HasbihalSon Yazılar

O’NDAN c.c. GELDİK VE O’NA c.c. DÖNECEĞİZ…

Bizim (şahsımız dahil) kendimize ait hiçbir şeyimiz yoktur. Hiçbir şeye malik değiliz, hiçbir güce sahip değiliz. Yaratmadık biz, yaratıldık, var olmadık, var kılındık. Ruhsuz idik, ruh üflendi çöle dönmüş toprağımıza, kimimizde gül yeşerdi, kimimizde dikenler bitiverdi. Kimimiz gözyaşları ile bereketlendirdi toprağını, kimimizin kurudu gözleri, toprağı gibi. Kimimizde boy verdi şecere-i tayyibe ve kokusuyla, meyvesiyle şenlendirdi alemi, kimimiz çürüttü yüreğini ve habasete tarla kıldı, şecere-i habisenin meyveleri ile zehirledi hem kendini hem de kendi gibilerini.

Gözlerimiz bize ait olmadığı için bakan biz değiliz, kulaklarımızın sahibi de değiliz ki duyan olalım. Amellerimiz ve emellerimiz dışında herhangi bir şeyin bize aidiyeti yoktur asla. Bir hayra muhatap olmuşsak bu bizden kaynaklanmadı ama bir şer ulaştıysa bize, hayra döndüğümüz sırtımızdan dolayıydı (Nisa 79). Ya imtihan ediliyorduk, imtihanı kaybetmişlerin vasıtasıyla, ya imtihanda yaptığımız yanlışlar silinsin diye sürülüyorduk narın ortasına. Yandıkça pişiyorduk, piştikçe anlıyorduk hamlığın nefsi sırtlanma babında hamallık olduğunu.

Bu yüzden ne gördüysek, ne duyduysak, ne yaşadıysak şükrediyorduk bize bizi nasip ettiği için bizi var eden Allah’a c.c. “İnsan” olmanın yolunu “insan”ları göndererek bize öğreten Allah’tan c.c. “hayırdan başka birşey görmeyen” bizlerin, hayrın geliş şekline muhalif olmamız muhaldi zaten. Acziyetimiz ve fakirliğimiz bile bize ait değilken, acziyetimizi ifade etme gücünü bile yine Allah’tan alabilmişken, bize ait olmayanların bizden uzaklaştırılmalarına isyanın nankörlük olacağını çok öncelerden öğrenmiştik imtihanlar deryasına nasıl insan kalınabileceğini bize öğretenlerden.

Ve biz Allah’tan c.c. geldiğimizin ve yine O’na c.c. döneceğimizin (Bakara 156) tedrisini aldık mücadele meydanlarında “Heyhat minezzilleh!” diyerek yeri göğü titretip direnenlerden. Biz, yüreğinin tam merkezinde Allah’ın c.c. evini inşa edip orada İsmail’ini kurban eden İbrahim’in a.s. ,tevekkülüyle Nemrut’u nasıl alaşağı ettiğini okuduk bize “oku” diye emreden Rabbimizin c.c. ayetleriyle hemhal olurken. Hani o İbrahim a.s. ki Nemrut’un yaktığı ateşe atılırken yanına gelen Cebrail’in a.s. “Benden bir isteğin var mı?” sorusuna “Senden isteyeceğim bir şey yok” diye buyurmuş, Cebrail a.s. “Allah’an c.c. da mı bir isteğin yok?” diye sorunca “Benim halimi O’nun c.c. görüyor olması yeterlidir.” diye cevap vermişti, işte bizim önderlerimiz olan “insan”lar böyle İbrahimlerdi a.s.

Öğrendik ki tevekkül öyle bir silahtır ki ne Nemrut önünde durabilir, ne Firavun. Ne Muaviye’nin nifağının, ne de Yezid’in zulmünün kurduğu saraylar ayakta kalabilir tevekküle yaslanarak ayağa kalkan “insan”ların önünde. Çünkü tevekkül, her şeyi var edene halini arzetmektir, aczini arzetmektir, fakrını arzetmektir. Tevekkül, kendine öyle birini vekil kılmaktır ki O c.c. “ol der”se herşey “olur”. Her şeyinde O’nu c.c. vekil bilenin, hiçbir işine şer bulaşmaz. Bu kişinin her işi hayırdır, başına gelen her şerde bile hayır vardır. İşte bundan dolayı arif buyurmuştur ki; “Hak şerleri hayreyler. Zannetme ki gayreyler. Arif anı (onu) seyreyler. Görelim Mevla neyler. Neylerse güzel eyler.”

Hakkı bilenin, hakkı tanıyanın, halis bir imanla hakka yönelenin ve hak için kendinden geçenin “attığı zaman” adımlarını dahi “o atmaz”. “Hak” onun yerine “atar”. Ve adımlarını dahi Hakka adayanın yolunun üstündeki dikenler, çukurlar, uçurumlar şer olmaz, imtihan olur, musibet olur, arınma olur, hayr olur bu yüzden. Ama bunun için önce kendi yeryüzünün halifesi olmak gerekir. O hilafeti hak etmek gerekir. Kendi yeryüzünde ki zalimi yenen her “insan”, diğer insanlara musallat olan zalimlere karşı meydana çıktığında kendisinin ve bütün alemlerin sahibi olan Allah’a c.c. tevekkül etmeye hak kazanır ve zafer böyle “insan”lara “üzülmedikleri, gevşemedikleri” için nasip olur.

Ateş, onlara gülistan olur, Kızıldeniz yol olur, tufan, gemileri için gerekli suyu taşır, ay boyun eğer emirlerine ve ikiye yarılır. Her yer Kerbela ve her gün Aşura olunca zihinlerinde, akıbetleri İnkılap olur. Her biri hem İbrahim olur, hem İsmail olur, hem kurban keser hem kurban olur. Namazları namaz, zekatları zekat, hacları hac olur. Bakışları hak için olduğundan hakkın gördüklerini görürler ve önlerindeki tuzaklar tar-u mar olur. Dillerinden ayetler döküldükçe konuşan hak olduğu için düşmanları lâl olur. Zahiren “hâr” yağar üstlerine ama gelen hep bahar olur. Dünya cehennem olsa da cennet varılan dâr olur.

O halde bizlerin de böyle olabilmesi veya böylelerini takip edebilmesi için “tam tesanüdle, tam bir ihlasla tam bir hizbullah olup” Allah c.c. rızası için çalışmamız, “Rabbim ilmimi arttır”(Taha 114) diye dua ederek anlayışımızı, izanımızı arttırmaya çalışmamız, “dilimin bağını çöz” (Taha 24) diyerek yüreğimizdekini başkalarına aktarmada başarılı olmak için Allah’tan c.c. yardım dilememiz, “ayaklarımızı sabit kıl, üzerimize sabır yağdır, kafirler topluluğuna karşı yardımcımız ol”(Bakara 250) yakarışıyla meydanda bulunmamız gereklidir.

Her ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım hayr için yola çıktıysak sonucun hayr olacağını bilip “heyhat minezzileh!” diye haykırırken, kalbimizin derinliklerinde sürekli olarak “Allah bize yeter o ne güzel vekildir”(Al-i İmran 173) “O ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır” (Enfal 40) ayetlerini terennüm etmeliyiz. İşte o zaman “kafirler istemese de Allah c.c.” kalplerimizde “nurunu tamamlayacaktır.”(Saff 8) ve bizleri “karanlıklardan aydınlığa çıkaracaktır.”(Bakara 257)

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı