HasbihalSon Yazılar

SAPMAYACAĞIZ,DURMAYACAĞIZ, KANMAYACAĞIZ…

Poşet parasından etkilenecek kadar “varlıklı” oldukları halde tanzim satış kuyruklarında vakit geçirmeyi sevenlerin(!) yaşadığı bir dünyada, meydana gelen her hadisenin bir diğeri ile bağlantılı olduğunu bilen ve bu yüzden basiretleri ile “bugünü” ve “burayı” dünün mirası ve yarının zemini olarak algılayanların dertlerini anlatabilmeleri bazen gerçekten zordur. Günü kurtarma telaşına düşürülmüş birine bugünün kabullenilmişliğinin yarının köleliği anlamına geldiğini izah etmek, deve sürüsünü “izin verilmiş ve görmezden gelinmiş” hendeklerden atlatmaktan daha yorucu olabilmektedir ne yazık ki.

Sürekli olarak suni gündemlerle gerçek sıkıntıların üzerine perdeler çekilirken ve bu perdelerin birini dahi aşmaya kimsenin mecali kalmamışken, küresel ölçekteki gelişmelere dikkatleri yoğunlaştırmaya çabalamak ve asıl derdin çok daha büyük olduğunu, görünenin görünmeyeni gizlemek için bize musallat  edildiğini, gerçek sorunu ortadan kaldırdığımızda diğer bütün dertlerimizin çorap söküğü gibi birbiri ardınca kendiliğinden çözüleceğini, örneğin vatan hainini desteklemektense kendi deyimleriyle en büyük hırsızları, namussuzları, şerefsizleri desteklemekten gurur duyacaklarını beyan edenlere anlatabilmek, ihanetin nedeninin zaten desteklemeye razı oldukları hasletler olduğunu öğretebilmek, çok büyük çaba ve sabrımızda devrim niteliğinde bir gelişme gerektirmektedir.

Bu yüzden bizler gücümüzü, sabrımızı, enerjimizi ve bilincimizi İslam İnkılabından ve İmam’dan almaya, direniş cephesinin hak-batıl savaşındaki mücadelesine gücümüz nisbetinde fayda sağlamaya odaklanmalı, “cüzlere” takılıp kalmadan bütünü görmek için çaba sarfetmeliyiz. Her yaşanan garabete ayrı ayrı tepki gösterip vakit ve zaman kaybına neden olmaktansa, bütün garabetlerin köküne saldırmayı, şecere-i habise’yi kılcal damarlarına kadar tanıyıp ortadan kaldırmak için İbrahimî  baltalara sahip olmayı, düşmanın işaret ettiği yöne değil de dostun baktığı yöne yönelmeyi, değişim ve dönüşüm ustalarının gündemi belirleyerek günleri kendi istedikleri şekilde demlemelerine fırsat vermemek için mazlumlara ve mazlumların dostlarına kulak kesilmeyi, yaramıza derman olmayacak tartışmalara girmektense bizim gibi yaralanmışları arayıp bulup dertlerine ortak olduğumuzu duruşumuzla, sözlerimizle ispatlayıp gerçek tabiple tanıştırmaya çalışmayı bu devirde en elzem vazifemiz bilmeliyiz.

Her dalı, her meyvesi, her zerresi  zehirli olan ağacın dallarının birbirine değmesi üzerine binlerce cümlelik yorumlar yapmak, birini diğerinden daha ehven zannetmek gafleti, inkılabi olduğunu düşünenlerin müptela olacağı bir hastalık olmamalıdır. Yeryüzü yaratılışından bu yana beklediği ve hazırlandığı değişime ve dönüşüme gebeyken, şeytanların saltanatları tek tek yerle yeksan olurken, büyük şeytanın burnunun dibinde direnişin ayak sesleri yükselirken ve büyük şeytan bütün iriliğine(!) rağmen bu seslerden ürkerken, Afrika’da, Avrupa’da, Asya’da mazlumların intikam alacağı günün güneşi İmam’ın elinde parıldarken, sınırlar vicdanlarda ve ruhlarda ortadan kalkarken, dinin, mezhebin, milliyetin ve dilin vahdeti “insan”ın imametinde sağlanırken hangi zalimin, hangi hırsızın, hangi münafığın, harisin, rantçının, hainin veya şahsiyetsizin hangi makama geleceği veya gelip gelemeyeceği bizi ilgilendirmemelidir.

Çünkü bizler bir an dahi olsa çevremizi sarmış nifağa kulak kesilirsek o kulağımızın bir daha haktan nasiplenmesi  gerçekten zorlaşacak, duymadığımızı tebliğimiz ise imkansızlaşacaktır. Şeytana vesvese vermesi için benliğimizde açtığımız gedik giderek büyüyecek, şeytan o gedikten girerek dostu düşman, düşmanı dost kılacaktır.  Hedeften saptığımız için batılın duble yollarında son sürat  ilerlerken,  sırat sandığımız köprülerden geçiş ücreti olarak imanımız bizden alınacaktır. “Soğan, sarımsak taliplilerinin”, bırakın bıldırcın eti ve kudret helvasını, bizleri bu nimetlerden dahi mahrum bırakmaya çalıştıkları böyle bir ortamda, zihnimizi, izanımızı, idrakimizi ve irademizi koruyamazsak koca bir alem “gözüne dizine durmayanların”, elimizdeki asgari hakkımıza göz dikmeleri kaçınılmaz olacaktır. İçi boş buzdolaplarının sahipleri , bu boşluğun asıl nedenini aramadıkları sürece, var olan ”buzdolapları”, “layık olmadıkları” “varlıklar” olarak görülecek ve bunca kalkınmışlığa(!) isyan etmeleri elbette ki kınanacaktır.

