ÖZGÜR(!) İRADENİZ(!) İLE “SEÇİN”…


La Fontaine masallarına taş çıkartacak kadar garip, huysuz, asabi, hırçın, kindar, hırslı, hain ve sinsi varlıklarla bir arada yaşayanların genelde fark edemedikleri sorun, bu birlikteliğin onların insanlığından bir şeyler koparıp götürdüğü, kendilerini de masal kahramanlarından biri haline getirdiğidir. Çünkü sürekli böyle garip mahluklarla hem dem olunca insanın insanlığı maruz kaldığı saldırıdan etkilenip muhatap olduklarının tesirine girmekte, daha önce acayip olan her şey normalleşmekte, normal olan her şey ise acayipleşmektedir.
Ve yine çünkü böyle ortamlarda insan olanlar konuşmaktan men edilirken, buzağılar, sıpalar, deli danalar ve domuzlar baş köşeye geçirilip ödüllendirilir, en yüksek perdeden anıran en büyük makamının sahibi kabul edilir. Yaşanılan yer ormanlaştırılınca tilkiler, sırtlanlar aslan kesilir başa, nice eşek ile dizilir kervanlar yola. Yılanlar, sürünen şereflerini gizlemek için ayaklar satın alır, akrepler birkaç harf değiştirip sokulur yanı başına. Karga çokça talim yapar bülbül gibi şakımak için, gülün zaten kalmaz basireti kargayla bülbülü ayırmak için.
Ne kadar sıçrasa da yakalanmaz çekirge, tavşan boş bulunca meydanı kükrer kendi kendince. Ayaklar çok mutludur başlar üzerinde yürününce, bir çıkmazdır hakkın yolu, batıl onu çizince. “Uzun, uzun” ağaçlarla kapanır günün yüzü, arsız misafir olur bitmek bilmeyen gece. Eğilmiş boyunları hazirunda görünce, kibriyle yücelir(!) de devleşir her bir cüce. Hedefe varmak için salıverir namusu, o ormanın kralı(!) hınzır sütü içince. Tilkiler kurnazlığın kitabını yazarlar, kümesler tilkilere emanet edilince.
İşte böyle ortamda kalmaz özgür irade. Düşünmek lüks tüketim, itaat farzdır artık. Gözler görmesin diye “mil”e aşık edilir, körlerden oluşan bir “mil”let yetiştirilir. Kulaklara tıkanan salalar kaplar beyni, hakikat cümleleri girmez artık içeri. Bütün hayvansal yetiler salıverilir sokağa, özgürlük adına “ne isterlerse verilir” onlara, meydan onlara teslim edilir, onların sesleri yankılanır her yerde. Sonran bu ses ile mücadeleye(!) girişilir ve sesin çıkmasına müsaade edene o sesi kısması için destek verilmesi istenir. Açlık, soygun, yolsuzluk, hırsızlık, gasp, yokluk, yoksunluk, peşkeş, ihanet ve nifak gibi tali(!) mevzuların önüne böylece geçilmiş olunur.
Aslolanın ayrışmak olduğu bir dünya yaratılır önce sonra kimlerin hangi gruba gitmeleri gerektiğine yine bu dünyayı yaratanlar karar verir. Muhalif olanların iktidar olanların “beka”sı için çırpındığı bu dünyada, ayrışmış her safın başında kardeşlerin bulunması ise gayet doğaldır. Alternatifin kendisi bizatihi sorunun bir parçası olduğu için hangi alternatif(!) tercih edilirse edilsin sorun, varlığını devam ettirir. Zaten sorun, varlığını, “özgür” iradesi ile kendisini tercih edenlere borçludur. Bunca karmaşık(!) ilişkilerle tasarlanmış bir ortamda bir çok irade maruz kaldığı saldırının etkisiyle benliğini yitirir ve “özgür”ce karar verme mekanizması devre dışı kalır. Çünkü tercih edilen her saf, aslında bütün o safları tasarlayanların varlığına rıza anlamına gelir ve bu noktada izin verilen özgürlük, kime köle olacağını seçme özgürlüğü olur. Yani zalim üreten bir dünyada “a” zalimini benimsemeyenin “b” zalimine meyletmesi, o dünyanın hilafına değil aksine doğal döngüsünün devamına neden olur.
Bu döngü elbette ki kolay oluşturulmamıştır hiçbir zaman. İradelere pranga vurabilmek ve bunu hissettirmemek için uzun yıllar çalışılmış, din afyonlaştırılırken, dini afyon olarak suçlayanlardan da kızıl uyuşturucular üretilmiştir. Allah’a c.c. ait olan bütün yönler sağ ve sol olarak kısıtlanmış, sağdan soldan yaklaşılan insan, çıkmazlara sürüklenmiştir. Sol, bütün felsefi alt yapısından uzaklaştırılıp hayvani özgürlükler sarmalında boğulmaya terkedilirken ve neredeyse bütün çabası “şarap içen” “luti olmak istiyorum”a dönüştürülmüşken, sağ “dini tekelleştirmediklerini” söyleyip “herkesin menfaatine sunan”ların eline kalmış, “cehennemde yanmayan kefen” tacirlerine nazire edercesine “oy pusulasıyla cennette arazi satanların” ve “rakı ve şarap fabrikalarına” methiyeler dizenlerin peşine takılmıştır.
