Siret-ün NebiSon Yazılar

RESULULLAH’A (s.a.a.) “ADİL OL!” DİYENLER VE BUGÜN…

Resulullah'a (s.a.a.) Adil Ol Diyenler ve Bugün

Huneyn savaşından hemen sonra İslam tarihiyle az çok haşır neşir olanların tümünün bildiği ve aslında Resulullah’ın (s.a.a.), tebliği boyunca kimlerle muhatap olduğunu güzelce özetleyen bir itiraz vardır Resulullah’a (s.a.a). Resulullah (s.a.a.), elde edilen ganimetleri savaşa katılan mücahidler arasında taksim ederken, kendini, kendine iman(!) ettiği dini tebliğ edenden daha muttaki gören bir bedevi, bu paylaştırmadan hoşnutsuz olmuş ve Resulullah’a (s.a.a.) “adil ol!” diyerek itiraz etmiştir. Resulullah (s.a.a.) “Yazıklar olsun sana. Ben adil olmayayım da kim adil olsun?” diyerek bu söze olan kızgınlığını dile getirirken, o sırada orada bulunan bazı sahabeler o densizi öldürmek için izin istemişler fakat Resulullah (s.a.a.) buna müsaade etmemiştir.

Resulullah’ın (s.a.a.) bu tipleri tanımladığı hadislere daha sonra değineceğiz fakat burada hemen şunu belirtmemiz gerekir ki yukarıda bahsettiğimiz itirazı Hurkus b. Zuheyr isimli bağnaz bir bedevi gerçekleştirmiştir ve bu bedevi daha sonraları haricilerin önde gelenlerinden olup İmam Ali’ye (a.s.) karşı Nahrevan’da savaşmıştır. İmam Ali’nin (a.s.) eliyle öldürülen bu bedevi aslında hem Resulullah (s.a.a.) zamanında kendini belli etmeye başlayan bağnazlığın ve hem de bugün şahit olduğumuz türlü zulümleri hayata geçiren sapmanın en iyi örneği olmuştur. Bu şahsın ve benzerlerinin tavırları incelendiğinde ve Resulullah’ın (s.a.a.) bunlara karşı beyan ettiği hadisler irdelendiğinde, bugün muhatap olduklarımızın da kökleri bulunmuş olacaktır ve bu kökün nasıl kurutulacağını dair ipuçları elde edilecektir.

Malumunuz olduğu gibi bugün de kendilerinden başkalarını müslüman olarak görmeyen ve onlara hayat hakkı tanımayan tipler, bütün İslam coğrafyasını kan gölüne çevirmekte, sivil, asker ayrımı yapmadan herkesi en vahşi şekilde katletmekte, bütün bu zulümleri ise İslami bir renk ile işlemektedirler. Bu yüzden kimi çevreler bunların ibadetlerine bakıp bunları hakikaten müslüman zannetmekte ve yaptıkları zulümleri ise İslam’ın gereğiymiş gibi kabullenmektedirler. Kullandıkları her iki kelimeden biri Allah (c.c.) olan, kafa keserken tekbir getiren, namazlarındaki huşu(!) ile insanları cezbeden, ayetleri ezbere okuyan ve her fiillerine ayetlerden delil getirenlerin atalarının da “kari” olması ve Kur’an’ı ezbere bildikleri için onu yaşayanlardan kendilerini üstün görmeleri, onca ayet ezberlerinde olduğu halde haktan hemen sapabilmeleri aslında bu devrin müslümanlarına bir uyarı niteliğinde tarih sayfalarında yerini almıştır.

Öyle ki Resulullah (s.a.a.) bu tipleri vasfederken “İçinizde bir topluluk var ki ibadetleri ile insanları şaşırtmaktalar ve bundan dolayı kendilerini beğenmekteler. Onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar” buyurmuş ve yaptıkları tüm ibadetlerin başka niyetlere hizmet ettiğinden dolayı boşa olduğunu bizlere bildirmiştir. Zira alnında secde izi bulunan ve o günün “mukaddeslerinin” göstergesi olarak başlarını traş etmiş olan bu tipler seslerini yükselterek Resulullah’ı (s.a.a.) bile eleştirmekte ve O’nu (s.a.a.) adalete davet etmekteydiler. Bu yüzden Resulullah (s.a.a.) bunlar hakkında “Kur’an okurlar ama Kur’an onların gırtlaklarından öteye geçmez” buyurmuştur. Çünkü kalbe inmeyen Kur’an hidayete değil delalete sebep olmakta ve kendini dilinde saklayanı imandan ayırmaktadır. Bunlar başlarını traş etmelerinin yanında “burnus” denilen bir şapka da takarak kendilerini halktan ayırmaktaydılar ki bugünkü çocukları da saç, sakal ve kıyafetleri ile kendilerine göre “hakiki” müslüman tipi çizmeye uğraşmaktadırlar.

