VE BİR GÜN…BU DÜNYA GÜL BAHÇESİNE DÖNECEK…

Gün be gün toprak, kendinden olan bedenleri kucaklıyor sağanak halinde yağan zulmün hükümran olduğu coğrafyalarda. Gün be gün gülümsüyor merhametli Azrail’e (a.s.) nice bebek. Gözyaşları ıslatıyor ölüm orucundaki yürekleri ve gözyaşları saçılıyor semaya avuç avuç. Utancından köşe bucak saklanıyor asuman, ölüm yağarken bulutların ardından. Yeryüzünü sabit tutsun diye dikilen dağlar sarsılıyor ah-u zarıyla ümmetin ve çığlıklar sayha olup sağır ediyor sultanları. Manzara dehşet verici, manzara karanlık. Göz gözü görmüyor, gören gözler köreltiliyor. Ve öfke büyüyor sinelerde, gücünün doruğundaki bir delikanlı oluyor beslendikçe acılarla.
Haya ediyor yeryüzü sırtında taşıdığı bu vahşetten. Ne ağaçların yeşili ne de denizin mavisi gizleyemiyor kanın kırmızısını. Ellerinden kan akanların dilleri “Allah” diyor heyhat!, elleri ile çocuklarını toprağa gömenlerin yüzlerine bakarak. “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye taltif ediyor “usta”lar üstadlarını ve mazlumlar kahroluyor uyandıkları “nar” mevsiminde. Yazın ayazı mı olur demeyin, oluyor işte. Ruhlar üşüyor “ak” zulmün zemherisinde. Suskunluk “kader” ile birleşiyor ve maske oluyor en “deni” simalara. Gülüşler hicret yurdunda, gülüşler başka baharda.
İniltilerin tınısına hayran kahpe nefisler, doymak için taptıkları dünyada, daha fazla can alma yarışına giriyor yine ümmetin tam ortasında. Bağrı yanıyor imanın, bağrı yanıyor inananın. Bir hançer ki kabzası nifak ile süslenmiş, ağzı küfür ile bilenmiş, saplanıyor yüreğimizin en derinliklerine. Bir hançer ki zehri, baldıranı bal yapar, derk ediliyor damarlarımızdan ciğerlerimize. Felç olmuş uzuvlarımızın yoksa da haberi, acıyı yudumluyor diri olan her hücremiz. “Size ne oluyor?” diye sorarken Rabbimiz (c.c.) kabullenişimize hitap ediyor biliriz. Neden acı çekmiyor neden derman aramıyorsunuz diye sorgulanan benliklerimiz “biz zayıf bırakılmışlardandık?” dese de, “arz geniş değil miydi?” itirazı bir duvar gibi çarpıyor vicdanlarımıza.
“Kalu bela” dan beridir sözlerini tutmayanların eseridir bugünkü “bela”lar. “Kerbela”lar bundan dolayı yaşanmadı mı? Bu suskunluk şımartmadı mı zalimi ve zulüm beslenmedi mi korkaklığımızdan? Bir avuç vahşinin hükmettiği yığınlara dönmemizin sebebi değil mi yolumuzdan dönmemiz ve yönümüzü kaybedip esaretin çölünde yıllarca gezinmeye mahkum bırakılışımız. İman ettiğimiz kitabı idrak etmeyince satın aldığımız cenneti üç beş kuruşa satmamız bundan değil mi? Nebi’yi (s.a.a.) yaşamından hemen sonra unutup, soyunu kurutmaya çalışımız bundan değil mi? Ya Kerbela, ya Suriye, ya Irak, ya Filistin biz dinimizden döndüğümüz için dönmedi mi kan gölüne? Münafıklar türeten basiretsizliğin kaynağı biz değil miyiz? “Hüküm Allah’ındır” diyerek itiraz edip hakka, hükmü şeytana teslim edişimiz değil midir bugün yaşadıklarımızın sebebi? Süfyanilere kanarak cephe almadık mı kardeşlerimize ve süfyanilere kanarak kardeş olmadık mı şeytanla?
Hepimiz görmekteyiz Filistin’i. Kardelen olmak için çırpınan onca kardeşimizin direncine hepimiz şahit olmaktayız ki bu direniş baharın müjdecisi. İstediği kadar sussun koca ümmetin koskoca nefisli bireyleri ve istedikleri kadar nifak üretsin süfyanilerin maaşlı köleleri. Kökü de kendisi gibi habis olan ağacın meyvaları doldursun rafları ne çıkar. Ne çıkar yukarıda bahsettiğimiz gibi yenilgiyi kader sayanların sayılarının çokluğundan. Dönen dönsün kıblesinden ve terk etsin türlü bahanelerle bu imtihan meydanını. Sağlamlaştırsın onların sırtından zalimler iktidarlarını ne çıkar. Allah’a (c.c.) verdikleri sözleri dahi tutmayanlara bel bağlamaktan vazgeçeli çok oldu. Direniş cephesinin dirilttiği canlar satarak kendilerini satın aldılar zaten cenneti. Kimisi adağını yerine getirdi kimisi sırasını bekliyor ve bugün sıra Filistin’de yine.
Suriye ve Irak’ta şamar oğlanına dönen siyonizmin, gözüne kestirdiği Filistin, o göze giren kıymık oldu yine. Bir avuç müslüman suskun bir yığının ihanetine rağmen direnmekte, bir yığın zalimin desteklediği bir avuç siyoniste karşı. Destanların yazıldığı topraklarda yeni destanlar yazıvermekte kalemi tutma sırası gelen kardeşlerimiz. Tıpkı Suriye ve Irak’ta ve sessiz devrimin mekanı Bahreyn’de olduğu gibi hakka dayanan sırtları ile batıla meydan okumaktalar. Arşı alaya çıkan feryatlarını duymasa da birileri, o feryatlar yıkmakta nice kaleleri. Yaşamın tarifini yeniden yapmakta, ölüme anlam kazandıran direnişin erleri. “Hayat muzaffer olarak ölmenizdedir” dememiş mi Şah-ı Merdan (a.s.), işte muzaffer olarak ölmek için feda etmekte hayatlarını, zillet ile yaşamayı ölüm bilenler.
Biliyoruz. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi gün kararmakta, gece en dehşetli haliyle hükmetmekte bu asra. Ve ah-u zarlar doldurmakta arzı. Ama inanın bunlar hep ramazanın bereketi. Karardıkça gece yaklaşmakta gündüz ve güneş eritmek için için sabırsızlanmakta kardan adamları. Ki onların mevsimidir zemheri ve beyaz köreltmektedir gözleri. Asla umutsuz değiliz, var olanı resmetmektir derdimiz. Ama daha bitmedi bu resmin çizimleri. Hakkın boyası ile renk katmaya başladı hakikatin askerleri. Nifağın gülümseyen yüzüne kara çaldılar basiret erbabları. Gizlenenler gün yüzüne çıktı görünenler gizlenmeye başlandı. Ve rüzgar alıp götürdü kurumuş idrakleri.
Tekrar söylüyoruz bu ramazan, bereketi ile geldi. Bu ramazan farklı bir ramazan. Nefsine karşı kıyam edenlerin, insanlığın azgınlaşmış nefsine karşı da kıyam etme bilinciyle ortaya çıkıp, direniş orucunu tuttuğu bir ramazan. Bu ramazan zafer kokan, gülümseyen, gülümseten bir ramazan. Din ağacının en fazla gıdasını aldığı ay bu ramazan. Görünmeyen orduların nefeslerinin hissedildiği, atanın, elde tutan olmadığının anlaşıldığı bir ramazan. Zafer muştuları ile Kudüs’e yol alanlara, tüm mazlum ve mahrumların dualarla eşlik ettiği, şeytanın dostlarının kara giyindiği ve yas tutmak zorunda kalıp “in”lerine saklandıkları bir ramazan. Uzakların yakınlaştığı, yakın bilinenlerin uzaklaştığı ve davul misali içi iman bakımından boş olan süfyanilerin seslerinin artık hoş olmadığının fark edildiği bir ramazan. Bu ramazan hakkın batıldan ayrıldığı, batılın zail olmaya başladığı bir ramazan. Tıpkı Resulullah’ın (s.a.a.) yanındayken susuzluktan ve açlıktan haberdar olmayanlar gibi İnkılabın varlığıyla doyduğumuz ve suya kandığımız bir ramazan. Vaad edilenin sesini duyduğumuz ve heyecanla imtihanı birleştirip sabretmeye çalıştığımız bir ramazan.
