YOLA GELMEYENLER VE YOLDAN DÖNENLER (2)

Devam niteliğinde olan bu yazımızın bir önceki bölümünde İmam Hamaney’in Kevser Yayınları’ndan çıkan “İki yüz elli yaşında insan” isimli kitabından alıntılar yapmış ve İmam’ın, İmamların a.s. bütün hayatları boyunca sürekli olarak siyasi mücadele verdiklerini beyan ettiğini belirtmiştik. İmamların a.s. hayatlarını bir insanın hayatının değişik evrelerine benzeterek tek bir insanın 250 yıllık yaşamı biçiminde ele alan İmam Hamaney, böylece Ehl-i Beyt’in a.s. aslında farklı isimlerle de olsa aynı hakikati temsil ettiğini ve bu hakikatin İslami bir hükümet kurma çabasından ibaret olduğunu belirterek, günümüzde ümmetin hiçbir sorununa el atmayan ve siyasi mücadeleyi yok sayıp sadece ümmetin arasına tefrika sokacak mevzularla ilgilenenlerin bu çabalarının da yanlışlığını ve batıllığını ortaya koymuştur. Zira Allah’ın (c.c.) kanunlarıyla hükmedilmeyen bir toplumda, bu kanunları hakim kılmak için çabalamayan hiç kimse gerçek anlamda özgür olamaz ve bu tipler Allah’ın (c.c.) indirdiklerinden başkasıyla hükmedenleri hakim ve önder kabul ettikleri için anlattıkları veya anlatacakları hiçbirşey bizleri Allah’ın (c.c.) rızasına yaklaştıramaz. Çünkü bunlar izzeti Allah’ın (c.c.) yanında değil tağutun yanında arayanlardır ve ilimleri onları sarayın kölesi kılmıştır. Var olan ilimleri sayesinde saraydan nemalandıkları için, konumlarını korumak adına saraya ve zulümlerine ses çıkaramayacaklardır.
İlk yazımızda işte İmam’ın bu hakikati ortaya koymak için değindiği İmam Zeynal Abidin’in (a.s.) eski talebesi olan Muhammed b. Şahab Zuhri’ye yazdığı mektubun bir kısmını alıntılamış ve bu mektup üzerinden günümüzde sarayla ilişki kurmayı meşrulaştıranların tavırlarını sorgulamıştık. Bu yazımızda da o mektubun kalan kısmını ele alıp bu tiplerin tavılarını sorgulamaya devam edeceğiz. İmam Seccad (a.s.), bahsi geçen kişiye yazdığı mektupta buyuruyor ki “bir kişiyle yaklaştın ki, hiçbir hakkı sahibine geri vermemiştir ve o seni kendisine yaklaştırdığında hiçbir batılı bertaraf etmedin.” İmam Hamaney bu kısmı; “yani ‘ben ona hakkı yerine getirmek ve batılı yok etmek için yakınlaştım’ gibi bir bahane de getiremezsin! Sen onunla yakın olduğun süre içerisinde, onun düzeni batılla dolu olduğu halde, hiçbir batılı yok etmedin” şeklinde açıklıyor.
Hakikaten de durum tam da böyledir. Zalimler, kendilerine sırnaşan bel’amları sadece düzenlerinin bekasını sağlamak için beslerler ve asla onların sistemlerine hak yönünde herhangi bir müdahalesine izin vermezler. Ki zaten bu tür bel’amların da böyle bir niyeti yoktur. Zaten İmam Seccad (a.s.) da bu sözleri ile saray mollası haline gelmiş olanların olası bahanelerini de ortadan kaldırmış ve sapkınlıklarının herhangi bir hayırla ilişkilendirilemeyeceğini ortaya koymuştur. Ayrıca bu sözler başkalarıyla kuracağımız ilişkilerin de kriterlerini belirlemekte ve hakkı vermek ve ya batılı yok etmek temelinde ilişki kurmanın zorunluluğuna da atıfta bulunmaktadır. Burada hemen şunu da belirtelim ki “İnkılaba dil uzatanlar ve kalbinde maraz olanlar” başlıklı yazımızın altında yer alan tartışmalara bakılırsa, sarayla ilişki kuranların gerçekten de İmam’ın (a.s.) bahsettiği bahanelere sığındığı görülecektir.
Mektubun geri kalanı daha serttir. İmam Seccad (a.s.) Muhammed b. Şahab’a hitaben buyuruyor ki ” Allah’ın düşmanı olan kimseyi sen kendine dost edindin. Onların seni kendilerine yaklaştırdıklarında, senden onların zulüm çarklarının etrafında döndüğü bir eksen meydana getirdiklerini anlamadın mı? Üzerinden kendi batıl işlerine doğru geçiş yaptıkları bir köprü kurdular ve sapkınlıklarında yukarı çıkmak için kullandıkları bir merdiven yaptılar. Sen onların sapkınlıklarına doğru davet edici oldun, onların yolunun takipçisi oldun. Onlar senin vesilenle ulemada şüphe icad ettiler ve senin vesilenle cahil kalpleri kendilerine doğru cezp ettiler.” İmam (a.s.) demek istiyor ki senin onlarla kurduğun ilişkiler hem alimlerin zihnine şüphe koydu ve alimler, zalimlerle ilişki kurulabileceğine dair vehme kapıldılar, hem de cahiller seni onların yanında ve sofralarında gördüklerinde zalimlere doğru yöneldiler ve onlara cezb oldular. Böylece senin sayende batılı hak ile örtmüş oldular ve batıl hak maskesi giyerek rahatça hareket etme şansı buldu.
Bizim de yaşadığımız coğrafyada saray ile ilişki kurmayı meşrulaştıran ve zulmün sistemleşmiş haline ses çıkarmayıp onu onaylayan ilim sahiplerine anlatmak istediğimiz hakikat tam da budur işte. Sizlerin tavırları sarayı ayakta tutmakta, sarayın varlığını normalleştirmekte ve yüreklere işleyecek köleliğin temelini atmaktadır. Sizlerin suskunluğu ve kabullenmişliği, size sahip olduğunuzu iddia ettiğiniz ilimden dolayı saygı gösterenlerin, zulme sessiz kalmalarına neden olmakta, Peygamberlerin (a.s.), Ehl-i Beytin (a.s.) ve ilmin namusunu koruyan gerçek alimlerin hayatlarından ve mücadelelerinden haberdar olmayanların, var olan zulmü onaylamasını sağlamaktadır. Cehalet ile zihinleri sulanmış olanların ürettikleri fikirler bu yüzden hep tefrika ve zillet üzerine olmakta, bu yüzden asla dost ve düşman tanınamamaktadır. Değer verdiği şahsı, zalimin sofrasında görenin kalbi bir anda o zalime ısınmakta ve zalimin kan ve gözyaşı üzerine kurduğu saray külliyeye dönüşmektedir. Bu çok ağır bir vebaldir. Bu vebal en geç 25 yıl içinde Allah’ın (c.c.) izniyle yakanıza yapışacaktır.
Ve İmam (a.s.) mektubunun son kısmında “en yakın vezirleri, güçlü yaranları, senin kadar onların fesatlarını halkın gözünde güzel göstermek için onlara yardımcı olamadılar” buyurarak bize göre en çarpıcı sözlerini söylemiştir. Sen, yani sarayın konuğu olan, sarayın varlığını kabul eden ve Allah (c.c.) rızası için değil, sarayın rızasını kazanmak için ilmini, makamını ve şanını kullanan bel’am, en çirkin amellerin sahiplerinin yüzlerini örttüğü allı pullu peçe oldun. Bütün varlığınla gözlerin ve izanların önüne set oldun görünmesin diye zulüm. Sen, sırça köşklerde yazılan ve halka sunulan tatlı bir masal oldun ki “Allah’ın (c.c.) arılardan askerleri vardır” diyen misali zehirledin idrakleri. Sen, sattığın dinin ile din düşmanlarını ayakta tuttun. Sen, sıktığın el ile yüreklere hançer vurdun. Sen, açların hakkını alıp toklara sundun, mazlumun umudunu zulmün çölüne savurdun. Elbet gün gelecek devran dönecek ve zalim, uşakları ile birlikte yere gömülecek.
Bu noktada bütün umutları zalimlerin saray sofralarına bağlayıp İslami bir hükümet kurma hedefinden fersah fersah uzaklaşmış olan ve bu hastalığı kendi takipçilerine de yayanlara İmam Bakır’ın (a.s.) diliyle sesleniyoruz “Nereye gidiyorsunuz ey insanlar! Kendiniz için nasıl bir son istiyorsunuz? Bizim vesilemizle Allah c.c. sizin atalarınızı hidayet etti. Bizim vesilemizle işlerinizi sonlandıracak. Eğer bugün sizin için erken gelmiş bir devlet varsa, bizim için de gelecekte devlet vardır. Ve bizden sonra hiç kimseye devlet yoktur. Akıbet ehli bizleriz ki Allah c.c. buyurdu: Akıbet takva sahiplerine aittir.”
36 yıl önce İmam Bakır’ın (a.s.) müjdelediği devletimiz kuruldu ve bu devletten sonra başkasına bir devlet olmayacaktır. Bu devletin başında olanlar vesilesiyle işlerimiz sonlandırılacaktır. Saray kapılarında açtığımız eller değil, Cameran’da yumruklaştırdığımız eller sıkacaktır zalimin boğazını ve okşayacaktır mazlumun başını. İzzet te şeref te kerpiç evlerdeki yırtık terliklilerin yanındadır ve bizler onların vesilesiyle kavuşacağız zafere. O halde nereye gidiyorsunuz? Hangi duble yollardan geçiyorsunuz dünyanızı daha hızlı kazanabilmek için? Hangi yöne döndü nefsiniz kıble olarak ve diliniz neden zalime şiddetli, mazluma şefkatli olmadı? Nereye gidiyorsunuz bütün yönlerin tek yöne yöneleceği gün yaklaşırken? Asırların susuzluğunu gideren müjdeyi hakkın sakisinden almışken, bu çöllere olan aşkınız neden? Hayatı bahşedenden başka o hayatı sizden alabilecek kimse yokken başkalarından bu korkunuz neden?
Siz gidin gidebildiğiniz kadar uzağa. Biz koşacağız İmama ve onun muştusuna. Az kaldı. Hakikaten az kaldı. Bazı yüzlerin ağarmasına, bazı yüzlerin kararmasına…
siyasetmektebi.com