YAŞASIN TEFRİKA…

Bu sayfaların değerli takipçileri “vahdetin” bizler için taşıdığı değeri ve “vahdet” ilkesine olan imanımızı yakından bilirler. Üstelik sadece mezheplerin değil, Kur’an-i bir hakikat olarak dinlerin dahi ortak bir noktada buluşabileceğini, yeryüzündeki bütün mazlumların tek bir saf olması gerektiğini beyan ettiğimize dost düşman herkes şahittir. İmam’ın önderliği ve İslam İnkılabının desteği ile neşv-u nema bulan direniş cephesinin bizim için önemi de bu yüzdendir. Çünkü yeryüzü ancak böyle bir vahdet ile zalimlerden temizlenebilecektir. Ve zulmün yegane devası birliktir. Ki yazımızın sonunda bu konuya tekrar değineceğiz.
Yine bu sayfaların takipçileri “samiri’nin buzağısı” dediğimizde kimi kastettiğimizi ve neden bu ismi O’na layık gördüğümüzü de bilirler. Bu “buzağının” türlü marifetlerine ve böğürmelerine alışkın olan bizlerin, tüm bu sapkınlıkların sahibini ayrıca “süfyan” olarak nitelendirdiğimizden de bizi takip eden bütün kardeşlerimiz haberdardır. Ve bu “buzağının” en temel özelliğinin esen fitne rüzgarlarını insanlara ses olarak ulaştırmak olduğu ve bu ses ile adeta bazılarını efsunladığıysa apaçık ortadadır. Kimi zaman “eyy…” ile başlayan sesler, kimi zaman hayal ürünü olan “dersini bildirdim” veya “uyardım” ile günyüzüne çıksa da en meşhur olanı “one minute” olandır ve bunun sihri diğerlerinin sihrini bastırmıştır. “Buzağı”, bu tür seslerle iradesi zayıf olanların ruhlarını kontrol etmeye ve onları kendine secde ettirmeye başlamıştır ki bu hakikat te bugün meydandadır.
İşte bu “buzağı”nın fitnesini yayabilmek için ona iman etmiş olan “it”lerin renkleri ister “ak” olsun ister olmasın, soyları ve nesepleri aynıdır ve kesiktir. Yıllar boyu bizim rengimizi taklit ederek bazılarımıza kendilerini kabullendirmiş olan bu “it”lerin özellikle “ak” olanı bir “vakit”ler mazlumların sesi olma iddiası ile ortalığı tozu dumana katıp asıl çehresini gizlerken, adeta Musa’nın (a.s.) Tur Dağı’na çıktığını zannederek hemen buzağının inşası için Samiri’ye fitne toplamış ve buzağıya ilk secde edip tıynetini ortaya koyanlardan olmuştur. İçerdeki “Harun (a.s.)”ların sesini kısıp, onlara bütün düşmanlığıyla saldıran bu “ak””it”in, kudurmuş olduğundan dolayı ağzından çıkan salyaları çevreyi kirletmeye başlamış ve necis olan it, bazılarının abdestinin bozulmasına neden olmuştur. Hakka olan isyanını, haklıya olan öfkesi ile ortaya koyan ve babası olan siyonizmi temize çıkarmak için onu hak ehliyle bir tutup hak ehlini siyonizmle eşleştiren bu “it”in tecavüzcü, ahlaksız, yalancı, fırıldak ve şahsiyetsizlerden oluşan ve köşebaşlarını tutup fitnelerini yazdıklarıyla yayan “yavşakları” (bit eniği) da vardır ki bunlar “buzağı”nın her böğürmesini ilahi bir emir telakki ederek ortalığı velveleye vermek üzere tasarlanmış ve siyonist rahimlerde üretilmişlerdir.Böylece fitne mekanizması tamamlanmış ve buzağı böğürmek için uygun ortamı bulmuştur. Zira artık her böğürmesi hitap ettiği halka ilahi olarak sunulacaktır ve kimi efsunlamak istiyorsa ona sesini ulaştıracak “ak””it”leri olacaktır.
Bu rahatlıkla her gün yeni bir fitnenin sesini üreten “buzağı”, böğürmelerinin sarhoşluğuyla dur durak bilmeden konuşmakta, hak ile batılı birbirine büyük bir “usta”lıkla karıştırabilmektedir. Örneğin gelmiş geçmiş en büyük sarayı, gelmiş geçmiş en şiddetli Hak düşmanı olduğunu ispatlamak için halkın malına el koyarak inşa eden ve gelmiş geçmiş en büyük israfı halkın gözüne sokarcasına yapan “buzağı”, sanki hitap ettiği halkın çektiği çileye ortakmış gibi “halkımız çile çekmeye alışıktır” diyerek tiyatrodaki rolünü ifa etmeye devam etmektedir ve kendisine tapınan “ak””it”leri de bu sözleri halkın kulağına hak olarak sokmaya çalışmaktadır. Aynı zamanda enerji ve tabi kaynakları bile alenen kendi damadının tekeline bırakan bu “buzağı”nın, zenginlere “fazla kazanmayın” demesindeki hikmeti(!) ancak onun “ak”it”leri hak ile süsleyebilir ki öyle de olmuştur.
