ŞEYTAN SECDEYE DURDU…

Yaratılış ile ilgili ayetleri incelediğimizde ve rivayetlerdeki hakikatlere baktığımızda, ilk andan itibaren ademoğlunun en büyük düşmanı olduğunu, kibir ve inat deryasında yüzmekten bir an dahi geri durmadığını öğrendiğimiz şeytanın, insanoğluna karşı ilk eylemi onu küçümseyip, Allah’ın (c.c.) açık ve net emrine muhalefet pahasına ona secde etmemesi olmuştur ki bu eylem şeytanın bulunduğu makamdan esfele safilin çukuruna düşmesinin önünü açmıştır. Böylece secde etmeyi red ettiği insanoğluna daha fazla kinlenen şeytan, insanoğlunu kendinden üstün kılan konumundan ve imanından uzaklaştırmak için çok çeşitli tuzaklar kurmuştur. Sinsi olduğu için, bazen iyilik meleği misali insanoğluna onun iyiliğini düşündüğü izlenimi vererek yakınına kadar sokulabilmiş, isyan ettiği Allah’ın (c.c.) adını kullanarak insanı sırat-ı müstakimden uzaklaştırma gayretine girmiştir. Bazen de nefisleri okşayıcı bir sesle kibri ve gururu beslemiş ve insanın kendi gibi mütekebbirleşerek secdeden bigane kalmasını sağlamıştır. Düşmanı olduğu din, çoğu zaman elindeki en büyük koz olmuş, uşakları ile ters yüz ettiği hakikatleri yegane gerçekler olarak cehaletin pençesinde biçareliği kabullenmişlere sunmuştur.
Bütün yaratılış tarihi şeytanın ve dostlarının oluşturduğu batıl safıyla, Allah’ın (c.c.) gönderdiği Resullerin (a.s.) ve dostlarının oluşturduğu hak safı arasındaki mücadele ile şekillenirken, bu tarih şeytanın hiçbir zaman insanın karşısında secde etmediğine de şahitlik etmiştir. İşine geldiği yere kadar kullandığı uşaklarını, ihtiyacı kalmadığı anda başıboş bırakıp terkeden ve onların günahlarına ortak olmadığını beyan eden şeytan, yeryüzünde siyonizm adı ile sistemleştirdiği düzenin bekası için her yolu denemiş, her sapkınlığı kullanmış, her zulmü işlemiştir ki bütün varlığı boyunca yeryüzünde kendine hizmet eden bu kadar değerli bir sisteme daha sahip olamadığından, siyonizmin üzerinde adeta bütün şefkati ile durmuş, onu kollayıp gözetmiştir. Bunun için başka bir kıtada büyük şeytanın temelini dahi atan şeytan, dünya savaşlarını çıkarıp halkların gözünde siyonizmi meşrulaştırma çabasına girmiştir. Aslında belli bir döneme kadar başarıya ulaşmış olsa da 36 yıl önce aldığı büyük bir darbe ile yüzlerce yıllık çabasının boşa gideceği işaretlerini alınca yasa bürünmüştür.
İşte bu noktada şeytan, insi dostlarının ve uşaklarının da yardımıyla ayakta kalmanın yollarını aramaya başlamıştır. Darbe yediği İslam İnkılabının yanı başında kendi dostları ile darbeler yaparak hakimiyetini pekiştirmiş olsa bile bu durum şeytanın kalbine sükunet verememiştir. Zira halkların gönüllerinde ve fıtratlarında bulunan iman, şimdilik sakin bir yanardağ gibidir ve yeri geldiğinde faaliyete geçmeye ve zulmü yakacak kızıl lavlar püskürtmeye gebedir. Bu yüzden nasıl bir yol izleyeceği hakkında çokça telaşa düşmüşken, İnkılabın komşusunda süfyaninin tohumunun bulunduğu farketmiştir. Bu tohumu özenle büyütmüş, dilini batılı murad eden hak sözlerle süslemiş, din ile yüzüne maske çekmiş, yiğitlikle(!) ihanetini gizlemiş, dostlarının düşmanlığı(!) ile mazlumiyetini pekiştirmiş ve zaten kendi emrindeki sistem ile yıllardır imandan ve basiretten yoksun bırakmaya çalıştığı mazlumların kabullenip peşinden gideceği, sesinden etkilenip haktan sapabileceği buzağı haline getirmiştir.
Şeytanın şefkatli (!) kollarında fitne ile beslenerek büyüyen ve boyu gibi kibri de uzayan süfyani, nifakta büluğa erişince artık üzerine düşen vazifesini ifa etmeye hazırlanmış, pavyonlarda karı kız peşinde koşma dönemlerinin hemen akabinde takke takarak tekkelerde boy göstermeye, İslami hareket liderlerinin dizinin dibinde pozlar vermeye, ‘ya Allah, bismillah’ zikrini kalabalıkların önünde çokça zikretmeye, daha sonra kendisine biatlerini açıkça ilan edecek olan zalimlere karşı efelenmeye, hutbesiz cumaları şenlendirmeye başlamıştır. Önce memleketin küçük bir bölümünde şehremini görevi verilerek ilerideki ihanetleri için staj yaptırılmış, sonra onlarca kitapta yazan ve herkesin okuduğu ama kimsenin umurunda olmayan bir şiir okutularak mazlumiyet kisvesine büründürülmüş ve asıl hazırlandığı görevine ulaşması sağlanmıştır. Bu süfyani, aslında edepten ve edebiyattan fersah fersah uzakken, şiir kasetleri çıkarınca, zahire bakacak gözlerine dahi mil çekilenler tarafından baştacı edilmiş, sonraları ‘ananı da al git’ gibi veciz bir sözün mimarı olacak olan süfyani, memleketin idari olarak en üst makamına çıkarılmıştır.
