YAV HE HE…

Bir Ramazan ayına daha kavuştuğumuz için şükretmemiz gereken şu günlerde zihnimizi ümmetin dertlerine odaklayıp o dertlerle dertlenmek dururken ve bu Ramazan’ın ümmetin zaferine ve yeryüzündeki zulümden bizar olmuş mazlumların kurtuluşuna ve azadlığına vesile olması için ellerimizi göğe kaldırıp dua etmek ve ateşli, ateşsiz bütün silahlarımızla bu hedefin gerçekleşmesi uğruna enerjimizi harcamak varken duyduk ki sineğin biri ak-itliğe soyunmuş ve mide bulandırmak amaçlı ortalıkta uçuşup duruyor. Ve biz de konduğu pislikten dolayı ne mal olduğunu bildiğimiz bu sinek ve benzerlerinin her vızıltılarını ciddiye alan ve fikir dünyalarını bu vızıltılarla zenginleştiren, saflık safından ahmaklık diyarına hızlı tren ve duble yollarla köprüler üzerinden geçen kimilerinin, mal bulmuş mağribi gibi hemen duydukları fitneyi sahiplenip genel geçer bir hakikat ve çürütülemeyecek bir tez gibi kardeşlerimizin önünde sürdüğünü görünce mecburen bu konuya eğilmek durumunda kaldık.
Malumunuz, İmam Humeyni’nin (r.a.) (haşa) Amerikan ajanlığından bahsediyoruz. Daha önce de (haşa) Fransız ajanlığı hatta (haşa) İsrail dostluğu dile getirilmiş ve İmam’ın (r.a.) o pak ve tertemiz şahsiyeti kirletilmeye çalışılmış, halklar İmam’ın (r.a.) hakikatinden uzaklaşsın ve zulmün din, dil, ırk gözetmeyen çarkı her coğrafyada hiç sekmeden dönmeye devam etsin diye yoğun çaba sarfedilmişti. Öyle iddialar ortaya atılıyordu ki İmam (r.a.) kime darbe vurduysa onun dostu gibi lanse ediliyor, kimi yenilgiye uğratmışsa onun safında yer alıyordu(!). Kitle iletişim araçları da İmam’ın (r.a.) düşmanlarının elinde olunca birçok hayal gerçek(!) oluyor, zalimler, mazlumlara onları kurtaracak hiç kimsenin olmadığını, kurtarıcı diye telakki ettiklerinin dahi kendi adamları (!) olduğunu ima ederek çaresizlik girdabında boğulmalarını sağlıyorlardı.
Gerçekleştirdiği devrim ile ve o devrimin liderliğinde sergilediği muhteşem duruş ile tüm yeryüzünde ister müslüman olsun ister olmasın bütün mazlumların ruhlarını ve zihinlerini tutsaklıktan kurtaran, onları karanlığın dehlizinden nura taşıyan İmam’ın (r.a.) varlığı sürekli olarak kendi tekerlerine çomak soktuğundan bu zalimler, kaybettikleri İran coğrafyasının diğer ülkelere ve milletlere örnek teşkil etme ihtimalini göze alamıyorlar, İnkılaptan sonra kendi sınırlarında kalmayı red eden hakikati kontrol altına almak için nifaktan başka çare bulamıyorlardı. Ümmeti bölme girişimlerine halâ tüm hızlarıyla devam eden zalimler, bu arada ümmetin yegane kurtuluşu olan hatt-ı imamı bulanıklaştırmak için de planlar yapmaya başlamışlardı ki bu planların en önemlilerinden ama en etkisiz ve ahmakça olanlarından biri de işte İmam’ın (r.a.) yukarıda saydığımız günahlarla itham etmekti.
