“SÜSLÜ” GÜNDEM…

Bir kaç haftadır, açlıktan karnı guruldayan, yokluktan ve çaresizlik hissiyatından isyan noktasına gelen ve “Peşinden gittiklerimiz yoksa bizi aldatıyor mu? Biz perişan haldeyken onlar zevk-ü sefa içinde nasıl yüzüyorlar? Buna hakları var mı? Neden bizim “itibarımız” yerlerde sürünürken onların “itibarı” artıyor? Hayat neden bize pahalı geliyor da onların hep bir eli yağlı bir eli ballı? Bizim çocuklarımız neden işsiz de onların çocukları yatlar katlar sahibi? Bizim gençlerimiz neden gelecek kaygısından ümitsiz ve hatta intihara meyilli de onların civarındaki “gençler” pudra şekerli hayatlar yaşıyorlar? Ve ayrıca “Ümmet” diyerek “eyy” diyerek bizi ikna ettiler ama bunlar ümmetin düşmanlarıyla siyasi, ticari, askeri her türlü ilişkiyi nasıl devam ettiriyorlar? Neden tüm dünyayı tahakküm altına almaya çalışan büyük şeytanla dostlar, siyonist rejime muhtaçlar? Neden İslam ülkelerini işgal için asker gönderiyorlar, oraların tar-u mar edilmesine katkı sağlıyorlar da, Filistin gibi desteğe muhtaç bir İslam beldesine sadece “peynir” gemisi gönderiyorlar?” soruları zihinlerinde canlanan mazlumlara ve mahrumlara yeni masallar, yeni ninniler okunuyor, tv’lerden bıkmış olanlara sosyal medyadan tiyatrolar izletiliyor.
Bir yandan tüm toplumun, hakkında şüpheyle yaklaştığı aşılanmayla ilgili olarak yargının gayet etkin ve yetkin bir makamında bulunan bir şahsın itirazını yayımlayıp sonra onu işinden ederek(!), hakkında soruşturma açarak(!), bu küresel plana karşı çıkma hevesinde olanlara, “Bakın etkin ve yetkin biri karşı çıktı ona neler yaptık. Sizin gibi sıradan insanlara neler yapabileceğimizi bir düşünün” mesajı ile aba altından sopa gösteriliyor ve suskunluğun ömrü uzatacağına dair imalarda bulunuluyor, diğer taraftan alenen aşı olmak istemeyenler vatan haini ilan ediliyor.
Bu konu böylece hallolduğunda toplum yaşadığı sıkıntıları unutsun ve aynı zamanda geri planda devam eden zulmü, gaspı, ihanetleri ve haksızlıkları göremesin diye, halkın gözlerine “süslü” perdeler çekilmeye, danışıklı döğüşlerle yeni saflaşmalar oluşturulmaya, zihinler asıl gündemlerden uzaklaştırılıp “süslü” gündemlere odaklandırılmaya çalışılıyor. Daha önce sıkı fıkı dost olanlar, kanka muhabbetlerinin öznesi olanlar bir anda kanlı bıçaklı düşman olarak sahneye çıkıyor, güya muhalif olanlar dahi bütün gündemi bu tartışmaya(!) devşirebilmek için yoğun çaba harcıyorlar.
İşin ilginç yanı, kavga eden(!) her iki tarafın da aynı makama veya şahsa saygı duyması, o şahsın emirlerinden bir an olsun dışarıya çıkmayı dinden çıkmakla eş değer tutması, birbirlerine veya kendileri gibi figüranlara ne derlerse desinler, o saygı duydukları makama ve şahsa asla toz kondurmamak için yoğun çaba sarfetmeleridir. Oysa birazcık bu mevzularla ilgilenmiş olanlar bilirler ki bu figüranlar, tiyatronun yönetmeni izin vermedikçe tuvalete dahi gidecek cesarete sahip olmayan, dilenirse anında harcanacak, tiyatrodan atılacak figüranlardır. Bunların akletme, kendi başlarına karar verme ve kendi ihtiyarlarıyla dost ve düşman olma kabiliyetleri yoktur.
Eğer böyle bir danışıklı döğüşün içindelerse bilinmesi gerekir ki ya birilerini bütün günahlarından temizlemek için günah keçisi olma sorumluluğunu üstlenmektedirler, ya biten bir itibarı yeniden tesis etme derdindedirler, ya birilerinin aşındığı hissedilen gücünün (ileride yapacağı müdahaleyle bu tiyatroyu sonlandırıp kahraman gibi meydanlara çıkarak) yerli yerinde durduğunu ve ona itaatin farz(!) olduğunu, zaruri olduğunu ve ona itaat etmeyenin başına geleceklere hazır olması gerektiği mesajını verme gayretindeler ya da gözlerimizin önüne örttükleri o “süslü” perdelerin arkasında yeni ihanet ve zulümlerinin rahatça tasarlanmasını ve uygulanmasını sağlamak için uğraşmaktadırlar. Yoksa ne suçlayanın ne de suçlananın zerre iradesi yoktur bu tiyatroda.
