TERÖR ÖRGÜTLERİYLE MÜCADELE EDEN(!) TERÖRİSTLER…

İntak-ı hak ya da Freud’a atfedilen “Dil sürçmesi yoktur, bilinçaltının dışa vurumu vardır” sözünün bir yansımasıdır başlığımız. Bir çok hakikat bu şekilde defaatle dile getirilmiş, “çocuklarına helal lokma yedirmeyenlerin”, “kaosun, kargaşanın mimarlarının”, “insanlarının canının hiçbir şeyden daha kıymetli olmadığını” vurgulayanların, “kendi ittifaklarını terör örgütlerinin desteklediğini” alenen beyan edip, o terör örgütlerinin katlettiklerini “kelle” , babalarını ise “karaktersiz” diye nitelendirenlerin gizledikleri tabiatları çokça gün yüzüne çıkmıştır. Ki bu bahsettiklerimiz hakikatin bir volkan gibi patlayıp ortaya çıktığına dair “devede kulak misali” örneklerdir. Bunlara kızgınlık anında sarf edilmiş sözler ile iç dünyanın dışavurumu da eklendiğinde aslında “maske, mesafe ve hijyen” ile gayet güzel güdülenlerin uyanmaması için bir neden yoktur.
Ama ne yazık ki gerçek hayat ile olması gereken arasında, eğer o hayatı yaşayanların benliği, aklı, ruhu ve izzeti uysallaştırılmış ve evcilleştirilmişse, her daim fark olmaktadır. Bu yüzden başka bir dönemde, başka bir zamanda kıyama neden olacak sözler, kıyamı hapsedenlerin döneminde, secdeye zemin hazırlamakta, “montajdır o montajdır”ın dayanılmaz hafifliği hafifmeşrep zihinleri sürüklendikleri duyarsızlık çukuruna daha da itmektedir. Eğer “montaj” olmadığı ispatlanırsa da bu sefer bir Şener ŞEN repliği devreye girmekte ve “hele bir sor niye yaptı” diyerek, ikna olmak için dua edenlerin, falanca harfli haberleri izleyerek ulaştıkları nirvanaya muhataplarını da davetleri, “bilenler” için ağır bir zulüm olarak ortalığa salınmaktadır.
Böyle olunca da ezenlerin, ezilenleri ezmek için ekstra bir çaba harcama gibi gayretleri de olmamaktadır. Onlar da “mal buysa ne mutlu bize” mantığıyla ağızlarındaki süzgeci kaldırıp dillerine geleni hiç esirgemeden “anlamayanların” yüzlerine vurmaktadırlar. Zaten “uzaya yol yapıyoruz desek inanırlar” rahatlığına sahip olanların çok da kendilerini kasmadan konuşacakları da böyle bir ortamdan dolayı bellidir.
Bu durum (ezilenlerin anlamaması, onlar anlamıyor diye ezenlerin daha rahat konuşmaları) bir kısır döngü gibi tekrar ederken gören gözler için ilginç bir sonuç da yaklaşmaktadır. O da bu kısır döngüden ve rahatlıktan dolayı sarf edilen sözlerin, bilinçaltını değil bilakis bilincin kendini ifşa ettiği ve bugüne kadar “ne olur ne olmaz” diyenlerin tedbiri artık bıraktıkları gerçeğidir. Yani artık tedbire ihtiyaç duymayan bir özgüvenle içlerindekini dile getirmekten çekinmemektedirler. Rahatça hakaret etmekte, planlarından bahsetmekte, tehdit etmekte, vurmakta, kırmakta ve çalmaktadırlar.
Ve işte asıl yanlışı bu şekilde yapmaktadırlar. Bütün imparatorluklar, tiranlıklar, diktatörlükler kendilerini en güçlü zannettikleri, hükmettiklerine en kaba davrandıkları ve o iktidarı, gücü ele geçirmek için kuşandıkları tedbir ve teyakkuz halini elden bıraktıkları anda çöküşe geçmişlerdir. “Nasıl olsa yeryüzünün hakimi biziz ve bize karşı koyacak hiçbir güç yoktur o halde ne diye korkalım ki” mantığı kendilerine hakim olup da muhataplarını hakir gördükleri anda darbe yemişlerdir.
İşte bu yüzden de yukarıda bahsettiğimiz “hele bir sor niye yapmış” cümlesine sırtlarını dayayıp, her türlü ihaneti aleni olarak yapanlar bir gün uyandıklarında tahtlarından olmuş Maho’lara dönüşebilir, daha önce hor ve hakir görüp sürekli olarak aldattıklarının kendi tahtlarına kurulduklarına şahit olabilirler.
O halde her ne kadar içinde bulunulan toplum şimdilik bu dışavurumları tam olarak anlamamış gibi görünse de artık herkesi zorlayan şartlar, yağmur gibi yağan sıkıntılar, şahit olunan sapmalar özellikle yeni nesillerin yukarıda bahsettiğimiz kısır döngüyü kırıp yeri geldiğinde harekete geçmesine, hakkı olanı talep etmesine vesile olacaktır.
Bu süreçte “teröristlerle mücadele(!) eden yegane terör örgütlerinin” mazlumların sağır edici suskunluğunu sermaye zannedip tüketmelerine ve maskelerini daha da indirmelerine sabretmek, “terör örgütleri” tarafından bizlere “terörist” diye tanıtılanların kimlere hizmet ettiklerini anlamak, dost ve düşman algımızı yeniden ele alıp alenen kendilerinin “terör örgütü” olduklarını beyan edenlerin kimlerin safında, kimlerle yan yana dolaşıp, kimlerle “normalleşmeyi gönülden arzu ettiklerine” odaklanmak, bizi “terörist” olmaktan koruyacak ve gerçek dostun kim olduğunu görmemizi sağlayacaktır.
Unutmayın ki kurgulanan dünyada kurgucu da, kahraman da, kötü karakter de aslında aynı senaryonun uygulayıcısıdırlar. Amaç “seyirciyi” izledikleri filmin gerçekliğine ikna etmektir. Asıl düşman ise, seyirciye izlediğinin bir film olduğunu hatırlatıp, gerçekle bağının kopmasını engelleyenlerdir. Öyleyse dostlarınızı iyi veya kötü “aktörlerden” değil, seyrettiğiniz filme gitmeyi reddedenlerden seçmeniz aldanmamanız, aldatılmamanız için elzemdir…
siyasetmektebi.com