İşte bu duruma düşmemek veya itildiğimiz bu çukurdan kurtulabilmek için yapmamız gereken şey sorgulamak, sorunu bulmak ve sorunu kökünden halletmektir. Bu alemde yaratılan her şey birbiriyle bağlantılı olduğu gibi yaşanılan bütün sorunların, sıkıntıların, sömürülerin, katliamların, soygunların, ihanetlerin ve savaşların da birbirleriyle bağlantılı olduğunu, bütün şerlerin aynı kaynaktan beslendiğini ve neşv-u nema bulduğunu anladığımız anda gözlerimizin görme mesafesi artacak, kalplerimizdeki gözlerimiz de devreye girip hakikati kavrayacaktır. O zaman Allah’ın c.c. boyası ile boyanmışlar bir yana, şeytanın boyasını kullanıp başkalarını “Allah c.c. ile aldatma” sevdasına düşmüş olanlar diğer yana ayrılacaktır. O zaman karanlığı sürdürmek için yanan mum sönecek, hakikatte kara olan ak ve ak olan kara kendini belli edecektir.

Bizler, insanın ardından yeryüzüne inip onu yolundan saptırmak için binlerce yıldır gayret gösteren ilk siyonist olan şeytanın, insanın yegane düşmanı olduğunu ve onun yeryüzünde insi hemcinslerine kurdurduğu siyonist rejimin mutlak şer olarak dünyanın her yerine zulmü, ihaneti, nifağı ve sömürüyü bulaştırdığını keşfettiğimiz anda, siyonist rejimin varlığına ihtiyaç duyanların, onunla ticareti geliştiren ve (haşa) “Allah korusun siyonist rejimin başına bir felaket gelirse ilk yardıma koşacak olan bizleriz” diyen “siyonist rejimin dostlarının” yolumuzun önüne çıkabilecek en tehlikeli düşmanlar olduğunu, şeytan gibi sağımızdan solumuzdan kulağımıza fısıldamaya çalıştıklarını ve gündemimizi değiştirip bizi asıl hedefimizden uzaklaştırdıklarını, bizleri günlük meşgalelerle boğup, bölgesel dertlere gark ederek oyaladıklarını fark edebiliriz. Ve böylece netleştirdiğimiz safımızı savunurken ne “sağ”dan ne de “sol”dan şeytanın ve çocuklarının bizlere yaklaşmasına fırsat vermeden bütün mazlumların kurtuluşunun  zulmün yeryüzündeki beyni siyonist rejimin ve onun hamisi büyük şeytanın ortadan kaldırılması ile  mümkün olacağına kâni oluruz.

Bundan sonra da kim bizi bu yoldan uzaklaştırmak için uğraşırsa uğraşsın onu kâle dahi almayız. Bizim dikkat kesileceğimiz tek ses mazlumların çığlıkları olur ki o çığlıklar hep aynı dilden yankılanır semada. Rengi, dili, dini, ırkı ne olursa olsun bütün mazlumların yüreğinde aynı acı, gözlerinde aynı yaş vardır çünkü. Hiçbir coğrafyanın sınırlayamayacağı kadar şiddetlidir çağrıları ve “size ne oluyor ki” hitabından alır bu çağrılar meşruiyetlerini. “Hangi suçtan dolayı öldürüldükleri” dahi bilinmeyen çocukların kahkahalarının eksildiği yeryüzünde, suçluların muktedir olmalarına rıza göstermenin hayatı ölüme çevirmesine göz yummak, “meyledilen zalimlerin” akıbetlerine ortak olmak anlamına gelir ki o anda “iman ettik demekle dahi kurtulmak” mümkün değildir. Zira “en sağır edici ses olan mazlumun suskunluğu” ile sınanan kulaklarımız, duymadıklarından da hesaba çekilecektir.

Ve biz, hakkı batıldan ayırmayı başardığımız anda görmeye, duymaya, hissetmeye ve gerçek hayatın tadını almaya başlayacağız. Zilletin o ağır yükünden kurtuldukça hafifleyecek dünyamız. Cehennemin ateşini gülistana çevirecek bilincimiz ve imanımız. Dostun bahçesinin ekinleri ile beslendikçe, düşmanın minnetinden azad olacak, elimizdeki kelepçelerden ve ayağımızdaki prangalardan sıyrılacağız. Kalbimizle buğzettiklerimizi, dilimizle eleştirmeye ve elimizle devirmeye başlayacağız nifağı darağacında sallandırdığımızda. Fecr-i kaziplerin celladı olan Fecr-i sadığın aydınlığında ilerledikçe vadilerden aşacak, ab-ı hayatı içeceğiz. Kendimize geldikçe kendimizden geçecek ve yine kendimizi bulacağız. Gurbeti sıla zannetme gafletinden kurtulup menzile doğru koşacağız.

Biz, bir olacağız, birden çok olanların karşısında hep birden duracağız. Hesap vermeyeceğiz artık, hesap soracağız. Bizim olanları bizden olmayanlardan alacak, bizden olanlara dağıtacağız. Bıldırcın eti ve kudret helvasını bulamasak bile hakkı bulduğumuz için şükredecek, hakkın düşmanlarının bizi patates soğanla terbiye etmelerine fırsat vermeyeceğiz. Hedefi biz tayin edecek ve onu 12’den vuracağız. Sapmayacağız, durmayacağız, kanmayacağız…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı