HasbihalSon Yazılar

SARHOŞUN NAMAZI…

Akıl, insanın tekamülünde ve diğer yaratılan bütün varlıklara karşı üstünlüğünü ispatında rol oynayan en önemli nimetlerden biridir ve bu nimet iki ayak üzerinde yürümeyi öğrenmiş mahluklarla insanlar arasındaki temel farkı da ortaya koyarak her konuşanın, yürüyenin veya iş yapanın “insan” olarak nitelendirilemeyeceğini de ispat etmektedir. Bu yüzden insan, aklını kullandığı ölçüde tekamül edip kamil bir insan olacağı gibi, aklını kullanma isteği ve hevesi duyduğu ölçüde de o aklı insanlığı nispetinde geliştirebilecektir. Aklını kullanmayı başarabilen insan soru sormayı keşfederek kendisi ve çevresi hakkında bilgi toplamaya, varlığı, varoluşu ve nedenlerini sorgulamaya, kendisinden bağımsız olarak varlığını devam ettiren kainatla ilgilenmeye, dersler, ibretler almaya, başkalarının dertleriyle dertlenmeye, nemelazımcılıktan, vurdumduymazlıktan kurtulmaya başlayacak, insan olmanın sorumluluğunu taşıyabilecek kapasiteye ulaşacaktır.

Bu kapasiteye ulaştıktan sonra ise bu “insan” her akıllı insan gibi önce problemleri tespit etmeye başlayacak ve sonra bu problemlerin çözümlerine odaklanacaktır. Böyle “insan”ların çoğaldığı bir toplumda ise maddi ve manevi refah artacak, insanlık düşmanlarının hareket alanları kısıtlanacaktır. Gecekondulara mahkum bırakılmışların, “hangi suçtan dolayı öldürüldüğü” dahi bilinmeyen mazlumların, hakları, sermayeleri yağmalananların tüm bu çektiklerinin aslında kaderleri olmadığı, “nerede bir bolluk varsa hemen yanı başında çiğnenmiş bir hak olduğu” gerçeği aklın hakim olduğu bünyelerin sayısı arttıkça ortaya çıkacak, zalimlerin, uyanıkların, her türlü kötülüğün ustalarının “aklı” devreden çıkararak kurdukları saltanatları ve “bilinçsizliğin” çorak toprakları üzerine inşa ettikleri sarayları sarsılacaktır.

İşte böyle bir dünyada akılsızlığın dayanılmaz hafifliğinden beslenenlere yer olmadığı için zulüm yeryüzünden bir daha dönmemek üzere sürgün edilecektir. Adalet, her eylemiyle aklı besleyecek, onu takviye edecek ve yine onu ait olduğu bedenlere yerleştirerek şerefin, izzetin, şahsiyetin ve onurun önce bu bedenlere sonra ise bedenleri ile ruhlarını “insan” kılanların yaşadığı topraklara yerleşmesini sağlayacaktır. Böyle topraklarda ise saraylar değil ilim merkezleri, şifa merkezleri, ahlak merkezleri ve irfan merkezleri inşa edilecek, yegane üstünlüğün “takva” ile gerçekleşeceği hakikati kalpleri sükuna ulaştıracaktır. Maddiyatın maneviyatın emrinde olmak için yaratıldığı anlaşılacağından maneviyatını maddiyatına feda edenlerin sözleri değersizleşecektir. İdare edenlerin idare ettiklerinin hizmetçisi oldukları gerçeği “bir kavmin yöneticisi ona hizmet edenidir” buyruğu gereği ortaya çıkacak ve böylece idare ettiklerine “ben sizin rabbiniz değil miyim?” tavrıyla yaklaşanların, mazlumlara tepeden bakanların yıllarca hükmeden kibirleri ayaklar altına alınacaktır.

Tam da bu yüzden akıl nimeti zalimler tarafından mazlumların elinden alınmaya çalışılmakta, halklar akıldan uzak tutulmak için sürekli tuzaklara düşürülmekte, akıl, zulmün dininin temsilcileri tarafından aşağılanmakta, hakikatlerin akılla anlaşılamayacağı gibi tuhaf cümlelerle haktan hakikatten insanlar uzaklaştırılmaktadır. Soru sormakla dinden çıkmak eşdeğer tutulmakta, “biz söylediysek kaynağını sormayacaksınız” denilerek samirinin buzağısından çıkan seslere iman etmenin bin bir türlü fazileti anlatılmaktadır. Aya dört şeritli yol yapılabileceğine inananların çoğalması için yeryüzünde doğru düzgün yürüyemeyen nesillerin varlığı şart olduğundan eğitim, aklı özgürleştirmektense köleleştirmek üzere kurgulanmakta, amacı diploma olanlar diplomasız olanlar tarafından yetiştirilip okumayan, okuduğunu anlamayan, sığ hedeflerde boğulan bireyler topluma kazandırılmaktadır (!). Böylece “hayıııır” demeleri gereken yerde “eveeet” diyerek terbiye edicilerini cehaletleriyle mutlu etmeyi başarabilen sürüler çoğaltılmaktadır.

Tüm bunları başarabilmek için ise toplum sürekli olarak sarhoş edilmekte, düşünebilme ihtimali ortadan kaldırılmakta, olaylar arasındaki neden sonuç ilişkisini kavrama yetisi elinden alınmaktadır. Çünkü sarhoşun aklı, o sarhoş olduğu ölçüde onu terketmektedir. Sarhoş ne yaptığını bilemez hale geldiği için hiçbir uyarıyı algılayamamakta, kendi sözleri anlamsızlaşmakta, saldırganlaşmaktadır veya aşırı muhabbet hisleri ile düşmanının ve katilinin elini yüzünü “öpeyim abi” diyerek öpebilmektedir. Aklı devreden çıktığı için insani özellikleri de onu terketmektedir ve ağlaması gerekirken gülmekte, güleceği yerde ağlamakta velhasıl tepkileri de insani olmaktan çıkmaktadır. Sarhoş, soyulmaya, sömürülmeye ve kullanılmaya en müsait varlıktır. Gerekli hazırlıklar yapıldığı zaman sarhoşun elinden bütün varlığı alınabilmektedir. Üstelik sarhoş bu durumda bile minnet hissiyatında tutulabilmektedir.

Bu yüzden İslam “sarhoşken namaza yaklaşmayın” diyerek sarhoşluğun ibadeti ortadan kaldırdığını, insan eylemlerinin bilince ihtiyacı olduğunu, bilinçsizce gerçekleşen ibadetlerin Allah c.c. katında makbul olmayacağını beyan etmektedir. Çünkü “aklı olmayanın dini olmaz” ve akılsız insan ahsen-i takvime yolculuğa çıktığını zannederken kendisini esfele safiline düşürme potansiyeline sahiptir. Namaz gibi insanı insan yapan bütün eylemlerin, insanı insanlık yolculuğuna çıkaran aklın özgürlüğüne ihtiyaç duyduğu hakikati ortada olduğu için sarhoş ömrünü namaz ile geçirse dahi bunun ona zerre faydası olmayacak, bu namaz onun miracı olmaktansa onu ateşe götüren aracı olacaktır.

Sarhoş aklını katlettiği veya en azından felce uğrattığı için kendisine sunulan her nimete nankörlük ve yine kendisine emanet edilen yeryüzüne ise ihanet edecektir. Ve daha da kötüsü halifesi olacağı yeryüzünde köle olarak yaşamaya mahkum kalacaktır. Haklarının peşine düşeceği mecali kendisinde bulamayacağından kendisine sunulan yokluğu, yoksunluğu ve zulmü kaderi olarak bilecek, sarhoşken kıldığı namazlarda tüm bu yoksunluklara şükredecektir. Devreden çıkan aklından dolayı ilmin kıymetini anlayamayacak, cehalet denizinde yüzerken kendisine yutturulan her türlü pisliği nimet sayacaktır. Kıble olarak saraylara dönecek, Rab olarak şeytanlaşanları kabul edecektir.