Bu plan halâ devrede olma ki bahsi geçen ak-itler ve onların varlık sebebi olan siyonist şebeke, geçenlerde de benzeri bir iftirayı İmam’a (r.a.) atmaktan utanmayarak aslında bir taş ile birden fazla kuşu avlama hevesiyle hareket etti ama bu sayfaların okurları da bilirler ki bu tuzağa ancak kuş beyinliler düştü. Çünkü her türlü gayri İslami, gayri insani ve tam anlamıyla şeytani olan vasıfları birebir üzerinde barındıran süfyan ve avanesinin kaçırdığı nokta ümmetin büyük bir kısmının artık eski ümmet olmadığı ve fasıktan gelen her habere itibar etmeyecekleriydi. Ve devir iletişim ve bilgi devri olduğundan ortaya atılan her iddianın kanıtlanması gerekliydi.
Bu noktada biz de bu iddiayı akıl süzgecinden geçirip bahsi geçen iddianın akla ne kadar uyduğunu, gerçekle bağının olup olamayacağını irdelemek istedik. Zira kaynak olarak zaten BBC gibi siyonist bir şebekeye ve İslam İnkılabına düşmanlığıyla tanınan siyonist bir spikere dayanan bu iddianın bizim açımızdan zaten zerrece değeri yoktur ve kanaatimizce kaynağın siyonistliği ispat edilse bile böyle iftiralar atılmaya devam edecektir. Ayrıca sahte belge hazırlama işini İslam İnkılabına düşman olan ve onlarca fitne fücura imza atmış devletlerden daha iyi yapabilecek kim vardır ki? O halde bu iftiralar akıl ve mantık yoluyla kökten tesirsiz hale getirilmelidir ki şekilleri değişse dahi etkileri kalmasın ve ümmetin vücudu böyle mikroplarla savaşacak bağışıklığı kazansın.
Öyleyse gelin hep beraber mantığımızı kullanarak sorgulamaya başlayalım. Önce iddiaya bakalım; İmam (r.a.) Abd başkanıyla gizli gizli görüşmüş ve aslında Abd’nin planları doğrultusunda hareket ediyormuş. İslam İnkılabı da , Irak savaşı da, şuanda ki savaşlar da hep İnkılabın Abd ve İsrail ile olan yakın ilişkisinin ürünüymüş. Hatta haberi veren ak-it, “büyük şeytan efsanesi bitti” diye başlık atmış ve Abd’ye büyük şeytan tanımlamasını yapan İmam’ın (r.a.) bu sözünün değerinin kalmadığını ortaya koymaya çalışmış. İddia bu, peki hakikat nedir?
Öncelikle şunu belirtelim ki İmam’ı (r.a.) Abd dostu gibi gösterme çabasının ilk amacı İmam’ı (r.a.) kötülemek değil, aksine şeytanı “ak”lamaktır ki zaten bütün pisliklerini beyaza boyayarak sunmak bunların “usta”lıklarının işaretidir. Bunlar şeytanı “ak”ladıktan sonra bu şeytanlarla kurdukları ilişkiyi de haklı gösterecekler ve İmam’ın (r.a.) (haşa) dostunun dostu oldukları için suçlu sayılamayacaklarını bilinç altına yerleştireceklerdir. Neticede bu iftirayla Abd “büyük şeytan” sıfatından kurtulacak, ümmetin kendisiyle dostluk kurabileceği bir vasfa bürünecektir. Ayrıca yukarıda bahsettiğimiz gibi mazlumların ümitleri kırılacak ve önderleri, büyük şeytanla anlaşmış(!) mazlumlar, siyonizmle mücadele etmenin anlamsızlığını düşünmeye başlayacaklardır. İmam’ı (r.a.) elinden alınan ümmet, başsız beden gibi nereye gideceğini bilemediğinden yığılıp kalacaktır.
