
Kitapta çok fazla yer almasa da adı açıkça belirtilen ve huyu, mizacı tasvir edilen yan karakterlerden biridir Benjamin. Devrim öncesinde de sonrasında da huyu değişmemiştir. Huysuz, suskun, sürekli şikayetçi, mutsuz ihtiyar bir eşşektir. “Tanrı bana sinekleri kovmak için kuyruk vermiş ama keşke sinekler de olmasaydı kuyruğum da” cümlesiyle hayata bakışı tasvir edilen bu eşşek cahil değildir. Aksine insan(!) hakimiyeti altında yaşarken de domuzların idaresine boyun eğdiği zaman da olan bitenin farkındadır ve kimlerin ne amaçla hangi eylemi gerçekleştirdiğinin bilincindedir. Uyuşuk görüntüsüyle uyanıklığını gizlemektedir. Fakat tuhaf bir kabulleniş vardır kendisinde. Bütün oyunları çözmüş olmasına rağmen hiçbirine karşı çıkmaz, hiçbir oyunu başkalarına anlatmaz, onları uyandırmak için gayret göstermez, var olanın ideal olmadığını bildiği ve sevmediği halde uyum sağlar, boyun eğer ve sadece kendi işini yapar.
Etliye, sütlüye dokunmaz, hangi fikirde olduğuna dair renk vermez böylece her fikri eleştirebilecek bir çizgide durur ama eleştirmenin de bir faydası olmayacağını düşünür. Üzerine düşen görevi yerine getirir ama hiçbir zaman daha fazlasına gönüllü olmaz, ne istediği belli olmadığından sadece var olanı sevmediği belli olduğundan kendisinden daha fazlası da beklenemez. Var olan sistemin gazına gelmez. Örneğin kitapta yazdığına göre yel değirmeni yapımında diğerlerini kapıldığı coşkuya kapılmayan tek hayvan bizim Benjamin’dir. Ama üzerine düşen görevi de yerine getirir, taş taşır, inşaatta da çalışır aynı Benjamin.
Böyle bakıldığında çok fazla olmasa da hepimiz ila ki çevremizde bir iki Benjamin ile muhatap olmuş, onlarla fikir alışverişinde bulunmuşuzdur diyebiliriz. Bunlar var olan zulmün farkına varabilen tiplerdir. Konuşmalarında bu hissedilir. Önceyle sonra arasında bir fark olmadığını da beyan ederler zaten. İnsanların(!) da domuzların da aynı saraylarda hükmettikleri, aynı şekilde mazlumların haklarını gasbettiklerini, aynı umursamazlıkla tebaalarının çektikleri sıkıntıları görmezden geldiklerini, şatafata, itibara, lükse, israfa aynı iştahla sarıldıklarını, kibrin bu her iki sınıf açısından ortak kişilik özelliği olduğunu, her iki idareci tipinin de var olan gelirin onda dokuzunu kendilerine onda birini halklarına verdiklerini, aynı yalanlarla halklarını uyutup, ürettikleri düşmanlar ile halklarını korkutarak kendilerine bağladıklarını, kendi çevrelerine yarattıkları cennete karşın halklarına cehennemin ilahi takdir olduğunu beyan ettiklerini, mazlumlar açısından ölümün işlerinin fıtratında olduğunu dile getirdiklerini, emeğin, alın terinin, samimiyetin her iki tip idareciler tarafından aynı biçimde sömürüldüğünü dile getirir, her iki tipe de karşı dururlar.
Hatta gelenin gideni arattığını, gidenin zulüm mirasının üzerine konduğunu, öncekilerin hayal bile edemediklerini bu yeni gelenlerin gerçekleştirdiklerini, daha önce toplum tarafından kabul görmeyen bir çok sapmanın, zulmün ve ahlaksızlığın bu dönemde halka ulvi değerler olarak empoze edildiğini, halkın bilinciyle oynanıp hakkın batıl, batılın hak ilan edildiğini, karınları aç olanların onları aç bırakanlar uğruna ölüme razı hale getirildiklerini, dilenecek duruma düştükleri halde idarecilerinin şatafatıyla gurur duyabildiklerini, kendilerinin iaşesini sağlamakla yükümlü olanların kendilerinden maddi destek istemelerine dahi hamasi duygularla destek verdiklerini, memleketlerinin yaşadığı sıkıntıyı bir tek kendileri hissettikleri halde o sıkıntının müsebbiplerinin saraylarında çektikleri zorlukları(!) düşünerek hayıflandıklarını çevremizdeki Benjamin’ler çok iyi bilirler.
Fakat bu durumu değiştirmek için tek bir hamle yapmaz, taşın altına ellerini koymazlar. Bu bahsettiğimiz hakikatleri de öyle gidip halka anlatmazlar. Halka karşı ketumdurlar. Bütün bildikleri kendi içlerinde saklıdır. Ve işin aslı sadece buraya kadar bilirler. Veya cesaretleri öteye geçmeye izin vermez. Çünkü bunların kurtuluşa yönelik tek bir fikri yoktur. Bunca zulmü deşifre etmişlerdir zihinlerinde ama bu deşifre etme eylemi onları harekete geçirmek yerine öğrenilmiş çaresizliğe mahkum kılmıştır. “Durum bundan ibaret” diyerek zulmün gücünü tasvir ederler ama o gücün nasıl yıkılacağına dair hiçbir çözüm yolu sunmazlar, sunamazlar.