Şeytan, sürekli direktiflerle yönlendirdiği süfyaninin, bu denli başarılı olduğunu görünce ona sonsuz itimat etmeye başlamış, diğer uşaklarını ve hatta büyük şeytanın ve siyonist çetenin başındaki uşaklarını süfyaniye karşı saygıda kusur etmemeleri yönünde uyarmıştır ki bunun en belirgin işareti, herkese ahkam kesen siyonistlerin ‘one minute’ tiyatrosuna sabretmeleridir. Bu süfyani, iktidara gelir gelmez din ile dine karşı gizli bir savaş vermeye başlamış, şeklini koruduğu(!) dinin içini tahrif etmiş, haramları helal helalleri haram kılmış, hırsızlığı meşrulaştırıp faizi zamanın gereği ilan etmiş, zinayı örtü ile gizlemiş, batıla giden yoları onarmış çift şerit yapmıştır. Ahireti ve imanı çıkardığı kalplere dünyayı yerleştirmiş ve bunu öyle bir ‘ustalıkla’ yapmıştır ki alnı secde görenlerin kıbleleri bankalar olmuştur. Zulme karşı yumruklaşan eller namahremlerin elini ‘bu devirde’ tutmayı kanıksamış, iffetsizlik diyarında deyyusluk ağacının meyveleri kimi zaman sakallı kimi zaman başı bağlı olarak arzı endam etmiştir. İmanın hicreti ile birlikte izzette terk-i kalp edince, zillet meydanı boş bulup cirit atmıştır.
Bu da yetmezmiş gibi süfyani o mel’un elini diğer İslam ülkelerine de uzatmış, huzurlu beldeleri viraneye çevirmiş, mazlumların ah-u zarları ile halay çekmiştir. İslam İnkılabının nurunun ulaştığı her coğrafyaya pis burnunu sokarak o coğrafyaları karıştırma derdine düşen süfyani, kendini alternatif olarak sunduğu İslam İnkılabının karşısında mezhebi hassasiyetleri kullanmayı denemiş, uşakları vasıtasıyla da ilk başlarda belli oranda başarılı olmuşsa da batılın en büyük liderinin yaşadığı devirde hak cephesinin muazzam basiret, iman, yiğitlik, ihlas ve takva ile donanmış İmamı karşısında yenilgiye uğramıştır. Ama yine de bütün bu çabaları şeytanın yegane halis ve saf sistemi olan siyonist çetenin ömrünü uzattığından, süfyaninin değeri şeytanın ve dostlarının yanında henüz azalmamıştır ve hatta muhtemelen şeytan, kendini geçen bu talebesine hayran olarak bakmaya doyamamaktadır.
Şu bir gerçektir ki tarihin hangi dönemine bakarsanız bakın, süfyani gibi bir hilekara, yalancıya, oyunbaza, haine, kafire, zalime, münafığa rastlamanız mümkün değildir. Tarihteki her zalim, kafir veya münafık tek bir sıfatla tanımalanabilirken, muhatap olduğumuz süfyaniye tüm sıfatların birebir uyuyor olması ve bütün bu sıfatları en kamil şekliyle taşıyor olması bile, devrin ne denli önemli bir devir olduğunun ve hak batıl savaşının bugün ne kadar şiddetlendiğinin en önemli belirtisidir. Batılın başındaki süfyani işinde o kadar ‘usta’dır ki yenilgileri dahi zafer olarak lanse edip, hakikate ulaşma imkanı olmayanların gönüllerinin hakka kaymasına engel olmaya çalışmaktadır. Batılın bütün önderlerinin ümitleri tükenmişken ve yok oluşlarının ayak seslerinden ürkmüşlerken, bir tek süfyaninin batılın zaferine yönelik ümitvar oluşu, diğerlerini sürekli savaşa teşvik edişi, yok oluşunun geldiğini bile bile saraylar inşa edip ‘yıkılmadım ayaktayım’ mesajı verişi ve artık halkın teveccühünü ve kendine meylini dahi umursamadan aleni olarak hakaretvari konuşup bütün zenginlikleri kendine ve çevresine peşkeş çekişi, bahsi geçen süfyaninin öğretmenlerini ve bilhassa baş öğretmeni olan şeytanı, küfür, nifak ve zulümde geçtiğinin delilidir.
Bu süfyani artık şeytan-ı kamildir ve şeytanın bunun dizinin dibinde oturup ders alması gerekmektedir. Ademe secde etmeyen şeytan, kendi yaptığı puta artık secde etmektedir. Zira şeytanın kibri, süfyaninin kibrinin ateşinde erimiş ve şeytan maşukunu bulmuştur. Besleyip büyüttüğü süfyaninin başarıları, binlerce yıllık çabalarını geride bırakmıştır. Şeytanın gönlü rahattır. Çünkü secde ettiği, kendini geçse bile kendinden bir parçadır…
siyasetmektebi.com