Bu yüzden yeis yok bize. Bu yüzden şehitlerin varlığı kahretmiyor bizi. “Yeryüzüne varis kılınan salih kulların”(Enbiya 105) ardısıra yürüyoruz hedefimize. “Ezilmişler olarak mirasçısı olduğumuz”(Kasas 5) hakkımızı elde etmek, onuru, izzeti ve haysiyeti el üstünde tutup tekrar şiar edinmek için, bütün zulmün sembolü olan siyonizme karşı hakkın sembolü olan Mescid-i Aksa’ya yürüyüşümüz bundandır. Varsın toplansın tüm gücüyle yolumuzun üstüne küffar. Bu mutlu eder bizi. Çünkü biz “öyle kimseleriz ki, halk bize, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz bizim imanımızı arttırır ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” deriz”. (Al-i İmran 173)
İşte bundan dolayı diyoruz ki “ve birgün, bu dünya gül bahçesine dönecek. Bunu böylece bilin ve unutmayın”. Güllerin fidanlarını ekiyoruz toprağa bugünlerde. Suriye’de, Irak’ta, Bahreyn’de, Filistin’de ve yeryüzünün her coğrafyasında topraklara ekiliyor güller , yakında yeşermek üzere. Her şehit hem gül fidanı oluyor hem de can suyunu kendi kanıyla veriyor toprağa. Gül kokuyor bugünlerde arz-u sema bizim için. Gecenin karanlığını boğuyor güllerin kızıllığı. Her damla gözyaşı ebabil oluyor uçuyor siyonizmin kalbine doğru. Dualar siccil taşı. Dualar deliyor en kalın zırhları ve kanatlanıyor namazlar miracın durağından Allah’ın (c.c.) dergahına doğru. Bize yeis yok. Biz “üzülmeyiz gevşemeyiz, çünkü iman edenleriz.” Bekleyin ve görün, zafer, sabır dağının hemen arkasında beklemekte.
Bugünlerin ruhunu ve yazımızdaki fikri desteklemesi açısından “Yeis ve Ümit” başlıklı şiiri burada paylaşmak istiyoruz.
Ah-u zar eylemekten yorulmuş nalan demek,
Dinmeyecek gelmezse Muntazar, efgan demek
Masum gülüş yurduydu ne oldu çocuklara
Bu devirde gözlere hükmeden giryan demek
Hapsedilmiş umutlar kaf dağı arkasına
Masalla uyuyana her mevsim hazan demek
Kaç asırdır hakikat tepetaklak bir bilsen
Ma’mur olan memleket aslında viran demek
Ruhu gurbette olan vasıl olsa ne olur
Cansız tenin vuslatı her demde hicran demek
Boğazda düğümlenir tüm sevinç ve umutlar
Menşei dünya olan sürurlar hüsran demek
Bakışlar körelmişse gizlenir alametler
Gün geceyi aratır yayılmış duman demek
Derdini bilmeyenler yanlış tabip sorarlar
Nicedir bulamadık darılmış lokman demek
Nura aşık olup da yananlar pervanedir
Halk bilmese ne olur, nar ona derman demek
Dostunu düşmanını tanımak lazım imiş
Bunca şerre kıyamda basiret rüçhan demek
Kurtuluş yok zulümden diyen varmış alemde
Ehl-i beyt mektebinden bi-haber nadan demek
Isıtır gönülleri doğudan doğan güneş
Cihanı uyandırdı, kainat hayran demek
Yayılıyor rayiha, koklayan huzur bulur
Küfür istemese de arz artık umrân demek
Mü’mine şevk veriyor güç katıyor azmine
Zalimi yakıyor bak ateş-i suzan demek
siyasetmektebi.com