kıbleleri menfaat ve güç olduğu için her devirde o devrin iktidarına secde etmeyi imanlarının ilk şartı olarak belirleyen, sadece sahiplerinin çanaklarından arta kalanları yalamayla ayakta kalabilen, sahipleri sahip olacak kudrete sahip olduğu sürece sadakati bir değer olarak kabullenen, mümkünse saray efradının etrafında kuyruk sallayarak o civarda bir kulübeyi elde etmeye çalışan, menfaatlerine iman ettikleri için imanlarını hırlayarak, dişlerini göstererek savunan ama tehlike gerçekten yaklaştığında bacaklarının arasına sıkıştıracakları kuyruklarını da hep bünyelerinde barındıran ve bu şekildeki bütün “ak”siyonlarda en öndeki saflarda bulunanlardan biri, bir dişi “ak”siyonist, geçenlerde öyle bir kelam etti ki mazlum halkın kimlerle muhatap olduğu, kimlerin neyi nasıl planladığı bir kez daha gün yüzüne çıkmış oldu.

Bu dişi “ak”siyonist, alenen kendi ailesinin (ki bu ailenin bu topraklarla bir ilgisi olduğunu zannetmiyoruz) elli kişiyi ortadan kaldıracağını ve hatta kendisinin 3-4 komşusunu hedefe koyduğunu beyan edebilmiş ve bunu, kendi gibi bir başka dişinin sunduğu bir programda milyonların önünde hiç çekinmeden söyleyebilmiştir. Ama biz biliyoruz ki bu cesaretin ve “ak”siyonist tavrın sebebi ruhundaki şecaat değil, kendince mutlak zannettiği dünyevi bir gücü arkasında hissetmektir. Çünkü bunlar izzeti ve şerefi Allah’ın c.c. yanında aramadıkları için, dünyada buldukları geçici gücü baki sanıp ona secde eden tiplerdir ve bu yüzden yukarıda bahsettiğimiz gibi her devirde başka bir kıbleye, başka bir güce secde etmek bunların en temel özelliğidir. Zaten bu “ak”siyonist dişi de daha önce, bahsi geçen programda eleştirdiği ve hatta öldüreceğini beyan ettiklerinin safında bulunup, o safta nemalanmaya çalışmış, hatta ondan daha öncesinde de bugün savunduklarının tabanını bu memleketten kovmaya çalışmıştır. Yani anlayacağınız yaşadığı evrim sürecinde henüz omurgası gelişememiştir.

Bu yüzden böylelerinin hiçbir değere değer verdikleri de yoktur. Bunlar vatan, millet ve Sakarya edebiyatını ancak o vatan ve milletin sermayesini ele geçirebilmek için veya ele geçirdiklerini ellerinde tutabilmek için yaparlar. Namaz kılarlarsa Allah c.c. için değil, bizimle karşılaştıklarında “biz de sizin gibi iman ettik” diyebilmek için kılarlar. Zekat nacak daha fazlasını elde  edebilmek için gündemlerine gelir ve kaz gelecek yere gönderilecek tavuk hükmündedir bunlar için. Eğer mağdur edebiyatı yapmaya başlarlarsa bilin ki yeni bir zulmün alt yapısını hazırlamaktadırlar. “Bin defa zulme uğrasan da bir defa zulmetme” ilkesi bunların kitabında yazmaz. Zaten bunların kitabıyla mazlumların kitabı birbirini tutmaz, birbirini yalanlar her devirde. Zulmetmek için zulme uğramak bile gerekmez bunlar için. Yani bir sebebe ihtiyaçları yoktur. Sadece kendilerinden başka herkesin kendilerinin emrinde oldukları sürece yaşamaları gerektiğine dair bir hissiyata sahiptirler ki bütün “ak”siyonlarının temel mantığı da budur. Bu mantığın kimlere ait olduğunu beyan etmeye bile gerek yoktur zaten.

Bunlar Osmanlıyı eğer seviyorlarsa bunun yegane sebebi Endülüs de koca bir İslam medeniyeti yok edilirken kılını kıpırdatmayan o dönemin saray eşrafının, yine aynı coğrafyada saldırıya uğrayan bunların atalarını gemilerle Selanik başta olmak üzere memleketin türlü bölgelerine hem de türlü imkanlar sunarak getirmelerinden dolayıdır. Yani o sevgileri de çıkara dayalıdır ve ayrıca bugün ki şatafatlarını, israflarını, gasp ve zulümlerini “bakın atalarımızda böyle yapmışlar” şuursuzluğuyla gizleme çabalarındandır. Kendi kitaplarında atalarına(!) çokça değer vermelerinin sebebi budur ama bizim kitap onlara “ya atalarınız hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeye akıl erdiremeyen kimseler idiyse” diye soru yöneltmektedir. Ama bu soru ve bu sorunun sorulduğu kitap “kiminin imanını kiminin küfrünü arttırmaktadır” ve bu yüzden bunlara göre güncellenmesi gerekmektedir.