Bundan dolayı Allah c.c. sarhoşluğa sebep olan herşeyi yasaklamış, bunlardan uzak durmayı emretmiştir. Ama şekil dininin tebliğcileri sarhoşluğu içki ile sınırlandırdıkları için içkiye el sürmeyen ayyaşlar türemiştir alemde. Ömrü boyunca içki içmediği ve hatta içkinin satıldığı mekanların önünden dahi geçmediği halde ömrünü sarhoş geçiren ve bu halleriyle de sürekli namaz kılan nice yığınlar, sarhoşluğa sebep olan ortamın sahipleri tarafından sürekli olarak beslenmiş, sağ elleriyle hayır işlediklerini düşündükleri halde ömürlerini sol elleriyle kazandıklarıyla tüketmeleri sağlanmıştır. Görünen günahlardan görünmeyen günahların sahiplerine sığınanlar, akıl ile idrak etmeleri gereken hakikatlerden “ayyaş” oldukları için uzak kaldıklarından dolayı Hz. İsa’nın a.s. tabiriyle “dışı süslü içi çürümüş leşle dolu mezarlara” benzemekten kurtulamamışlardır.

Bunlar içkinin sarhoşluğunun geçici olduğunu fakat gücün, kibrin, uyuşukluğun ve zilletin sarhoşluğunun daha tehlikeli ve kalıcı olduğunu anlayamadıkları için bir ömür boyunca zalimlerin, münafıkların ve eylemleri ile kafir olduklarını açıkça ortaya koyanların arkasında namaza durmuşlar, saraylarda “ibnelerin” konuk olduğu sofralarda açılan iftarlarla(!) iftihar etmişlerdir. Taptıkları gücün asıl kurbanının kendileri olduğunu fark edemedikleri için ellerinde avuçlarında ne varsa kaybetmişler, patatese, soğana muhtaç hale gelmişlerdir ama sarhoş oldukları için kendilerinden olmayanların, kendilerinin hiç sahip olamayacakları itibarları ile övünüp durmuşlardır. Herhangi bir mevzuyu bilmeden, öğrenmeden düzenli olarak “kürtaj” yapıp içlerindeki hakikat tohumlarını daha büyümeden ortadan kaldırdıkları için “elden gidenin” imanları, izanları, dünyaları ve ahiretleri olduğunu anlayamamışlardır. Sakala, sarığa, “cübbeye” tav oldukları için her sakallıyı dede bilip sürekli olarak zihinsel iğfale uğramışlar, yanlışların tümü sorgulanamaz doğrular olarak kendilerine sunulmuş ve onlar da kabullenmişlerdir. Ömürlerini sarhoş olarak geçirdikleri için imamlarının sarhoşluğunun farkına varamamışlar, gücün sarhoşluğuyla namaza durup “fotoğraf çektiren” imamlarının arkasında, zilletin sarhoşluğuyla “vay o namaz kılanların haline” ayetinin tarif ettiği rüku ve secde ahalisi haline gelmişlerdir.

Velhasıl demek istiyoruz ki uyanık olmak, öğrenmek, ilim talep etmek, sorgulamak, sormak, itiraz etmek hem bu dünya sarhoşluğunu hem de ahiretteki hüsranı ortadan kaldırmanın yegane yoludur. Allah’ın c.c. verdiği nimete şükretmek isteyen o nimeti yerli yerinde kullanmalı, nimetin hakkını eda etmelidir. Nimeti bir köşeye bırakıp çürütenin sorgulanacağı ilk şey o nimete karşı nankörlüğü olacaktır. Aklını kullamayan da işte hem bu kullanmayışının hem de düçar olduğu zilletin sorgusundan kurtulamayacaktır.

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı