Siyasi KavramlarSon Yazılar

Siyasi Bilinç ve Vahdet -1-

vahdet

Bireysel yaşama ihtimali bulunmayan, yaratılış gereği kendinden başkalarına muhtaç olan insanoğlu, varoluşundan bu yana hep birlik olma ve bir arada bulunma ihtiyacı hissetmiş ve bunun için şehirler, devletler kurmuştur. Bir arada yaşama isteği ister istemez kanun ve kurallara olan gereksinimi ortaya çıkarmış, kanun ve kuralların tesbiti ise onu uygulayacak bir gücün ve iktidarın oluşturulmasını gerekli kılmıştır.

Zamanla oluşturulan iktidarlar toplumları yönetirken onlara hizmet etme ve düzeni sağlama düşüncesinden uzaklaşmış ve toplumu, kendi iktidarlarının ihtiyaçlarını karşılayacak ve kendi heva ve heveslerine hizmet için kullanacakları bir araç olarak görmeye başlamışlar ve insanın azan nefsinin bir temsili misali toplumların azan nefsi haline gelmişler ve toplumları fesada sürüklemişlerdir.

Bu toplumlara Yaratıcı tarafından elçiler gönderilmiş fesad bataklığında boğulmak üzere olan toplum fertleri ve fesadın kaynağı iktidarlar uyarılmış hidayet yolu gösterilmiştir. Böylece toplumun nefsi konumundaki iktidarların karşısında, aklı ve vicdanı temsil eden ve menşei Yüce Yaratıcı olan “Ruhullah” destekli oluşumlar meydana gelmiş ve bu şekilde hak ve batıl mücadelesi, hidayet ve delalet önderlerinin rehberliğinde başlamıştır. Bu mücadele insanlık tarihi ile başlayıp kıyamete kadar sürecek ve bu savaş İmam-ı Zaman Mehdi(a.f.) gelince son bulacaktır.

İşte bu noktada irdelemek istediğimiz, bu süreçte İslami kimliğe bürünmüş olan bizlerin nasıl bir siyasi tavır almamızın ve bu tavırların sosyal hayata yansımalarının nasıl olması gerektiğidir. Muhakkak ki her değerlendirme değerlendirenin öznel yargılarını da barındıracağı için tüm bireyleri kuşatamama ve yanılma tehlikesini de içinde taşıyacaktır. Ve yine her değerlendirme değerlendirenin ilmiyle sınırlıdır. Rabbim dilimizin bağını çözsün ve anlatmak istediğimizi anlatabilmeyi nasip etsin.

Siyaset, yönetme bilimi veya sanatı olarak tanımlanan bir kavramdır. Bu kavrama bağlı bilgi, iktidar sahiplerinin iktidarlarını sürdürmek ve güçlendirmek için hangi argümanlara sahip olmaları gerektiğini araştırdığı gibi, bu bilgiyi kullanan insanların bu sanatı hayatlarına aksettirerek şekillendirdikleri eylem ve söylemleri ile inandıkları davaya olan katkılarını da arttırmalarını ve başka insanlara ulaşmada izleyecekleri yolu ve yaklaşımları belirlemelerini de sağlayacaktır. Aynı zamanda siyaseti, kişinin inandığı davasını yaşama ve inandığı davasını her türlü tahriften ve saldırıdan koruma ve halka ulaştırma bilinci olarak yani “siyasi bilinç” olarak da adlandırabiliriz.

İslam’da “la” ile başlayan siyasi bilinç, bunun tezahürü olan Allah’tan başka hüküm koyucuları reddetmeyle ve en sonunda “illallah”la kendini ortaya koymaktadır. Aslında tüm inancımızın hülasası olan kelime-i tevhid, bu dini kabul ederken bizleri siyasallaştırmış ve yıkılmaz, yenilmez bir siyasi bilince kavuşturmuştur.
Söylendiğinde yeri göğü titreten bu cümle bizler ne söylediğimizden gaflete düştüğümüzden beri zihinlerdeki ve yüreklerdeki etkisini yitirmiş gibi görünse dahi, çağın ebu cehilleri, ebu lehebleri ve ebu sufyanları, selefleri gibi her duyduklarında korkuya ve dehşete kapılmaktadırlar. Tek başına bu tevhid cümlesi, ilahlık taslayan tüm sistemlere karşı takınacağımız tavrımızı belirlemekte ve o sistemlerin tüm şirin görünümlerine ve bizlere yaklaşma çabalarına ve vaatlerine “güneşi sağ elime ayı sol elime verseniz dahi davamdan vazgeçmem” direncini göstermemizi sağlamaktadır.

Hakka olan kinine rağmen batıl sistemler, Hakk aşıklarının Hakka meylini engellemek veya en azından Hakkın uygulanması isteklerini ve bu çabalarını boşa çıkarmak için bizlerin gözüne, nefsine hoş gelen renklere girmekte tereddüt etmemekte ve bizleri kendi renklerine davet etmektedirler. Oysa “Allah’ın rengiyle” boyanan müminler için o renkten daha güzeli olmayacaktır.

Siyasi bilince sahip hiçbir müslüman, beşeri sistemlerin oyunlarına aldanmayacak ve “kurdukları tuzaklardan” korkmayacaktır. “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler” ve “şeytanın dostlarıyla olan savaşın” “fitne kalkıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar” süreceğinin farkında olan müslümanlar, “kim bir kavme benzerse onlardandır” hadisi ile savaş halinde oldukları gayr-i İslami beşeri sistemlerin her türlü etkisinden korunmaya çalışacak ve her an sapmaya karşı teyakkuz halinde bulunmak zorunda kalacaklardır.

Bu bilince sahip olduktan sonra, kıldıkları namazdaki kıyamı toplumsal hayata yansıtmayı, aldıkları tekbirin gereği Allah’tan başka büyük olduğunu iddia edenleri ellerinin tersiyle dışlamayı ve itmeyi, başka hiçbir güce değil sadece Allah’a secde etmeyi, Cuma günleri ve hac da bir araya gelip birlik mesajı vermeyi, oruç tutarak açlığa ve her türlü ambargoya direnmeyi ve en önemlisi “canını ve malını Allah’a satarak” şehadeti saadet bilmeyi, inancının gereği olarak idrak etmiş olan her müslümanın, bu aşamadan sonra “ibadeti siyaset, siyaseti ibadettir” artık.

Bu öyle bir bilinçtir ki “ana babaları dahi olsa” kendilerini bu yoldan hiç kimse saptıramaz ve “Allah onlardan razı onlarda Allah dan razı olmuştur”. Bu yolda “kurşunla kenetlenmiş bir bina gibi saf tutarlar” “hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar”. Düşmanları aleyhlerinde birleşse “Allah bize yeter O ne güzel vekildir” der “üzülmeden gevşemeden galip gelecek olanın “kendileri olduğunu bilirler. “Yaşamları ve ölümleri” davalarına yarar sağlasın diye uğraşan ve ölümlerini halkın iman etmesi için kullanan bu ashabı uhdud takipçileri her türlü zorlukta “Allah’tan sabır ve namazla yardım ister”ler ve “kalpleri ancak Allah’ı anarak huzur bulur.”

İşte bu anlattıklarımız İslam’ın, takipçilerini daha baştan siyasi bir bilinçle tabi tuttuğu eğitiminden bir kesittir. Bu eğitim, İslam düşmanlarına karşı Müslümanları yetiştirmeyi hedefleyen, İslam’ın kanun koyma yetkisini Allah’tan başkasından kabul etmeyeceğini, bu kanunların uygulayıcılarının da Allah tarafından belirlendiğini ve bunlara itaatin farz kılındığını belirten ilahi nizamın bir parçasıdır.

İslam, gayr-i İslami sistem ve düşüncelere karşı bizleri bu şekilde eğitip siyasi bilinç vermeyi amaçlarken, bugün ümmetin düştüğü bu parçalanma ve dağılmanın sebepleri ve bizlere düşen görevler nelerdir? Siyasi olarak bilinç sahibi olmak neyi gerektirir? Bir sonraki yazımızda irdelemek istediğimiz konu budur.

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı