YEZİD l.a. MUAVİYE’NİN l.a. OĞLUDUR…

Sebepler dünyasında yaşamaktayız. Her hayrın veya her şerrin oluşması sürecinde etkili olmaktadır eylemlerimiz veya eylemsizliklerimiz. Sözlerimiz ya diriltmektedir hakkı ya da can vermektedir batıla suskunluğumuz. Ya gördüklerimizden dolayı aydınlanmaktadır gündüz ya da görmediklerimizden dolayı sağlamlaşmaktadır saltanatı gecenin. Bu yüzden “üç maymunu” oynayanlar zevk-ü sefa sürerken bu alemde, “insan” olmaya çalışanlar beş duyularıyla acı çekmektedirler sürekli olarak. Çünkü bakmayı, görmeyi, konuşmayı ve kıyam etmeyi bilenlerin yükü ağırdır hakkı sırtlandıkları için. Çünkü batıl “suyun üzerindeki köpük gibi” geçicidir ve “zail olmaya mahkumdur” her zaman. Ve çünkü batıl “hafiftir” ve “zayıf” olanları hedef alır, zayıf olanlar batıldan haz alır.
Suskunluk ve zillet işte tam da bu yüzden batıla boyun eğenlerin nişaneleridir. Yaşamaya o kadar çok değer verirler ki öldürürler insanlıklarını ve dikilirler “insan”ların karşısına. “Dertsiz”(!) başlarına dert almamak için aslında onların farkında olmadıkları dertleriyle dertlenenlere düşman oluverirler ve derde derman değil, dermana dert ararlar her nefes alış verişlerinde. Böylece hazırlarlar yeni ve daha büyük dertlerin, sıkıntıların varoluş sebeplerini. Habasetin nehrinde günde beş defa abdest(!) alıp kıldıkları namazlar ile saldırırlar kıyama, tekbire, rükuya ve secdeye. “Pire derisinden mamül seccadeler” üzerinde huşu ile lebbeyk derken şeytanlarına, “insan” derisinin yüzülmesine destek olurlar ve şeytan, “insan”dan intikamını bunlar vasıtasıyla almış olur.
Görmezden geldikleri her şer gözlerini ve idraklerini daha fazla oyar ve daha fazla körleşir kalpleri hakikat karşısında. Dostu düşmanı tanımaz hale gelirler zaten ama daha kötüsü kendilerine saplanan hançerin acısını da hissedemez bunlar. Köleliğin bile belki vardır izzeti ama dönekliğin izzeti olmadığını öğretirler aleme. Yüzlerini haktan döndürenlerin emriyle saldırırlar hakka ve batılın şamarlarından nasiplenmek mutlu eder bunları. Şahsiyet, şeytandan kaçar gibi kaçar bunlardan, çıkar on binlerin zindanından ve izzetle birlikte düşer çöllere, girer 72’nin kapısından.
Her Aşura’da hak ile batılın savaşı anlatılırken akla gelir ahde vefa edenler ile ahdinden dönenlerin halleri ya işte yukarıda bahsettiklerimizin tümü sizin de bildiğiniz gibi dönenlerin tasviridir. Elbette ki bu dönüş bir süreç gerektirir ve bu sonucun bir çok sebebi vardır. Kimse bir anda insanlıktan vahşiliğe evrilmemiş veya kimse bir anda kaybetmemiştir özünü ve fıtratını. Tıpkı bugün gibi kimsenin bir anda dili Hüseyin’den a.s. yana olduğu halde kılıcı O’na a.s. karşı olmamıştır. Tüm bunları hazırlayan şartlar nelerdir bunun iyi irdelenmesi gerekir.