Hal böyleyken ve bu durum daha önce defaatle tekrarlanmışken bazı kardeşlerimizin bu yaşananları takip edip bir de üstüne yorumlar yapmaları, gündemlerini onları bir girdaba çekmeye çalışanların belirlemelerine müsaade etmeleri, sanki daha önceden bilmedikleri hakikatler açıklanıyormuşcasına heyecana kapılıp “bak görüyor musun neler oluyormuş?” havasına girmeleri, bu kavgada saf tutmasalar da her iki safın ipi ellerinde olanı değil de, kuklaları birbirlerine karşı söyledikleriyle eleştirmeye kalkışmaları üzücüdür.
Oysa, direniş eri bir müminin gündemi her daim bellidir. O’nun savunacağı doğrular da karşı duracağı yanlışlar da aşikardır. O hedefi on ikiden vurur. Hedeften asla sapmaz, Dostu çok iyi tanıyıp ondan ayrılmayacağı gibi düşmanını da çok iyi tanır ve onun tuzaklarından kendini korur. Düşmanının kendisini çekmek istediği dehlizlerden, çukurlardan, tuzaklardan ve girdaplardan uzak durur. Düşmanın bak dediği yere değil, bakması gereken yere bakar. Mücadelesinde düşmanının uşaklarından yararlanmaz. Onları da düşmanının bir parçası bilir. Uyanık olur. Ne tiyatrolara, ne masallara, ne de ninnilere vakit ayırmaz.
Hele ki dünya topyekün bir değişimin ve devrimin eşiğindeyken direniş eri, İmam’ının gündeminden başka bir gündemi takip etmez. Sineklerin vızıltısıyla mücadele etmez, bataklığı kurutmaya yeminlidir. Yeryüzündeki bütün zulmün fikir babası olan siyonizmi ortadan kaldırdığında, bugün izlediği tiyatronun yönetmeninin de figüranlarının da ortadan kalkacağını bilir. Elbette bölgesel sıkıntılarla ilgilenir ve halkını bu konularda bilinçlendirir. Ama asla yaşanan sıkıntıların sadece kendi bölgesiyle alakalı olduğunu düşünmez. Hani o tekrarlanan meşhur söz gibi “resmin bütününü görür.” Ve halkına bu bütünü izah eder.
Yarım yamalak ifşa edilen haksızlıkların ve onu ifşa eden ve her biri bu haksızlıklarda pay sahibi olan ufak zalimlerin sözleriyle mutlu olmaz, harekete geçmez. Aksine bu yarım yamalak açıklamaların, bir bütünü gizlemek için dile getirildiğini bilir ve bu açıklamaların korumaya çalıştıklarıyla mücadele eder. Elleri kanlı olanlar ile, “kanlarımızla duş almaya niyeti olanların”, özünde suya sabuna dokunmayan ifşaatlarıyla yetinmez. Bu ifşaatların tarafı olmaz. Düşmanı bir bütün olarak görür. Ve hala düşman olandan dost devşirmez.
Öyleyse direniş erinin çevresinde her ne olursa olsun hedefi Kudüs olur, siyonizmin yerle yeksan edilmesi olur. Attığı taşı bunun için atar, sözünü bunun için söyler. Hiçbir kargaşanın, hiçbir velvelenin mazlumlara bu hedefi unutturmasına müsaade etmez, elde edilen zaferin bunca toz duman içinde görünmez kılınmasına izin vermez. Bu noktada direniş eri at gözlüğü takar. Sadece hedefine odaklanır ve o hedefe ulaşmak için ilerlerken çevresinde koparılan yaygaralara kulak asmaz.
Bu yüzden direniş cephesi erlerine tavsiyemiz bu mevzuları takip etseler bile bu mevzuları tezgahlayanların isteğine uygun olarak onları gündem etmemeleri, halkı uyandırmak için bu ifşaatları kullansalar bile bu ifşaatların çok daha büyüklerini gizlemek için tasarlandığını anlatmaları, halkın dikkatini figüranlara değil yönetmene çekmeleri ve her ne olursa olsun hedefin siyonizm olduğunu unutmamalarıdır. Çünkü siyonizm tüm dünyadaki en küçük dahi görünen haksızlığın, zulmün, gaspın ve sömürünün yegane dayanağıdır. Onu yeryüzünden silmek bizim yegane hedefimizdir. Bu hedeften asla sapmamak ise basiretimizin gereğidir.
siyasetmektebi.com