Siret-ün NebiSon Yazılar

ŞÜPHE İYİDİR…

Şüphe İyidir...

Saflığın, uyanıklar tarafından sürekli olarak reklamının yapıldığı ve tilkilerin anlattıkları masallarla aslanları uyutmaya çalıştıkları bir devirde şüphe, hakikate ulaşmanın en etkin aracıdır aslında. Sorgulanmak istemeyen zalimlerin, soru sormanın haram sayıldığı din anlayışını maaşlı alimlerince yayma çabaları da zaten kendi başlarına hiçbir güce sahip olmayan bu tilkilerin, asıl gücün sahiplerini ehlileştirme gayretinden başka bir amaca hizmet etmemektedir. Yolsuzluğun “hırsızlık” sayılmadığı, faize bereket temennilerinin eşlik ettiği, özgürlük(!) adına düşünme yetisinin ortadan kalkması için içki fabrikalarının bolca açıldığı, fuhşun başörtüsü ile maskelenip pazarlandığı ve meşrulaştırıldığı, vurgunun, talanın, ihanetin kitabının delikanlıca(!) yazılıp duble yollarla tüm memlekete en süratli şekilde ulaştırıldığı, komşunun evine göz dikenlere kendi evinden geçiş hakkı tanındığı ve komşunun evini yakıp külü üzerinden sarayların inşa edildiği bir düzende, neye ve kime olduğu bazılarınca anlaşılamayan bir tek secde bütün günahları “ak”layabilmektedir ve “papaz elbisesi” giymiş olanlar kendi günahlarını üzerlerinden çıkarıp atmaktadırlar. Ve işte böyle bir düzende doğal olarak “şüphe”, imanı(!) tehlikeye sokan en kötü amel olarak pazarlanmaktadır.

Her ne hikmetse kaza ve kaderin her daim zalimlere hizmet ettiği ve mazlumun derdine deva olmazken zalimin saraylarını inşa ettiği bir dönemde, rıza Allah’tan (c.c.) uzaklaştırılıp zulme çevrilmekte, zalimin rızasını kazananın Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmış olacağı zihinlere sinsice işlenmektedir. “Başınızdakiler zalim de olsa itaat edin” gibi zillet kokan sözler ile imanlarını inşa ettikleri halkları kendilerine rahatça itaat ettiren sarayın sahipleri ve saray dininin uleması, aklın çalışmasının önüne geçmek için ya düşünme yollarını tıkamakta ya da akla özgürce düşünmesini engellemek için oyalanıp duracağı karmaşık fikirsel oyuncaklar sunmaktadırlar ki, kendilerinin eylemlerinden şüphe duymak kimsenin aklına gelmesin ve hiç kimse neden, niçin ve nasıl diye sorgulamayı akletmesin. Ve böylece cesetlerden ibaret olan topluluklara, tek diri olarak, hükmetme yetkisini ellerine alsınlar,gem vurdukları zihinleri diledikleri fikirlerin ve düşüncelerin merasında otlatabilsinler.

Milyarlarca mazlumun bir kaç milyon zalimin zulmünden inlediği bir çağda, zulmün elindeki en etkili araçlardan biri işte yukarıda bahsettiğimiz ele geçirilmiş zihinler ve düşüncelerdir. Fikirlerini kendi özlerinden, kültürlerinden, inançlarından üretemez hale getirilen kitlelerin bu açlığı sürekli olarak yapay gıdalar ile giderildiğinden, türlü fikirsel rahatsızlıklar ve sapmalar meydana gelmekte, mazlumların zalimleri desteklemesi gibi garabetler ortaya çıkmaktadır. Açlıktan şikayet ederken aç bırakana dua edenlerin yakalandıkları amansız hastalık da budur. Başlarını koyabilecekleri bir gecekondudan dahi mahrum olanların sarayların itibarından bahsetmeleri de bundandır, yedi yüz tanesi bir kol saati etmeyenlerin o kol saatine sahip olanlara destek vermeleri de. Ne düşüneceğini ve neye inanacağını düşmanlarından öğrenenlerin bir tülü şifa bulmaması da bundandır.

Oysa zulmün ele geçirdiği dine değil de Allah’ın (c.c.) Elçisi’nin (s.a.a.) tebliğ ettiği dine iman edenler için şüphe, imana ulaşmanın ilk adımıdır ve müslüman uyanık olmakla mükelleftir. “Aynı delikten iki kere ısırıldığında” dahi kınanan bir müslümanın, zulmün aynı tuzağına defaatle düşmesi ve dostunu düşmanını ayırt edememesi düşünülemez. Ve bilinçli müslümanların yaşadığı bir ortamda sorgulamak, halkın en temel görevlerinden biridir. Bu yüzden sorgusuz sualsiz itaati, dostu düşmanı hak ölçüsünce tanıtmayan bir sistemde sunan hiç kimse mazlumun dostu olamaz ve böyle birinin sözüne asla itibar edilemez. Çünkü böyle birinin dilinden her ne kadar hoşgörü, birlik, vatan, millet, sakarya yüklü cümleler dökülse de o cümlelerin parantezinde her seferinde zillet ve ihanet vardır. Her seferinde tamah, aç gözlülük ve dünyaperestlik saklıdır “susun ve kabullenin” diyenin sözlerinde.

