YERLİ “MAL”I, YURDUN “MAL”I…

Ey kendilerine ait olmayanlar ile kendilerini avutmayı meziyet bilenler! Rahat olun artık. Tüm dertleriniz sona eriyor. İtibardan tasarruf etmeyip dik durduğunuz ve bu tavizsiz tutumunuzda sebat ettiğiniz için 4 x 4 suv’larla çıkarılacaksanız düştüğünüz sefalet kuyusundan. Mısır’a hükümdar olamasanız da hükümdarlara sadık köle olmanın gururunu yaşatacak gelecek günler sizlere. Minnet altında kalacaksınız sizi satmak için kuyudan çıkaranlara. Makam sahiplerine eğilen boynunuzla sahip(!) çıkacaksınız vatan dediğiniz topraklara ki o topraklarda size ait olmayacak, üretmeyecek, üretemeyeceksiniz. Sadece övüneceksiniz sırtınızda sizin olmayan yüklerle onları aç bi ilaç taşırken hem de. “Eskiden ölüm vardı şükürler olsun sıtmaya” zikrini günde 5 vakit minarelerden işittikçe artacak imanınız itaate. Açılacak gözleriniz, coşacak basiretiniz, bozacaksınız bütün oyunlarını anaokulu çocuklarının ve kurtaracaksınız koskoca evrendeki küçük dünyanızı. Yeni fetihlere “yelken” açacaksınız başkalarının uçtuğu yeryüzünde ve fethedilecek izanınız, ferasetiniz karadan “yürütülen” gemicikler ile.
Üstelik artık ücretsiz gidemeseniz de yollarınızın, köprülerinizin, kuyruğa girmeden sıra beklediğiniz hastahanelerinizin, bir defa dahi binemediğiniz uçakların inip kalktığı havalimanlarınızın, yanından geçme izninizin olmadığı saraylarınızın, elinize geçmeyen ve fakat düzenli olarak artan milli gelirinizin ve yine düzenli olarak artan giderlerinizin, satılan arazilerinizin, yakılan ormanlarınızın, kapatılan fabrikalarınızın, intihar eden gençlerinizin, baştacı edilen yabancılarınızın, bulamadığınız ekmeğinizi, kaybettiğiniz huzurunuzun, yitirdiğiniz basiretinizin, aklınızın, unuttuğunuz imanınızın, kardeşliğinizin, ümmetinizin, hayalini kurduğunuz “tebâ”sı olacağınız imparatorluğunuzun yanı sıra gidişini, çekişini, lüksünü öveceğiniz ama alamayacağınız, binemeyeceğiniz ve muhtemelen göremeyeceğiniz arabalarınız da olacak. Ve bunlar “yerli” olacak “milli” olacak.
Tıpkı siz açlık sınırında yaşarken bir öğünde bilmem kaç milyonluk yemek yiyenler, siz başınızı sokacak bir oda bulamazken binlerce oda da ömrünü geçirenler, sizin analarınıza küfrettikçe ihale üzerine ihaleler elde edenler, size üc kuruşu çok görüp sizin hayalini dahi kuramadığınız rakamlara çerez parası diyenler, sizin inancınızla “makara” geçenler, Allah c.c. ile savaş açmanız için sizi teşvik edip “helal hoş olsun” sözleri ile sırtınızı sıvazlayanlar, “evlatlarına helal lokma yedirmeyenler”, siyonistlere muhtaç olanlar, dost olanlar, kendilerini kendileri atayanlar, çalanlar, çırpanlar, satanlar, ortalığı birbirine katanlar, bulanık suda balık avlayanlar, çocuklarına üretilmiş cenneti(!) reva görüp çocuklarınıza cehennemi vatan diye yutturanlar gibi “yerli” ve “milli” olacak araçlarınız.
Kim üretecek, nerde üretecek, nasıl üretecek diye sormayın tüketim çukurunda beş parasız debelenirken. Bunlar sizi aşan sorulardır sizi ilgilendirmeyen sorunlardır. Siz mutlu olun. Sevinin, gurur duyun. İtaatin sorgusuz olanı makbuldür unutmayın. Bakın eserinize ve dalın hülyalara. Sizin olmayan evlerde sahiplenin dünyaları. Ele geçirin ele geçirilmiş aklınızda hayal kurarken devletleri, binecek at bulabilirseniz 4 kıtada koşturun bolca ilan etmek için hakimiyetinizi. Takın at gözlüklerinizi ki yormasın gerçekler sizi. Sakın ola kapatmayın televizyonları. Alfabenin ilk harfinden dinleyin ninnileri aç karnınızla boş sofraların başında otururken. Bir “eyyy!” nidası bastırsın karın gurultunuzu ve Kur’an’ı mızrağın başında gördüğünüzde hemen iman edin ve kapanın şükür secdelerine. Burak’ınız götürsün sizi yerin dibine ve miracınızda bakın şeytanın gözlerine. Devam edin bu halinize ki “aranızda iki yay mesafesi kalana kadar hatta daha da yakın” olana kadar yaklaşabilesiniz ulul emrinize.
Aslında siz de iyi bilirsiniz ki şeytan da gayet yerli ve milli idi. Hem de en samimisinden, en takvalısından, en abidinden, en muvahhidinden idi bulunduğu mekanın. Görseydiniz “cüssesi hoşunuza gider, konuşsaydı sözlerini dinlerdiniz” ona inanarak. Çağırsaydı koşardınız, vur deseydi vururdunuz, dur deseydi dururdunuz bütün samimiyetinizle. Düşmanına düşman olurdunuz, sizin düşmanınıza dost olduğundaysa “ilmi siyaset” der geçerdiniz. O bilimum lüksü iliklerine kadar yaşasa da kendisine “bu fakir” deseydi siz fukaralığınızı unutur gözyaşlarıyla onu alkışlardınız. İsyan etseydi de Allah’a c.c. , secde ettiğini gördüğünüzde kutsardınız. Kitap elinizde olsa da açıp bakmaz, o “kitapta böyle yazıyor” dediğinde kabul ederdiniz. Tam uyanacakken o mızraklarını ayetlerle süslese yeniden uyurdunuz. Yani yerli ve milli diye onun isyan ettiğine siz de isyankar olurdunuz.Yani şeytan sizi “yerli” ve “milli” hikayelerle aldatır, işine geldiği gibi kullanırdı onunla muhatap olsaydınız.