Bu dişi ve benzerlerinin yaşantılarındaki garabet de hep bu yüzdendir. İstedikleri güncellenmenin somut örneği olarak arz-ı endam etmektedirler ki yeni nesiller bunlara bakıp, bunlara özenip  “kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar” etsinler ve hakikatle bağları kalmasın. Böylece, omurga, yani şahsiyet, yani izzet, iman, ihlas, edep, ahlak, takva bu yeni neslin ruhundan, zihninden sökülüp atılabilsin. Aslında bütün bunlar, bu dişi “ak”siyonistin ve benzerlerinin inandıkları ile mazlumların iman ettikleri arasındaki çatışmada doğal olan çabalardır. Yani bunların bu halleri ile mazlumları savunmalarını ve haktan bahsetmelerini beklemek abesle iştigal etmek olacaktır. Hakeza bunlardan edep, ahlak, takva beklemek de lüzumsuzdur çünkü böyle meziyetlerle bunların işi yoktur.

O halde bütün bu tehditlere karşı ne yapılmalıdır? Burada, daha önce başka bir yazımızda bahsettiğimiz Mevlana r.a. hazretlerinin bir hikayesini tekrar hatırlatmak isteriz. O hikaye de Mevlana buyuruyor ki ; “Rey şehrinde bir mescit vardı. Geceleyin o mescitte yatan kişi sabaha sağ çıkmaz, korkusundan ölürdü. Pek çok insan bu şekilde canından olmuştu. Bazıları orada periler var, gece ortaya çıkıp orada kalanları öldürüyor diyor, bazıları da orası tılsımlı bir yerdir, gece orada kalan ölür diyordu. Bir kısmı; kapısına: “Ey konuk, burada kalma. Canına kastın yoksa geceyi burada geçirme.Yoksa ölüm sana pusu kurar” diye yazalım diyorlar; bazıları da: “Geceleri kapısını kilitleyelim de bilmeyen biri girip kalmasın!” diyordu. Bir gün korkusuz bir yiğit gelir. Mescidin şöhretini duymuştur. Tecrübe etmek ister. İnsanlar: “Sakın burada geceleme. Burada kim yattıysa, sabaha çıkamadı.” derlerse de, genç: “Ben hayata doydum. Artık hiçbir şeye aldırış etmiyorum. Gerçekten söylenenler doğru mu kendim görmek istiyorum.” der. İnsanlar: “Babayiğitlik taslama, bu sevdadan vazgeç, canına kıyma.” derse de; genç: “Ben öyle ufak tefek şeylerden korkup kaçmam.” der ve mescitte uyur. Gece yarısı korkunç bir ses duyar: “Geleyim mi, geleyim mi? ” diye. Bu müthiş sesle uyanır ama yerinden kıpırdamaz. Korkunç ses beş kere tekrarlanır. Bunun üzerine yerinden fırlayıp, “Hadi, ersen (erkeksen, yiğitsen) gel!” diye bağırır. Onun bağırmasıyla tılsım bozulur, mescidin her yerinden şakır şakır altınlar dökülmeye başlar. Genç, sabaha kadar altınları çuval çuval doldurup dışarıya taşır, gizli bir yere gömer. Sonuçta cesur genç, geriye çekilip korkmadığı için ömrü boyunca kendisini refaha kavuşturacak bir hazineye sahip olur.”

Mescidleri, mescid-i dırar yapmaya çalışıp oralardan mazlumların gönlüne korku salan bu dişi ve benzeri  “ak”siyonistlere verilecek en güzel cevap Mevlana r.a. hazretlerinin bu hikayesindeki gencin verdiği cevapla aynıdır aslında ki o da “yiğitsen gel” cevabıdır. Bütün varlıkları yağmalanan, ruhlarına ve zihinlerine en onulmadık yaralar açılan, hayatlarından başka kaybedecek hiçbir şeyleri kalmayan ve o hayatlarını da adına yaşam denemeyecek bir şekilde yaşamaya mahrum bırakılan mazlumların, kendilerine korku ile, ceberrutluk ile hükmetmeye çalışanlara “biz buradayız, gelecekseniz gelin” demeleri, tıpkı hikayedeki gibi tılsımı bozacak ve bu mazlumlar kaybettikleri bütün haklara yeniden kavuşacaklardır.

Bu yüzden hainlerin korkak olduklarını bilenler için kendilerine tehditler savuran dişi veya erkek mahlukatlardan çekinmek söz konusu dahi olmayacaktır ki bu “ak”siyonistlerin yaptıklarından Allah c.c. haberdardır ve sadece “bunların hesabını gözlerin yerinden fırlayacağı bir güne ertelemektedir.” Emin olun ki o gün “mazlumun intikamı zalimin zulmünden şiddetli olacaktır.” Sabırlı olun, sakin olun, Allah’a c.c. tevekkül edin. Elbette “zalimler nasıl bir inkılapla devrileceklerini yakında göreceklerdir”(Şuara 227) ve “her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır”(En’am 67).

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı