ÜŞÜYORUZ…

Donmuş yüreklerimizin üzerine kar yağıyor insanlıktan nasibini almamışlar dünyasında. Biz de çalınmış nasiplerimizin, rızkımızın, hayallerimizin, umutlarımızın ardından bakakalıyoruz. Yaz da olsa, yediğimiz darbelerden dolayı her dem zemheriye dönüyor mevsim bize. Bir de kış olunca sen düşün reis. Soğuk üstüne soğuk, kar üstüne kar, acı üstüne acı biniyor hayat diye sırtımızda taşıdığımız ağır yükün üstüne.
“Kâr’dan” adamların, çocuklarıyla kardan adam yaptıkları bahçelerine değil, bizim gibi sokaklarda hakkı gasbedilmişlerin üzerine yağıyor bu beyaz zulüm. Rengine aldanmıyoruz özünü bildiğimiz için ama ne çare. Sığınacak yerimiz yok, feryadımızı duyacak kulaklar çoktan sağır olmuş, gözlere mil çekilmiş yanımızdan geçip giderlerken görmesinler diye bizi.
Biz “çalmasını bilmediği için” aç kalanlarız ya, bu devirde açıkta da kaldık artık. Ne yazlık ne de kışlık “sırça köşklerimiz” yok, günü geldiğinde başımıza yıkılacağından korkacağımız. İtibarımızda kalmadı ki kaybedebilelim. Binlercesini boş verin, bir odamız bile yok, başımızın üzerinde bir dam bile yok ki üzerimize yağan zulmü engellesin.
Biz, yanı başında bolluk olan hakkı çiğnenmişleriz. Yaşarken ölmüşleriz, susarken feryat edenleriz. Biz açlığın dostuyuz, yokluğun kardeşiyiz. Umutsuzluk bağının gülleri, kederin uslanmaz taliplileriyiz. Gece bizimle eğlenir, gün bizden uzaklaşır. Hayat, ölümü bizimle öğretir canlılara. Nice dertlinin şükür nedeniyiz. Görünmez kahramanlarız biz. Hakikaten görünmeyiz. Öyle ki, birileri size bizden bahsetse “hani nerde varlar? yalan söylüyorsunuz” dersiniz.
“Kuru ekmeğe muhtaç olma” deyimi bizde can bulur. “Saçı sakalı karışmış, pejmurde” dedikleri de biziz. Kimse sormaz neden diye bize, biz anlatırsak da dinlemezler zaten. Kişi başı düşen milli gelir diye bir şey var ya hani, hah! o hiç bize düşmez mesela. Belli ki kişiden de saymazsınız bizi. “Gayri safi milli hasıla”dan payımız da yoktur. Payımız olmadığı için katkımız da olmaz.
Sokaklar evimiz dedik diye sokaktan başkasını bize layık görmediniz. Oysa gidecek başka yerimiz yoktu diye sizler bizi oraya göndermiştiniz. Dilendiğimizi sandınız dilenciliği iş belleyenleri görüp ama biz dilenmedik asla. Talep ettiğimiz hakkımızdı aslında. Bize ait olanların üzerine kurduğunuz yaşamlardan arta kalanlara talip olduk, onu da çok gördünüz.
Koskoca dünyada bilmem kaç bin dönüm üzerine kurulu sarayların, köşklerin, villaların olduğu coğrafyalarda, üç beş metrekare yer bile ayrılmadı bize. Oysa biz de insandık, biz de nefes alıyor, hissediyor, hayal kuruyorduk. Bizi de yaratan sizi yaratanla aynıydı. Mümkün müydü sizi rızıklandıranın bizi rızıklandırmaması? Neden böyle oldu peki? Neden siz kar yağınca kayağı, biz ise soğuktan donmayı nasip edindik? Neden sizin itleriniz bile bizim hayallerimizden daha fazlasına sahip oldu, neden şatafat, itibar, adını bile söyleyemediğimiz yemekler sizin hakkınız? Neden, neden demek bize düştü?
Kim çaldı yıllarımızı, rızkımızı, umutlarımızı, hayatımızı? Kim aldı elimizden insanca yaşam hakkımızı? Kim her şeyin sahibi olduğunu düşündü de bize sizin hiçbir şeyiniz yok dedi? Kim bir elini yağa diğerini bala koyup bize şükredin, sabredin, razı olun dedi? Bu hakkı nerden aldı? Hani vardı ya bir türkü “beri gel beri gel gözümün nuru, bu kadar parayı sana kim verdi” diye, hakikaten bu kadar parayı size kim verdi? Kim kurdu bu düzeni, kim belirledi zengini fakiri? Yanlış anlamayın gözümüz yok malınızda ama o mal sizin mi yoksa size emanet mi? Hiç mi yok hakkımız içinde?
Neden sizin geğirmelerinize bizim karın gurultumuz eşlik etmek zorunda? Neden çöplükler bizim mutfağımız, kaldırımlar yatağımız, taşlar yastığımız olmak zorunda? Hani bizim için atardı yüreğiniz, hani bizim içindi bütün mücadeleniz? Hani sizin itibarınız bizimdi, bize hizmet etmekti bütün amacınız? Hani “benim milletim” derken bizi kastediyordunuz? Ne oldu? Niye yokluk bize, gününü gün etme size düştü? Niye sırtımız sizi taşımaktan iki büklüm oldu?
Neyse olan oldu artık. Kurtuldunuz bir yükten daha. Bir çift göz daha kapandı bir daha açılmamak üzere. Bir çift el, bir çift ayak daha hareketsiz kaldı ve sağlamlaştı düzeniniz. Bir kalp daha durdu, donmadan önce kırılarak. Bir zihin, bir ruh daha kimsesizlikten kurtuldu kimsesizler mezarlığına konularak. Size hizmet etmiyordu ya, varlığıyla kirletiyordu ya sokaklarınızı, öldü artık. Öldü ve bitti sorunlarınız.
Uzun lafın kısası demem o ki “üşüyoruz” haberiniz olsun. Hatta -eğer umurunuzdaysa- üşümeyi geçtik, donuyoruz, ölüyoruz…
siyasetmektebi.com