Resulullah (s.a.a.) “Yönetim şer ve kötü olduğunda her şeyden şüphelenin ve iyimser olmayın” diyerek ne güzel buyurmuştur. “Şer”liklerini her fırsatta belli eden ve döktükleri kan ile tüm dünyayı kızıla boyayanların tahakkümünde yaşarken, hüsn-ü zan sahibi olmak adına gözlerimizi hakikate kapatmak kukla olmayı kabullenmektir. İplerimizi habislerin o pis ellerine teslim ettiğimizde uzaklaşacaktır bizden basiret, iman, izzet ve şahsiyet. Varlıkları ile tüm yeryüzündeki şerri besleyenlerden hayır beklemek kuzunun başını okşayan kurdun şefkatini övmektir. Kurt sürüsüyle çevrilmişken hangi kurdun diğerinden daha ehven olduğunu düşünmek ise tam anlamıyla ahmaklıktır. O halde bunca şerri yasal hale getirmiş bir düzende aslolan şüphe ehli olmaktır. Kötümser olup her icraatin asıl nedenini araştırmak, her iyi niyet gösterisinden şüphelenmek ilahi vazifedir. Çünkü ancak böyle elde edilir basiret ve ancak böylece düşmanın hareket alanı daraltılır. Mescid-i dırar ancak böyle tanınır, İbn-i Übey’in nifağı ancak böyle etkisiz kılınır. Düşmanı dost kılanların fitnesi ancak böyle bertaraf edilir çünkü.

Yaşadığı coğrafyadaki zulme karşı teyakkuz halinde olan ve o zulmün her fiiline şüphe ile yaklaşanın basireti, bir süre sonra kuşatır cihanı ve tüm yeryüzündeki gelişmeleri bu pencereden bakarak değerlendirenin gözlerindeki perdeler de birbir açılır gider. “Ayağına taş takılsa büyük şeytandan” bilen biri, o taşın tesadüfen orada olduğunu düşünen birinden her daim daha uyanıktır. Tesadüfe yer yoktur hak batıl savaşında ve hak cephesinin safında olanlar batılın safında olanlara “saf”ça meyletmezler asla. Siyonizmi destekleyenlerin peşinden gidip hakkın zaferini ummazlar mesela. Yardım (!) edenin geçmişine ve kimliğine bakarak doğrulturlar şüphe silahını ona ve tecrübelerinden dolayı bırakırlar iyimser olmayı. 5 yıl süren savaşta sadece gürleyenlerin(!), savaşın sonunda konuşma vakti yaklaşmışken bir anda yağmalarının altında ki sebebi sorgularlar “şer ve kötü idarelerin yönetiminde” olan dünyada yaşayan müslümanlar. Çünkü müslüman olan uyanıktır, uyanık olan tedbirli.

Bu meyanda hem içinde yaşadığımız coğrafyada hem de yeryüzünün bütününde meydana gelen olaylara bakışımız bugün şüphe eksenli olmalıdır bizce. Zira ne hakla ve adaletle idare ediliyoruz ne de yeryüzüne hak ve adalet hükmetmekte. Birden fazla renge ve birden fazla yüze sahip olan küfür ile karışık nifağın desenlerine aldanmadan, gülümsemesine kanmadan hedefe odaklanarak atmalıyız her adımımızı. Ne bu duble yollar, ne saraylar ne de başka icraatler unutturmamalı bunca asırlık zulmün bizi hakikatten nasıl uzaklaştırdığını ve bize ait olanların nasıl yağmalandığını. “Hiç mi iyi bir yanı yok?” diyenlere en zehirli varlıkların en güzel renklere sahip oldukları hatırlatılmalı. Ve yine Suriye gibi hak- batıl savaşının başlangıç ve dönüm noktası olan bir coğrafyada yaşanan onca çatışmadan ve verilen onca şehitten sonra direniş cephesinin mirasının talan edilmesine müsade edilmemeli. “Ben de sizdenim” demek isteyene karşı sorulmalı siyonizm. Siyonizme karşı duruşu belirlemeli bize olan dostluğunu. Çünkü ayakta kalabilmek ve sapmamak için şüphe ehli olmak zaruridir bu devirde.

“Peki bunca şüpheden sonra yok mu huzur bize?” diye soracak olanlara Resulullah’ın (s.a.a.) hadisinin devamını nakledelim; “Ama yönetim iyi ve halkı düşünen bir düzen olursa, kötümserlik ve şüpheyi bir kenara bırakın ve birbirinize karşı iyimser olun, birbirinizin sözünü doğru kabul edip dinleyin; birbirinizin kötü taraflarını değil iyi taraflarını görün.” İslam İnkılabı gibi bir idare ve bu idarenin başında olduğu bir direniş cephesine sahip olan bizler, şer ve kötü yönetimlere karşı ne kadar şüpheli ve temkinliysek, İmam’ın başındaki İnkılaba gerçekten bağlı olanlara kaşı o kadar iyimseriz ve onların zaferine iman etmiş durumdayız. Biz İnkılabımızın her icraatine razıyız ve İmamımızın her fermanına amadeyiz. Bu noktada zerre şüphe edenlerden beriyiz, “İyi ama şunu neden yaptılar” diyenlerin samimi olmadıklarından eminiz.

Bir çağın sonundayız ve hakka iman edenlerin batıl ne yaparsa yapsın ondan uzak kalması gerektiğini düşünmekteyiz. O halde zalimden şüphe etmek ve mazlumu hoş görmektir vazifemiz. Ama önce dostu ve düşmanı tanımak için gayret etmeli, kurttan, ayıdan medet beklemeyecek şekilde kendimizi yetiştirmeliyiz.

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı