SABIR…

Tüm varlıkları, halkları derin bir uykuda tutmaya bağlı olan “süfyani sistemlerin”, “dine karşı dini” kullanırken başvurdukları en önemli metod “tahrif”tir. Zulmün mücessem hali olan bu “sistemler”, müminlerin kalplerinden ve zihinlerinden kaldıramadıkları kelime ve kavramların içeriğini tahrif ederek, aslında kendilerinin yıkılmalarına ve “ilahi düzenin” kurulmasına vesile olacak bu kelime ve kavramları, saltanatlarının yıkılmaz sütunları haline getirmiş ve insanları uyuştururken en çok bu metoddan yararlanmışlardır. Tüm insanlık tarihinin en önemli kıyamlarından biri olan “kerbela” kıyamını dahi, sadece hakkında ağlanacak ama ibret alınıp “kıyama” geçilmeyecek bir olgu haline getiren bu iki yüzlü din tüccarları, bütün İslami kavram ve olgulara da aynı şekilde saldırıyı varoluşlarının devamı için gerekli görmüşlerdir. Allame Fadlallah’ın (r.a.) kitaplarında üzerinde özellikle durduğu İslami kavramlara sahip çıkma ve Şehid Ali Şeriati ve Şehid Mutahhari’nin (r.a.) bizlere örnekleriyle anlattığı tahrif meselelerinin özünü de “süfyani sistemlerin” bahsettiğimiz saldırılarının önüne geçme derdi oluşturmaktadır.
Bu bağlamda bu yazımızın konusu olan “sabır” kavramı da bahsi geçen tahrif saldırılarından yeterince nasiplenmiş, asli mecrasından çıkarılıp zulme ve zalime boyun eğme olarak toplumsal hayatımızda yerini almıştır. “Sabır”, artık inancımıza, imanımıza, onurumuza, içtimai hayatımıza yapılan her türlü saldırıya tabiri caizse “eyvallah” demek, tokat atılan yanağımızı o tokattan nasiplenmeyen yanağımızla değiştirip tokat atan eli kutsamak anlamına gelmekte ve varolan her zulme sessiz kalarak ortak olmaya neden olmaktadır. Ömürlerini “riyazetle”(!) ve “itikaf”la(!) geçiren, “süfyani sistemin” saray mollaları, çıktıkları tv lerde onlarca “hayat kadınının” huzurunda, insanlara Hz. Eyup’u (a.s.) hatırlatmakta, “bu da gelir bu da geçer” ninnileriyle süslü vaazlar vermektedirler. Bu vaazların hiçbirinde zulme isyan eden peygamberlerden veya imamlardan bahsetmemekte, bahsedilecek bile olsa “geçmişlerin, geçmişte kalmış kıssaları” olarak masal formatında kısık ses tonuyla uyutmak için anlatmaktadırlar.
Muaviye’den itibaren tahrif edilerek bizlere sunulmuş olan “sabrın” anlamı, eğer yukarıdakiler değilse peki nedir? Gelin bunu ömrünü, sabrederek, sabrı yaşayarak geçiren, “devletleşmiş sabır” olan İran İslam İnkılabının kuruluşunda ve bugünlere gelişinde sonsuz emeği geçen Dünya Müslümanları ve Mustaz’aflarının lideri Seyyid İmam ALi Hamaney’den öğrenelim: “Sabır, kötülük, bozgunculuk ve yıkıma sebep olan olaylar karşısında insanlığın direnme, tahammül etme ve karşı koyma gücüdür.”
Yani “sabır” direnmektir. Direniş yolunda ısrarcı olmaktır. Yanağa tokat atan ele diğer yanağını çevirmek değil, o eli durdurmak için mücadele etmektir “sabır”. “Sabır” suskunluğa,kabullenilmiş, öğrenilmiş çaresizliğe,vazgeçmişliğe,vurdumduymazlığa ve bunların sebebi olan zalimlere ve zulümlerine karşı gerçekleştirilen devrimdir. “Sabır” harekete geçmektir. Bütün gücünü seferber edip, zafere ulaşmak için çabalamaktır. İmam Ali’nin (a.s.) deyimiyle “sabır cesarettir.” Korkunun krallığına karşı meydan okuyuşun temelidir sabır. Ve yine İmam Ali’nin deyimiyle “sabır düşmanın burnunu yere sürten” “en iyi teçhizattır”.