Resulullah (s.a.a.) zamanında kökleri kendilerini belli etmiş olan ve İmam Ali (a.s.) zamanında “kari”lerin içinde neşv-u nema bularak ortaya çıkmış olan haricilerin, teheccüd namazı ve Kur’an okumakla meşgul oldukları İmam Ali’ye (a.s.) bildirildiğinde İmam (a.s.) “Yakin üzere uyumak, şek üzere namaz kılmaktan hayırlıdır” buyurmuştur ki haricilerin kendilerini görenleri şaşırtan takvalarının altındaki gerçek günyüzüne çıksın. Çünkü bu bağnazlar her hareketleri ile hakkın karşısında yer alıp batılın güçlenmesine neden olmuşlar ve işledikleri her zulme hak kisvesi giydirmişlerdi. Bu art niyetli insanların dini hangi amaçla tekellerine aldıklarını İmam Zeynel Abidin (a.s.) şöyle ifşa etmiştir: “Birinin davranış ve gidişatının güzel olduğunu, yavaş konuştuğunu, hareketlerinde tevazu gösterdiğini gördüğünüzde dikkatli olun, sizi aldatmasın! Zira iradesindeki zaafı, nefsindeki alçaklığı ve kalbindeki korkusundan dolayı dünya ve haramlara ulaşmaktan aciz olan nice kişiler vardır; bu yüzden dini dünyaya ulaşmak için tuzak olarak kullanırlar. Böyle biri sürekli zahiri ile insanları aldatır; harama yol bulduğunda ise ona dalar.”

“Belimi fasık alim ve kendini ibadete adamış cahil kırdı” buyruğu ile sapmanın en şiddetli iki şeklini bize haber veren İmam Ali’yi (a.s.), bütün fiilleri ile doğrulayan alınları secdeden nasır tutmuş hariciler, Abdullah b. Habab’ı ve hamile karısını sırf kendilerini onaylamayıp, İmam Ali’den (a.s.) beri olduklarını beyan etmedikleri için hunharca katletmişler, Abdullah’ın hanımının karnını canlı canlı deşip içindeki çocuğu da parçalamışlardır. Bunun gibi birçok cinayete imza atan bu bağnazlar, Hz. İsa’nın (a.s.) bir türlü tedavi edemediğini belirttiği tipler olarak tarih boyunca kimi zaman gizli kimi zaman açık varlıklarını devam ettirmişlerdir ve en son 5 yıl önce Suriye’de tekrar tüm vahşilikleri ile ortaya çıkmışlardır.

Yazımızın başına dönersek, Huneyn savaşından sonra Resulullah’a (s.a.a.) isyan eden ve O’nu (s.a.a.) beğenmeyen Hurkus b. Zuheyr ile ilgili olarak sahabelerin O’nu öldürmelerini engelledikten sonra Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Çok yakında onun takipçileri olacak; onlar dinde o kadar yersiz derinleşecekler ve bağnazlık edecekler ki sonunda ondan çıkacaklar. Ne zamandan onlardan bir dal kesilecek olursa başka bir dal çıkacak; sonunda onların geriye kalanlarından deccal ortaya çıkacaktır.” İmam Ali (a.s.) de bunların “sonuncularının bir avuç yağmacı ve hırsız olarak ortaya çıkacaklarını” bildirmiştir. Bu hadisler ışığında bugünü yorumladığımızda çağdaş haricilerin yaptıklarının hadislerle birebir örtüştüğünü, “Recep” ayında çıkacağı söylenerek uyarıldığımız deccalin bu tipleri ümmetin kanını dökmek için kullandığını ve bunların girdikleri her coğrafyada işlerinin talan, hırsızlık ve vahşet olduğunu çok rahat bir şekilde görebiliriz. Böylece Resulullah’ın (s.a.a.) ve İmam Ali’nin (a.s.), insanlık için en önemli zaman olan “ahir zaman”daki müslümanları, bu zamanda ortaya çıkacak bütün şerlerin ve hayırların resmini çizerek hem uyardığı hem de müjdelediği daha belirgin hale gelmiş olacaktır.