Bütün bunlar olurken yine de hizaya(!) gelmeyenlerin varlığı “bir kurşunun kaç para olduğunu bilip bilmedikleri” sorgulanarak ve “bizden sonra başınıza neler gelebilir bilmiyorsunuz” türünden aba altında artık varlığını çokça gösteren sopalarla tehdit edilir olmuştur. Çünkü “Peki, peki anladık….Sen neymişsin be abi” şarkısının dizelerindeki gibi varlığıyla insanlığı onurlandırdığını(!) düşünenlerin üst perdeden tehditkar ve “bizden sonra kopsun tufan” tavırlarıyla aslında mazlumlara bakışlarını net olarak ortaya koydukları bir dönemde “hizaya” gelmemek işlenebilecek en büyük suçtur.
Hele ki sorgulamak, merak etmek, araştırmak, düşünmek ve iradeyi gerçekten özgürleştirecek eylemlere girişmek ve bununla yetinmeyip başka iradelerin de özgürleşmesine vesile olmak, vatan haini, terörist, falancı, filancı damgasını yemek için ve bunlardan dolayı en az iradelerin “özgürlüğü” kadar “bağımsız” olan yargı kurumlarında yargılanmak için yeterli sebeptir. Bu yüzden ister sağ olsun, ister sol, “özgür” iradeler kullanılarak daha önceden belirlenmesinde zerrece katkınızın olmadığı ve yaşantıları da dahil olmak üzere sizinle ilgi ve alakaları olmayan, sizden olmayan, sizin dertlerinizin yakınından dahi geçmeyen, bir gün sonrasında ne sizi ne de “özgür” iradenizi umursamayacak olanları seçmenizi isterler.
Zaten birbirlerinin şerefleri ve namusları dahil bizce her şeyden daha önemli olması gereken değerlerine küfredenlerin bunca çatışmalarına rağmen “bizden birini ‘seçin’, yeter ki ‘seçin'” diye çırpınmalarının yegane amacı yaşanan uyuşukluk halinin devam edip etmediğini test etmekten başka bir şey değildir. Çünkü sonuç, sebebi oluşturan tarafından çoktan tasarlanmıştır ve siz sadece o sonucun açıklanacağı sahnenin figüranı olabilirsiniz. Üzülebilir, sevinebilirsiniz hatta bu tepkilerinizi çok güçlü olarak ortaya koyabilirsiniz. Bu onları sadece mutlu eder. Nitekim tiyatronun gerçekliğini arttırmış olursunuz.
Bu yüzden yıllarca özgürlüğünüzü (!) kullanarak sizleri köleleştiren ve bu özgürlükler(!) ile nefsinizi azdırırken ruhunuza sürekli olarak darbeler indiren ve bu şekilde iradenizi, izanınızı, basiretinizi ve sizi insan yapan, ahsen-i takvim olan meleklerden üstün konuma gelmenize katkıda bulunacak bütün melekelerinizi elinizden alarak sizleri secde edilmesi gereken bir varlıktan kendilerine secde etmeye mecbur kalan bir varlığa dönüştürenlerin amaçlarının sizin iradelerinizin ve ya düşüncelerinizin özgürlüğü olmadığını, aksine bunların hayallerinizi dahi şekillendirmek için çırpındığını anlayamaz ve içine düştüğünüz girdaptan kurtulamazsanız, şaşkınlık vadisinde hasret seline gark olup boğulmaktan başka bir akıbetiniz olmayacaktır. Bu noktada sadece yanlış(!) kişilerin peşinden gittiğinizi için birbirinizi suçlayacak, dost olan önderlerinizin sözlerine kanıp birbirinize düşman olmaktan kurtulamayacaksınız. Sizler birbirinizin “seçim”lerinden nefret ettikçe, sizlere “bizlerden birini ‘seçin’” diyenlerin ekmeğine yağ sürülecek ve bulanık su da balık avlama mevsimi onlar için hiçbir zaman son bulmayacaktır. Kaosun kendisini kendilerine bir düzen ilan edenlerin var olan kaostan rahatsızlık duymaları bir yana bu kaos sayesinde varlıklarını sürdürüyor olmaları acı bir gerçek olarak hep karşınızda duracaktır.
O halde size alternatif(!) sunanların dışında başka bir yol, alternatif veya çıkış bulmak için gayret göstermiyorsanız bilin ki sizin iradeniz de “özgürce” köleliği seçmiş durumdadır. Zulüm gördüğünüze inandığınız bir ortamda zulüm görmenize neden olanların size kendileriyle aynı kaynaktan beslenen ve varlıklarını aynı yere borçlu olanları kurtarıcı gibi sunmalarına aldanırsanız, köleliğin tadına özgürce varmaya devam edersiniz. Çünkü zulmün hakim olduğu yerde özgürlük isyanda gizlidir. Ve bilin ki “her insanın kaderi kendi çabasına bağlıdır.” “Kendinizde olanı değiştirmedikçe Allah c.c. sizin durumunuzu değiştirmeyecektir…”
siyasetmektebi.com