Peki Abd gibi bir “büyük şeytan”la neden ilişki kurulur? Siyonizmle anlaşmanın gayesi nedir? Bir insan uhrevi endişelerinden dolayı siyonizmle veya büyük şeytanla ilişki kurar mı? Yoksa böyle bir ilişki dünyayı elde etmek için mi kurulur? Elbette ki dünyanın kulu olanlar, o dünyanın efendisi olduğunu iddia edenlerle aynı safta olmak için çaba gösterirler, o efendilerin planlarına uyar, emirlerine lebbeyk derler. O halde İmam’ın (r.a.) kazandığı dünya nerededir? Bütün bir ömrünü halkın gözü önünde sürdüren, kerpiç evlerde kirada oturan, terlik ile dolaşan, dünyalık mirası bir kırık kanepe, bir gözlük, radyo ve kuran olan, şahı devirdikten sonra bile saraylarda oturmayan İmam’ın (r.a.), büyük şeytanla kurduğu ilişkinin getirisi nedir O’na (r.a.)?
Diyelim ki İmam (r.a.) (haşa) ömrü boyunca rol yaptı. Peki ömrünün son günlerinde hastanede iken, an be an izlenen İmam (r.a.), gece namazlarını dahi neden terketmemiş ve “artık yeter” dememiştir? Son anına kadar Kur’anla haşır neşir olan İmam (r.a.) bu çabasıyla siyonizme nasıl hizmet(!) etmiştir? İmam’ın (r.a.) takipçilerinin hangisinin kalbinde İmam’ın (r.a.) bu halini görünce siyonizme ve büyük şeytana şefkat uyanmıştır? Veya uyanan his şefkat mi yoksa nefret midir? Hadi diyelim ki İmam (r.a.) kendisine değilde sonraki nesillere dünyalık hazırlamak için bunca çileye katlanmıştır. İmam’ın (r.a.) neslinden olan zenginler kimlerdir? Kurduğu İslam Cumhuriyeti’nin bütün kaidelerini zulümle ve siyonizmle savaşma üzerine kuran İmam (r.a.), bu tavrıyla hangi siyonist ilkeyi ihya(!) etmiştir? Veya İmam’ın (r.a.) biraderi İmam Hamaney’in tüm bu yazdıklarımıza aykırı tek bir hali ahvali var mıdır?
Oysa bizler siyonistlerle işbirliğine girenlerin, onların planlarının uygulayıcısı olanların nifak ile çıktıkları yolda, sahip oldukları dünyalıklara, saraylara, şatafatlara, itibara(!) hep beraber şahit olmuşuzdur ve hakiki bir siyonistin nasıl ödüllendirildiğini müşahade etmişizdir. Ümmetin ve mazlumların kanı ellerinden ne kadar çok akarsa dünyaya o kadar sahip olduklarını yine hep birlikte temaşa etmişizdir.
Zaten akıl ve mantık İmam’ın (r.a.), bunların attıkları iftira gibi siyonizmle, büyük şeytanla işbirliği içinde olması halinde bunların İmam’ı olmasını gerekli kılmaktadır. Aynı yere bağlı olanlardan biri diğerine neden düşman olsun ki? Bu iftiralar hakikat olsaydı bunların İmam’ı (r.a.), İslam İnkılabını savunması, sahiplenmesi gerekmez miydi? İhtiyaç duydukları siyonizme hizmet edenlere neden düşman olsunlardı ki? Bop eşbaşkanı iken neden Bop’un bir diğer ortağına (!) dil uzatalardı ki?
Yukarıdaki sorular uzar gider ama bu kadarı bile muhatap olduğumuz örümcek ağını yerle yeksan etmeye yeter zannımızca. O halde Bush’un yanında fotoğrafa girmek için şebeklik yapıp, kutsal beldeleri dahi fuhuş amaçlı kullanmak için necis varlıklarıyla kirletirken geberip gidenlerin geride bıraktıkları yavrularının fitnelerinin ve iddialarının yanımızda değeri olmadığını, kâle bile alınmaya layık olmadığını beyan etmek isteriz. Ama biliyoruz ki canı yanan it, “ak” olsa da hırlamaya devam edecektir. Bu yüzden halkımızın güzel tabiriyle onlara sadece “yav he he” deyip geçmekteyiz. Onların işi ürümektir, bizim işimizse hak yolunda yürümektir…
siyasetmektebi.com