Kendilerine karşı dikkatli olmamız noktasında uyarıldığımız çağdaş haricilerin akıbetini ise yine İmam Ali’nin (a.s.) hadisinden öğrenmekteyiz ki bu hadis te bize İslam İnkılabının ve İmam’ın değerini tekrardan hatırlatmaktadır. Nahrevan’da haricileri kılıçtan geçirdikten sonra İmam’ın (a.s.) yarenlerinden biri “bundan sonra hiç harici çıkmayacak” deyince İmam (a.s.) bu sözün yanlış olduğunu belirtmiş ve “Onlar hep çıkagelecekler; ta ki onlardan bir grup iki nehir arasında ortaya çıkacak. Sonunda benim evlatlarımdan bir kişi onların üzerine yürüyecek ve onları öldürecek; sonra da asla dönmeyeceklerdir” diye buyurmuştur. Bugün yeni nesil haricilerin türlü adlarla ortaya çıktığı coğrafyanın Fırat ve Dicle nehirleri arasında olduğunu ve İmam’ın (a.s.) neslinden olan İmam’ın komutanlığındaki direniş cephesinin “deccalin” önderliğindeki bu haricilere darbe vurduğu göz önünde bulundurulursa hem hakkın hem de zaferin izi bulunmuş olacaktır.

Haricilere değinmişken onların ihanetleri ile Muaviye’nin saltanatını güçlendirdiklerini ve İmam Ali’nin (a.s.) temsil ettiği hak cephesine darbe vurduklarını böylece hak libası giymiş gibi görünürken batıla hizmet etmiş olduklarını da belirtmek gerekir ki sırf bu yüzden bile olsa ortadan kaldırılmaları elzemdi. Tıpkı bugün kü haricilerin, bütün imanları(!) ve ihlasları(!) ile, hak cephesine karşı mücadele edip siyonizmin ve onun somut hali İsrail’in ömrünü uzatmaları ve bunun sonucunda da yeryüzünden silinmeyi hak etmeleri gibi. Ayrıca şu önemli gerçek de göz ardı edilmemelidir ki hem hariciler hem de tevvabinler hakkın güçsüzleşmesine ve batılın elini dahi kıpırdatmadan zafere ulaşmasına neden olmuşlardır. Hariciler yanlış kişiye verdikleri tepkiyle, tevvabinler de yanlış zamanda verdikleri tepkiyle hakkı desteksiz ve savunmasız bırakmışlar ve batıla hizmet etmişlerdir. O halde bugün meydanlara çıkma iddiasında olan bizlerin hakkı ve haklıyı tam olarak tespit edip, doğru zamanda doğru İmam’ın arkasında saf tutmamız, imanımızın ve ibadetlerimizin halis olması için şarttır. Aksi takdirde Kur’an dilimizden aşağı inmeyen ve sapmamıza neden olan bir kitap haline gelecektir.

Son olarak şunu belirtmemiz gerekir ki bizler rivayetleri okuduğumuzda ve günümüzü bu rivayetler ışığında analiz ettiğimizde gördüğümüz tek gerçek İslam İnkılabı ve İmam gerçeğidir. İslam İnkılabının ve İmam’ın safında olmayanlar, hangi renkte olurlarsa olsunlar batılın safında yer almaktadırlar. İster ibadet(!) ehli olsunlar, ister takva(!) ehli, ister dünya ehli olsunlar, ister diyanet ehli İmam’ı kabullenmeyenlerin imanı kabul olmayacaktır ve her çabası boşa çıkacaktır. Tıpkı İmam Ali’nin (a.s.) Hurkus b. Zuheyr’in cesedinin haricilerin leşleri arasında olduğunu söylemesine rağmen yarenlerinin onu bulamadıklarını beyan etmeleri üzerine gidip onu bulması ve “Ne ben yalan söyledim, ne de bana yalan söylendi” buyurması gibi, biz de diyoruz ki İmam’ın hakikati hakkında “ne biz yalan söyledik, ne de bize yalan söylendi”. Ama “her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. İleride bileceksiniz” (En’am 67)

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı