RENGİMİZ ŞEHADETTİR…

Kan kokan topraklarda boyunlarına zincir vurulmuşların ruhları köleleştirilmiş torunlarıyız biz. Kara kıta diye adlandırılan bu diyarda bahtımızı karartanlar, kabullenelim diye geceyi, çaldılar gündüzümüzü asırlar öncesinden. Ve biz, bize ait olanı bizden çalanların, bize yüklediği çaresizlik ile unuttuk güneşin rengini. Ne zenginliklerimiz vardı bu diyarlarda, hep zalimleri zenginleştiren. Ne hayallerimiz vardı pazarlarda satılan. Ekmeğimize, aşımıza göz dikenler gelmeden önce mavi gözlerimiz vardı gökyüzüne bakan. Hepsi uçup gitti umutlarımız ile birlikte yüreğimizden. Aslanlarımız esir düştü sırtlanlar sürüsüne ve ormanlarımız yitirdi bereketini adaletin hicretiyle.
Hür olarak doğup köle olarak büyütüldüğümüz için sırtımıza yüklenen suskunluğa razı olmayı öğrettiler bize. Dilimizi, dinimizi aldılar rengimizi beğenmedikleri için. Kesildi kollarımız hem bileklerden hem de yüreklerden ve cesaretimiz zillete kurban edildi bembeyaz şeytanlarca. Artık iki yanağımızda tokat yiyiyordu ama açlık kutsal bir meyve gibi doyuruyordu benliklerimizi. Medeniyetin dişleri arasında çiğnenirken onurumuz, çan sesleri ile ninniler karışıyordu birbirine ve hangisi uyutuyordu bizi bilemiyorduk. Hakka isyan edenlere isyan etmemeyi öğreten dinin zehri dolaşırken damarlarımızda, biz yaşarken ölüyorduk. Uyuşuyordu zihnimiz ve dönüyordu dünya, ne olduğunu anlayamadan köle oluyorduk birbirimizin ardı sıra.
Bir zaman sonra bizi bizden olanlarla idare etmeyi keşfetmişti zulmün “ak” yüzlü şeytanları. Şerefin değeri düşüyordu sarayların koridorlarında ve satın alınıyordu makamlar secdeler karşılığında. Şatafatlı törenler ile başa gelenlerin başlarında bekliyordu bembeyaz cellatlar. Zulüm, elleri bizimle aynı renkte olanların eliyle bize sunuluyordu bu defa. Yıllar geçiyordu ama geçmiyordu esaretin acımasız günleri ve öfkemiz büyüyordu sinelerimizde derimizden daha kara olarak. İşte böyle bir zamanda bir ışık ararken hapsedildiğimiz zillet mağarasında, İmam’ın (r.a.) nuruydu ruhlarımıza ruh katan ve bizi dirilten ölümden sonra. Yeniden yeşermeye başlamıştı artık yüreklerimizde ümit ve çorak topraklarımıza yağıyordu rahmet izzet bulutlarından.
Ve o nur önce İbrahim oldu kırdı bütün putları ve korku saltanatının sütunları sarsıldı birbir. Bir iken binler oldu, bin iken milyonlara dönüştü. Varlığıyla dehşete düşen zulüm, yokluğunun planlarını yaparken “karanlık çoktan aydınlanmıştı İnkılabın ateşi ile tutuşan mum” sayesinde. Kin kokan ağızları ile her ne kadar saldırsalar da bu nura “Allah (c.c.) nurunu tamamlayacaktı” çünkü. Fitneler yerle bir oluyordu basiretin İbrahim’inin karşısında, kölelik zincirlerinin halkaları kırılıyordu dişleri sökülünce zalimlerin. “Haram”zadelerin çocuklarının saldırıları da kâr etmiyordu hakkın seline karşı. Temizleniyordu topraklarımız yüreklerimiz temizlenince ve ümmet oluyorduk en temiz hisler ile hakka gönül verince. Kara güller diyarında açıyordu goncalar, bağlar bahçeler şenleniyordu, çünkü doğudan geliyordu bahar.
Bu yüzden taştı sabrı zalimlerin işte kardeşim. Biz kaderimizi kendi elimize almaya karar verdiğimiz için koparılmak istendi ellerimiz. Hakkın rehberinin safından taviz vermeyince İbrahim’imimiz, batılın önderine teslim olmuş hainlerimiz bu yüzden saldırdı bize. Biz bu kara derimizle Filistin’li olduk çünkü, Yemen’li olduk. Biz Kerbela’yı anladık Hüseyin olduk. Dur dedik zulme varlığımızla ki dur demeyi İslam İnkılabından öğrendik, en çok da bu dokundu onlara. Milyonlar ile ses verirken cesarete ve dillendirirken izzeti vatanımızda, milyonları uyuşturanların kaçtı huzuru, sarsıldı düzenleri duruşumuzla. Ve 72 için binlerimizi kurban verdik ulaşmak için rızaya.
Öyleyse bil ki kardeşim dinimiz birdir bizim. Zulme isyandır amentümüz ve kıyamdır en değerli ibadetimiz. Biz İmam’ın dinindeniz ve her mazlum bizimle aynı dindendir biliriz. Kıblemiz aynıdır, kitabımız aynıdır, önderimiz aynıdır. Çünkü çilemiz aynıdır farkında olmasak da ve düşmanımız aynıdır bizimle aynı dinden olsa da.
Dilimiz birdir bizim. Yanan yürekten çıkan feryatların başka dili yoktur zaten. Her mazlum anlar bir diğerinin halinden ve her mazlumun yanar ciğeri yanıyorken alem. Biz ağıtların yurttaşıyız, ağıtlar tanır bizi. Ve şen şakrak kahkahaların sahipleridir düşmanlarımız, gözyaşları ile gömerken umudunu mazlumlar.
Mezhebimizde birdir bizim. Zulmün vahdetiyle inleyen dünyamızda mazlumiyettir mezhebimizin adı. Esaret dinine isyan ile şekillenir inancımız. Necasetten taharet ile başlar amellerimiz.
Ve rengimiz birdir bizim. Rengimiz şehadettir. Hangi renkten olursak olalım en çok yakışandır bize şehadet. Çünkü “öldürülmek bizim adetimizdir ve şehadet bizim yüceliğimizdir.” Kan veririz toprağa ve toprak gül yeşertir siyah, sarı ve beyaz olarak. Besleriz din ağacını beslenirken meyvelerinden. Kanımız damarlarımızda aksın diye yaratılmamıştır bizim. Kanımız can vermek için yaratılmıştır aleme biliriz.
Dilimiz, dinimiz, mezhebimiz, rengimiz ve düşmanımız bir olduğu için uğradık saldırıya kardeşim. Bakma sen bizi dillerine dolayıp birbirimizden ayırmaya çalışanlara ve bizi, bizim umursamadığımız etiketler ile diğer mazlumlardan koparmaya uğraşanlara. Biz İslam İnkılabının evlatları olduğumuz için atıldık bu “nar”a. Tüm tefrika putlarını yerle yeksan ettiğimiz için kuruldu Nemrut’un ocağı. Ve ilk İbrahim’imiz atıldı ateşin tam ortasına. 4 kurban kesti İbrahim, 4 İsmail feda etti bu yolda. Ve Hüseyin oldu geçti kervan’ın başına.
Ve biz öğrendik ki kardeşim, vahdet en ağır darbeyi vuruyormuş zulmün saltanatına. Ne mutlu bizim gibi İslam İnkılabına gönülden bağlı olanlara…
siyasetmektebi.com