Boyunları her zaman büküktür. Bunların işi diğerlerinden daha zordur. Zira diğerleri tesbit edemedikleri bir zulmün kurbanıdırlar ve en azından psikolojik olarak çöküntü yaşamazlar. Zulme hizmet ettiklerinin farkında bile değillerdir bu yüzden de maddi bütün sıkıntılarına rağmen çoğu zaman huzurludurlar. Ama Benjamin’ler sorunun farkındadır, zulmü ve zalimi tanırlar, herşey kendileri için ayan beyan ortadadır yalnızca çözüm yoktur(!) Bunlar yapı itibariyle hakikaten eşşektirler. Huysuzdurlar, mutsuzdurlar ama her halükarda sahipleri vardır ve sahiplerine istemeseler de hizmet ederler. Atlar kadar olmasa da bunların da sırtları zulmü taşımak için düzdür.
Bunlara da semer vurulur, sırtlarına çıkılır, yük yüklenir. Alternatif sunmadan eleştirdikleri için belli bir süre sonra kimse tarafından ciddiye alınmazlar. Gerçi daha önce dediğimiz gibi öyle ulu orta eleştirme gibi bir huyları da yoktur. Çünkü korkaktırlar aslında. İsyan edecek cesareti bulamazlar kendilerinde. İsyanları kendi içlerinde yeşerir ve kendi içlerinde söner. Tedbirli görünürler ama aslında bu tedbirin yegane sebebi yaşadıkları dehşettir. Bütün olumsuzluğuna rağmen, onca yokluğa, baskıya ezilmişliğe, zulme rağmen yaşadıkları hayatı kaybetmekten korkarlar. Hayat, her türlü değerden daha değerlidir bunlar için. Var olanı kaybetme ihtimali doğrunun, hakkın hakimiyeti için emek harcamaktan alıkoyar bunları. Suskun ve ketum olmaları da bundandır zaten.
Konuşmaktan haz etmezler. Daha doğrusu konuşmaktan, konuşturulmaktan korkarlar. Bu yüzden yuvarlak cümleler kullanırlar daha sonra aleyhlerinde kullanılmasın diye. Mesela romanda Benjamin’e mutlu olup olmadığı sorulduğunda; “Eşşekler uzun yaşar, hiç ölmüş bir eşşek gördünüz mü?” diye cevap verir. Yani aslında Benjamin mutlulukla vs. ile ilgilenmediğini, yegane derdinin uzun yaşamak olduğunu beyan eder her seferinde. Ve bir nokta da eşşek olduğu için gayet mutlu olduğunu da beyan etmiş olur zira “eşşekler uzun yaşar.”
Benjamin, iki ayaklı birçok eşşeğin tasviridir doğal olarak. Çünkü bu iki ayaklı eşşeklerin tümü olan bitenin farkındadır. Ama uzun yaşama hevesi, bitmek tükenmek bilmeyen nefes alma arzusu ile satıverirler ruhlarını, bilinçlerini, değerlerini ve sırtlarını zalimlere. Gözleri her şeyi görür, kulakları herşeyi duyar, akılları da kavrar ama yürekleri yetmez anlamaya, anlatmaya. Özgürlüğü tatmaktan korkarlar köleliğe mahkum olduklarını düşündükleri için. Ne yazık ki hakikaten de kölelik bunların fıtratlarında vardır daha doğrusu bunlar fıtratlarını öyle bir hale getirmişlerdir ki kölelikte bulurlar özlerini. Zalimler için aranan tiplerdendir bunlar da. Nasıl olsa bilseler de konuşmadıkları ve itaat etmeye devam ettikleri için işler yolunda gidecektir. Bunların bilmeleri gerçek bilme değildir çünkü. Eyleme geçirmeyen bilgi yükten başka bir şey değildir ve bu anlamda “kitap yüklü merkep”tir bunların her biri. Bilgiyi taşırlar sadece, yaymazlar, anlatmazlar, eyleme geçirmezler. Öyleyse varlıklarını hiçbir sıkıntısı yoktur. Tamam koyunlar gibi değillerdir veya romanda tasvir edilen at Boxer gibi de değillerdir ama varlıkları idareciler için bir sorun teşkil etmemektedir ve işlerini yapmaktadırlar daha ne olsun. Varsın uzun yaşasınlar. Zira uzun yaşayan köleler çabuk ölenlerden daha evlâdır.
Son olarak romanda Benjamin’in en az domuzlar kadar iyi okuyabildiği yazmaktadır. Ama bu yeteneğini hiç kullanmaz çünkü “okumaya değer bir şey görmemektedir.” Yani bu eşşekler cahil değillerdir. Yukarıda beyan ettiğimiz gibi neler olup bittiğinin farkındadırlar. En az kendilerini idare edenler kadar ilimleri de vardır ama bunlar için hiçbir şey “okumaya değer değildir.” Hiçbir şey okumayı göze alıp kendini tehlikeye atmaya, uzun yaşamı kısaltmaya değmez bunlar için. Varsın eşşek olarak kalsınlar. Nefes almaları yeterlidir. Arada sırada eyleme geçer gibi yapsalar da (Boxer’ın kasaba verildiğini gördüğünde olduğu gibi) bu heyecanları çabuk söner, akılları(!) duygularını yener ve yine yaşamaya devam ederler. E ne de olsa “eşşekler uzun yaşar…”
siyasetmektebi.com