Veya kendi fitne fabrikalarında üretilip mazlum halkların başlarına bela edilen “Işid”, Musul’u bir diğer siyonistin ihaneti ile güle oynaya ele geçirirken, güya esir aldığı büyükelçilik çalışanlarını kurtarmak için kılını dahi kıpırdatmayan “buzağı”, direniş cephesinin saldırılarıyla kuyruğunu kıstırıp kaçmak zorunda kalan Işid’e destek amacıyla oraya asker gönderebilmektedir ve “ak””it”ler bunu bile “kahramanlık” olarak lanse edebilmektedir . Siyonist Samiri’nin en değerli eseri olan “buzağı” böylece nasıl müminlere sahip olduğunu da bizlere göstermektedir. Bu müminler, Musa’ya (a.s.) iman etmiş olan azınlığı ise farklı düşünüp kendileriyle aynı fitneye meyletmedikleri için dışlamaya çalışmakta, onları tehdit etmektedirler. Firavun’un zulmünü bahane edip Samiri’nin fitnesini pazarlayan bu müminler(!), iman ehlinin düşmanı olduklarını tarih boyunca belli ettikleri gibi bugün de ifşa etmektedirler.
Yazımızın başında dediğimiz gibi bizlerin vahdete iman ettiğimizi bilmeyen yoktur. Ama bizler şunu çok iyi biliyoruz ki her iman bir inkar ile beraberdir. Allah’a (c.c.) iman edenlerin ilahlık iddiasındaki diğerlerini inkar etmeleri gibi bizde vahdete iman edip bu vahdetin karşı safında bulunanları düşman biliyoruz. Onları red ediyor varlıklarını kabullenmiyoruz. Kendi aralarında kurdukları ittifakları umursamıyor, onlarla iyi geçinmeye karşı çıkıyoruz. Bu yüzden diyoruz ki “bizim şer bildiklerimizde hayır, hayır bildiklerimizde şer vardır.”(Bakara 216) Bırakın mayaları çıksın ortaya. Bırakın kussunlar içlerindeki nifağı. Hakkın yağmuru çıkarsın asıl renklerini yüzlerindeki boyaları söküp atarak. Kinlerinden geberenlerin son nefeslerinde kim olduklarını haykırmalarına izin verin ve şaşırmayın. Unutmayın ki hakkın saflarında sadece saf kalabilenlerin bulunmasına müsade edilir. Her çağda bu saf imtihan edilmiştir. Bazen Talut’un ordusu olup nehri geçerken, bazen Musa’nın (a.s.) Tur dağına gidişi ile, bazen mallardan ve canlardan eksiltme ile bazen korku ile.
Öyleyse yaşasın “tefrika”. Ki hak ile batıl birbirinden ayrılmakta bu sayede. Hakkın safında olan münafıkların sabır taşı çatlamakta ve geceleri bile yanan “ampulleri” patlamakta artık. Çünkü “münafık erkekler ile münafık kadınlar birbirlerinin velileridirler” (Tevbe 67) ve bunlar müminler ile dostluğa sabredemezler. “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbilerinin velisi oldukları için”(Tevbe 71) münafıklar ile yan yana duramazlar. Vahdet zaruri olduğu gibi tefrikada zaruridir ve İslam İnkılabı vahdeti tesis ederken zulm ve küfr ile tefrikaya da neden olmaktadır. Ne mutlu bize ki hem gecenin hem gündüzün hayrına vakıf olmaktayız ve gece aramıza sızmış olanların gündüz yüzlerini görebilmekteyiz. Ne mutlu bizlere ki safların ayrıştığı bir devri idrak etmekteyiz ve hem vahdeti hem tefrikayı gönül huzuru ile kucaklamaktayız.
Evet. Yaşasın tefrika. Kahrolsun bizden olmayanlar, zalimler, münafıklar, iki yüzlüler, satılmışlar, alçaklar, şahsiyetsizler, zillet ehli aydınlar(!), Bel’amlar, Karunlar, Firavunlar. Kahrolsun hakkın düşmanları, batılın dostları, onların planları, buzağıları. Kahrolsun sağımızdan solumuzdan önümüzden ve arkamızdan yaklaşan şeytanlar, hannaslar, çatal dilli desenli yılanlar, yağmacılar, vahşiler, ahmaklar ve aptallar.
Yaşasın mazlumlar, mustaz’aflar, müminler, müslümanlar. Yaşasın her dinden, her mezhepten, her ırktan ve her renkten Hizbullahlar…
siyasetmektebi.com