Öyleyse bu duruma düşmemek için derdinizi ve ihtiyaçlarınızı tesbit etmeniz, neye muhtaç olduğunuzu bilmeniz gerekmez mi sizce de? Şatafat mıdır derdinizin dermanı yoksa iş midir, aş mıdır? Lüks müdür eksik olan yoksa zaruri ihtiyaçlarınız mı elinizde bulunmayan? Tarlanızın boş kalması, hayvanlarınızın yok olması mı açlığınızın sebebi yoksa yabancı araçlarla gezmeniz mi? O araçlardan mahrum kalışınızın sebebi de milli olanları üretenler değil mi? Onu üretenle bunu üreten özünde bir değil mi? Ona ulaşamayanın buna ulaşacağının var mı bir garantisi? Sahi hangisi yerli? Şeker mi, saman mı, bakliyat mı, et mi? Hangisi mili peki? Yurt dışına çıkarılan sermaye mi yoksa yurt içinde yurt dışındakilere peşkeş çekilen zenginlikler mi? Ya da sizden olmayan Mehmet mi, Ali mi? Hakikaten hangisi yerli, hangisi milli?
Ayrıca zalimi de mazlumu da, iyisi de kötüsü de, zengini de fakiri de zaten gayet yerli(!) ve milli(!) değil mi bu alemde. Ne zarar gelirse bize ve size, hem yerli hem de milli olanlardan gelir sinsice. Sizden olmayanın ya da sizden görünmeyenin imkanı yoktur sizi ezmesine. Adının veya memleketinin ne önemi var o halde? Tüm yeryüzü mazlumları hemşehri iken, tüm yeryüzü zalimleri gelmez mi aynı kökten? Bakın gözyaşı dökenlere, benzemiyorlar mı size? Evlerine bakın farklı mı sizinkinden? Çocukları kurban değil mi vatanlarına sizinkiler gibi? Sofraları yoklukla süslenmemiş mi sizin sofralarınız misali? Hangisi doyasıya gülmeyi bilmiş, hangisi huzur bulmuş ömründe? Hangisinin çalınmamış hakkı, hangisinin boşa akmamış alın teri? Rızaya, şükre hangisi müptela kılınmamış sizin gibi?
Peki ya zalimlerin var mı birbirlerinden farkı? Dilleri aynı değil mi çemkirirken size? Hepsinin kibirleri yüzlerine vurmaz mı? Kılık kıyafetleriyle yedi sülalenizin çıkmaz mı nafakası? Saraylar değil mi hepsinin barakası? Adını bile bilmediğiniz meyvelerle süslenmez mi sofraları ve kendileri gibileri değil mi o sofraların konukları? Peki ya yatları, katları, uçakları çok mu farklı birbirlerinden yaşantıları? Kimi istavroz çıkartır, kimi kipa takar, kimi hatmeder Kur’an’ı. Ama hiçbirinin benzemez size siması, vicdanı, imanı. Hepsi bir köşe başının sahibi, hepsi bir zulmün mimarı. Hepsi aynı kökün farklı renkli yaprağı.
O halde bu sevinciniz niye? Veya “uyanın” diyenlere bu kininiz niye? Sizden çıkacakları sizden çıkarmasınlar diye sizi uyaranlara bunca tepki ne diye? Bir şeyin yerli olmasının veya milli olmasının size göre kriteri ne? Dertleriniz yerli ve milli yeterince. Çalınırken geleceğiniz övünmeyin bugününüzle. Yer size ait değilken, milletin gözüne çekilen “mil”e bunca övgüler dizilirken, kaybettikleriniz, kazandığınızı zannettiklerinizin ardına gizlenirken, toklardan aç kalmanın faziletini kulaklarınızla işitip midenizle lebbeyk derken, yakılan topraklarınızın küllerine bile siz sahip olamazken, asgari geçimle yetinmeye sizi zorlamak için azami gelire sahip olanlar bir araya gelirken, üretimi, tüketimi üretenler çoktan bitirmişken, işiniz, aşınız, umudunuz tükenmişken, zulüm yerli ve milli olsa size ne olmasa size ne?
Bırakın cedelleşmeyi, kutuplaşmayı, saflaşmayı artık. Giden sizden gitmekte, gelen sizden götürmekte. Bu iş kolaylaşmakta sizler bölündükçe. Açın gözlerinizi ve görün başınıza gelen bunca musibetin nedenlerini. Aksi takdirde başkalarının itibarıyla övünmeyi bırakmadığınız sürece terkedecek şeref sizi…
siyasetmektebi.com
ustad senle tanişmak isterim şahsen
Estğ. Üstadlık bize değil bizim üstadlarımıza yakışan bir makamdır. Hüsn-ü zannınız için Allah c.c. razı olsun.
Tanışmaya gelince bu isteğinizin de sebebi olan bu sayfalar bizim fikrimizi yansıtır ve fikrimizde zaten bizi tanıtır. Yani anlayacağınız bizi zaten tanıyorsunuz. Başkaca bir varlığımız yoktur zaten tanımanızı gerektirecek.
Allah’a c.c. emanet olun…