Bu öyle bir teçhizattır ki her türlü zorluğun üstesinde gelebilme inancını, gücünü bahşeder insana. Zorluklara ve belalara tahammül etme ve o belalardan kurtulma bilinciyle donatır insanı. Bu insan tekamülü yolunda çıkan hiçbir engelden etkilenmez. Ahsen-i takvim’e ulaşmak için önce kendisinde bir devrim gerçekleştirir, sonra insanların haktan uzaklaşmalarına sebep olan toplumsal hayatı şekillendirmeye çalışır. Bunu yaparken “sabır ve namaz ile Allah’tan yardım ister”. Çünkü bilir ki “Allah sabredenlerle beraberdir.”(Bakara 153) Allah’ın (c.c.) yanında olduğunu bilen insan, “az sayıda da olsa çok sayıdaki topluluğa galip gelir”(Bakara 249) Bu az sayıdaki insanların, tüm bireysel ve toplumsal mücadelelerinde tek duaları “Rabbimiz üzerimize sabır yağdır, ayağımızı sabit kıl ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et” olur(Bakara250). Bu sabredenlerin “başlarına bir musibet geldiğinde biz Allah’tanız ve yine ona döneceğiz”derler(Bakara256). Ömürlerini Allah’ın (c.c.) dinini ikame uğrunda harcayan ve bu uğurda sabrı kuşananlar elbette bu mücadelelerinin mükafatını Allah’tan alacaklardır. Zira “Allah sabredenleri sever”(Al-i İmran 146)
Elbette ki sabrında çeşitli türleri vardır. Bunu en güzel Resulullah (s.a.a.) ifade eder ki İmam Ali (a.s.) Resulullah’tan (s.a.a.)”Sabır üç çeşittir. Belalar karşısında gösterilen sabır, itaat etme noktasında gösterilen sabır ve günah karşısında gösterilen sabır” hadisini naklederek sabrın çeşitlerini de belirtmiş oluyor. Bu üç çeşit sabrın hem bireysel hem de içtimai boyutu olduğu muhakkaktır. Biz bu yazımızda daha çok toplumsal boyutunun üzerinde duracağız.
“Biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile denenecek”(Bakara 155) olan müslümanlar, başlarına gelen bu belalara ve musibetlere tahammül gösterebilir ve Allah (c.c.) yolundan ayrılmazlarsa yine aynı ayet mucibince mükafatla “müjdelenirler.” “Musibetlere sabretmek musibeti gidereceğinden”(İmam Ali a.s.) dolayı yılmadan, pes etmeden direnip “sabredenler zaferi garantilemiş”(İmam Ali a.s.) olacaklardır.
İçinde yaşadığımız dünyanın en büyük musibeti “büyük şeytan”,onun gayri meşru çocuğu İsrail ve her ikisinin gönüllü uşakları olan “süfyani sistemler” olduğundan, bu musibetlere karşı sabırla direnmek, karşı koymak,yolumuzdan dönmeme kararlılığında olmak bizlere zaferi getirecektir. “İçimizden sabredenleri ortaya çıkarmadan bizleri cennete sokmayacak”(Al-i İmran 142) olan Allah (c.c.), eğer bizler vaadimizden dönmez ve “süfyani sistemlerin” türlü oyunlarına ve desiselere aldanıp davamızdan vazgeçmezsek “güzel bir iş yaptığımızdan dolayı Allah mükafatımızı zayi etmez”(Hud 115). Çünkü “sabır iki zaferden biridir”(İmam Ali (a.s.) ve “sabırla kurtuluş umulur”(Resulullah s.a.a)
“Sabredin, Çünkü sabır imana nispetle insan vücudundaki baş gibidir. Başı olmayan vücutta hayır yoktur. Sabır olmadıkça imandan hayır gelmez.”(Resulullah s.a.a.) Sabırsız iman, küfre karşı olan mücadelesini kaybeder.Çünkü sabırsız iman, plansız hareket eder. Her türlü etkiye açık olur, direnme gücünü yitirir, başsız vücut gibi aklını gözünü yitirir ve oradan oraya savrulur gider. Kendisi görmediği için birileri elinden tutar ve hakkın değil batılın safında yer almasını sağlar. Bu yüzden sabır vücuttaki baş gibidir. Mücadelenin sapmadan yolunda gitmesi için gerekli olan iradeyi temsil eder sabır. Bunu bilen “süfyani sistemler” ya türlü sıkıntılar icad ederek direniş cephesinin sabrını ve direnme azmini çökertmeye çalışırlar, ya da onların gevşemesini sağlayacak gülücükler dağıtarak gaflete düşmeleri için uğraşırlar. Bunu başardıkları anda kölelik ruhunu ve yenilmişlik hissini direniş hareketlerinin erlerine aşılarlar. Artık ne yaparlarsa yapsınlar “süfyani sistemlerin” değişmeyeceğine bu sayede inandırılmış olan bu “öğrenilmiş çaresizlik” mağdurları, çıkış yolunu yine aynı sistemin kendilerine sunduğu alternatiflerde arayarak tam da istenen kıvama gelmiş olurlar.
Oysa günahlara karşı ve günahların kaynağı olan “süfyani sistemlere” karşı sabrı elinde bayrak olarak taşıyanlar, başlarına gelen her müsibette Allah’a (c.c.) sığınıp yolundan ayrılmama kararlılığını tekrarlayanlar, “imanın sabır olduğunu”(Resulullah s.a.a) bilenler, ne korkutulmaktan ne de gevşemekten dolayı zulme teslim-i silah eylemezler. Bulundukları her cephede, her alanda hakkı haykırmaktan ve batıldan beri olduklarını beyan etmekten vazgeçmezler. İşte böyleleri Allah (c.c.) tarafından müjdelenen sabredenlerin ta kendileridirler.En ufak bir musibette, belada yolundan dönmeyi maslahat sayanlar değil, “bizi bir dağ bile sevse musibete uğrar” diyen İmam Ali’nin (a.s.) yolundan ayrılmayan çağın Alisine lebbeyk diyen böyleleri mükafatın muhatabıdırlar.
“Ancak (musibetlere) sabredip güzel iş yapanlar böyle değildir. İşte onlar için bir bağış ve bir büyük mükâfat vardır.”(Hud 11)
siyasetmektebi.com