Biz, İmam Hüseyin’in a.s sözlerinden yaşananların tefsiri okumaktayız. Bir çok sebep gün yüzüne çıkmaktadır o kutlu sözler incelendiğinde ama bize göre en mühimi özet olarak şudur: “Yezid l.a., Muaviye’nin l.a. oğludur.” Evet, bütün o yaşanan sürecin temelinde yatan ana sebeplerden biri hatta belki de en önemlilerinden biri budur. Yezid l.a. gibi birine müptela olup da suskun kalmış olmak için Muaviye l.a. gibi birini kabullenmiş olmak gerekir. Zaten İmam a.s. da bu hakikati dile getirmiş ve “Ben Ceddim Resulullah’ın s.a.a. şöyle buyurduğunu duydum: “Bir gün minberim üzerinde Muaviye’yi görecek olursanız onun karnını yarın.” Ama Medine halkı, onu Peygamber’in s.a.a. minberi üzerinde gördükleri halde öldürmediler. Şimdi Allah-u Teala c.c. onları (Muaviye’den daha kötü olan) fasık Yezid’e müptela etti” buyurmuştur.
İmam a.s. bu sözleriyle bize öyle bir ders vermektedir ki en az Kerbela’da dökülen o pak kanının yarattığı devrim kadar büyük bir devrim kalplerimizde oluşmalı, kendimizi ve duruşumuzu sorgulamalıyız. Muaviye l.a. kimdir ve Muaviye’lere karşı suskunluk neden Yezidler’e düçar olmayı gerektirmektedir iyi anlamalıyız. Bugün matem meclisleriyle andığımız, yad ettiğimiz Kerbela ve Aşura faciası, İmam’ın a.s. deyişiyle ümmetin Muaviye’ye l.a. karşı suskunluğundan dolayı vücud bulduysa bundan sonra aynı acıların yaşanmaması ne yapmalıyız? Ümmet sırtına binmiş Muaviye’lerden kurtulmadıkça Yezid’lere karşı kıyam ruhu canlanabilir mi bunu tartışmalıyız.
Unutulmamalıdır ki tarih ibret almak için kullanıldığında tekerrür etme (en azından olumsuz sonuçları noktasında) yetisini kaybeder. Bugün yeryüzünün her noktasında sine vuran bizlerin elleri çağın Muaviye’lerine kalkmıyorsa, o Muaviye’ler birçok mızrak ve birçok Kur’anı bir araya getirebiliyorsa, hatta karşılarında buldukları suskunluğu tabiri caizse dibine kadar kullanıp Yezidleşebiliyorlarsa, şu cihanın her yanını Kerbela’ya çevirip bu ümmetin ve insanlığın her anını Aşura’ya dönüştürüyorlarsa, saraylarda şatafat içinde yaşarken mazlumların açlığını görmezden geliyorlarsa, ümmeti birbirine kırdırıp Allah’ın c.c. ve ümmetin düşmanlarına yem edebiliyorlarsa, Hüseyni İnkılaba ve zamanın İmamına savaş açanlarla dostluklarını bizim varlığımıza rağmen ilan edebiliyorlarsa bilin ki henüz Hüseyn’nin a.s. kıyamını ve o kıyamın sebeplerini idrak edebilmiş değilizdir.
Ayrıca bilin ki Yezid l.a., var olabilmek için Muaviye’ye l.a. ve Muaviye’nin “sistemleşmiş” varlığına ihtiyaç duyar. Yezid’e düşman(!) olduğunu iddia edip onu var eden sistemlere minnet duymak Kerbela’ya niyetlenirken Muaviye’nin “saray”ına yönelmek anlamına gelir. Bu yüzden küfür de şirk de ve her türlü batıl da kökünden itibaren red edilmeli, ortadan kaldırılmalı ve “şeytanın dostlarıyla” “fitne kalkıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar” savaşılmalıdır. Aksi halde tümörün vücudtaki varlığı devam edecek ve o tümör bütün bedeni saracaktır.
Bu savaşı verirken kemiyetin manası yoktur. Zira bu savaşa niyetlenenlerin keyfiyeti yeryüzünün tümünün kemiyetini ihâta edecek ve diriltecek kadar çok, derin ve anlamlıdır. Nitekim İmam Hüseyin a.s. “Bu geniş dünyada sığınılacak hiçbir yer olmasa bile yine de Yezid’e biat etmeyeceğim” diyerek çıktığı yolda yalnızca Allah’a c.c. dayandığını ilan etmiş, İmam Hüseyin’in 72 yaranıyla Kerbela çölüne tohumunu ektiği keyfiyet, İmam Humeyni r.a. ile meyvesini vermiş ve merhum İmam r.a., Ceddi a.s. gibi kıyam ederken “Deniz ortasında yalnız başıma bir gemide bile kalsam mücadeleme devam edeceğim” diyerek, çağın Yezidlerinin varlığını kabullenmeyeceğini ilan etmiştir.
Öyleyse matemlerimizin mana kazanması ve her anımızın aşura olabilmesi için hem geçmişin hem de bugünün Muaviye’lerini ve Yezidlerini tanımak, onlara karşı duruşumuzu netleştirmek, onları ve hükümranlıklarını red etmek, yalnız kalma pahasına dahi olsa onlardan beri olduğumuz ilan etmek zorundayız. Yoksa dilimizde tuttuğumuz yas, kalbimize işlemeyeceği için Yezid’in sarayı sarsılmayacak, aksine o sarayda Yezid ile birlikte sine vurmaya başlayacağız. Kerbela bütün alemi kuşatıp, Aşura bütün zamanlara hükmettiği için bugünün İmam’ına itaatteki sabrımız, tavrımız ve tutumumuz da bizim Yezidi veya Hüseyni olup olmadığımızın işareti olacaktır. “Ölen İmama itaat” kolay olduğu için dilimizden düşmezken mersiyeler, yaşayan İmam’a itaati yüklenmekten kaçınmak, kılıcımızla zülfikarın karşısına çıkmakla aynı olacaktır.
Yazımızın başından beri anlatmak istediğimiz şey Yezid’e lanet okurken onu başımıza musallat eden Muaviye’yi unutmamamız gerektiğidir. Ne yazık ki ümmet bugün en çok bunun eksikliğini hissetmekte ve yine yazımızda belirttiğimiz gibi hem Muaviye’ye hem de Yezidleşen Muaviye’lere dost olmaktan, onları benimsemekten geri durmamaktadır. Oysa İmam Ali a.s. Muaviye’yle l.a. neden savaştığını “Ben de bu savaş konusunda çok düşündüm, geceleri uyumadım, bu işin ardına önüne baktım, sonunda kendime bunlarla savaşmak veya Allah’ın c.c. Muhammed’e s.a.a nazil ettiği şeye kafir olmaktan başka bir yol bulamadım. Allah Teala, yeryüzünde günah işlendiği, kendi evliyalarının sükut edip bu mevcut duruma boyun eğdikleri, iyiliği emredip kötülükten sakındırmadıkları müddetçe onlardan razı ve hoşnut olmayacaktır. Binaenaleyh bunlarla savaşmayı, cehennem zincirlerine tahammül etmekten daha kolay buldum.” buyurarak beyan etmiş ve suskunluğun cehennem zincirleriyle bağlanmaya sebep olacağını belirtmiştir.
İmam Hüseyin a.s. da “Muaviye’ye sessizliğin ümmeti Yezid’e düçar ettiğini” beyan ederek, zulmün ve küfrün kökünü red etmenin önemini vurgulamıştır. Bizler de hem çağın Yezidlerini, hem Yezid hem de Muaviye kimliğini taşıyan zalimlerini ve hem de bunları var eden sistemleri red etmenin ve çağın İmam’ına biatin Kerbela ve Aşura hakikatini anlamanın yegane yolu olduğunu ilan ediyor, var olan zulme sessiz kalıp geçmişteki zalimleri dilinden düşürmeyenleri İmam Hüseyin’in a.s. şu sözleri ile uyarıyoruz: “Ey insanlar! Resulullah s.a.a. buyurmuştur ki, her kim Allah’ın c.c. haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulünün s.a.a. sünnetine muhalif olan, Allah’ın c.c. kulları arasında günah ve haksızlık yapan zalim bir yönetici görür, ameli veya sözüyle ona karşı muhalefet etmezse, Allah-u Teala böyle bir adamı da o zalimi sokacağı yere sokar.”
siyasetmektebi.com