HasbihalSon Yazılar

ÖNCE “İNSAN” TAHRİF EDİLDİ SONRA “MÂNA” TAHRİF OLDU…

tahrif

Hep geçmiş dinlerin tahrifinden bahsederken ve onları tahrif edenlerin bunu nasıl yaptıklarını izaha çalışırken önce kitapların ve ayetlerin değiştirilmesini ve ekleme ve eksiltme yapılarak asıl anlamlarından uzaklaştırılmasını ele alırız. İslam’dan önceki bütün zamanlar için geçerli olan bu yaklaşım kısmen doğrudur da. Çünkü Kur’an haricinde hiçbir kitap, nüzul olduğu şeklini koruyamamış, çeşitli müdahalelere maruz kalmış, istenildiği gibi yeniden yazılmıştır. Bu yeniden yazımlarda helaller haram, haramlar helal kılınmış, toplum ayrıştırılmış, bir zümre yazdığı kitaba iman ettirdiği diğer bir zümreyi o kitabı kullanarak köleleştirmeyi başarmıştır. Böylece kurtuluş vesilesi olsun diye gönderilmiş olan kitaplar ve bu kitapların temsil etmiş olduğu dinler, köle üretim mekanizmalarına dönüşmüş, eskinin imansız köleleri gitmiş yeni çağın imanlı köleleri huşu ve huzu ile saltanatları sırtlamıştır. Kitabın özünden bihaber oldukları için kendi özlerine de uzak kalan ve fıtratlarında ki “hak”kı beslemedikleri için ölüme terk eden, böylece de Allah’ı (c.c.) unutan ve bunun sonucunda da Allah’ın (c.c.) kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler haline gelen (Haşr 19) bu kölelerin varlığı ile saltanatın dininin temelleri sağlamlaşmıştır. Bu dinin ritüelleri düşünmeye ve idrak etmeye düşman olduğundan, gerçekleştirilen tahrif sonucu, Allah’ın(c.c.) buyruklarına “işittik ve itaat ettik” (Nur 51) demekle emrolunanlar, kendi buyruklarını Allah’ın (c.c.) buyruklarının yerine ilahi emirler şeklinde sunan tağutların emirlerine boyun eğmeyi “mü’min” olmanın gereği bilmişlerdir. Ve böylece “La” demeleri gerekenlere “bela” demişlerdir.

Ve insanlık tarihi hep hakkın batılla karıştırılıp gizlendiği bu tür tahriflerle dolup taşmıştır. Oysa yaratılıştan itibaren insanın düşmanı olan şeytanın insan üzerinde hiçbir fiili etkisi olmamıştır ve olamaz da. Zira şeytanın gücünün insanın gücünün karşısında durma ihtimali yoktur. Zaten şeytan, kendisine uyanların “iş(leri) bitirilince (onlara) şöyle der: ‘Muhakkak ki Allah, size gerçek bir va’d ile söz verdi; (ben de) size va’d ettim; fakat size sözümde durmadım. Bununla berâber benim için sizin üzerinize (zorlayacak) bir güç yoktu; sizi sâdece çağırdım (siz de) hemen (ve hiç sonunu düşünmeden) bana uydunuz. Öyle ise beni kınamayın; bil’akis kendinizi kınayın! (Bugün artık) ne ben sizin kurtarıcınızım, ne de siz benim kurtarıcımsınız! Daha önce (dünyada iken) beni (Allah’a) ortak koşmanızı doğrusu ben (bu gün) inkâr ettim.’ Şübhesiz ki o zâlimler yok mu, onlar için (pek) elemli bir azab vardır” (İbrahim 22).

Öyleyse hidayetin rehberi olan dinin ve o dinin gönderildikleri çağa ışık tutan kitaplarının tahrifi şeytanın eliyle gerçekleştirilmemiştir. Bu tahrif bizatihi o kitapların muhatabı olanlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Yani kitaplar insanların eliyle değiştirilmiş ve şekilleri ile mânaları bozulmuştur. Kitabı tahrif edecek insanın ise önce kendisi tahrif olmuştur. Bilinci, zihni, ruhu, kalbi saldırıya uğramış, neden yaratıldığını, hangi menzile doğru yol alması gerektiğini unutmuş, dostu düşmanı birbirine karıştırmış, geçici olarak gönderildiği dünyada yerleşik hayata geçip asıl yurdu olan ahirete gideceği güne hiç hazırlanmamıştır. Böylece adeta kendini yeniden programlamış ve bu yapay program fıtratının yerini almıştır. Daha fazlasına sahip olmak istediği dünyayı başkalarıyla paylaşmamak için başkalarının da fıtratına saldıran ve onları köleleştiren bu yeni tür insan tipi, yaratılış itibariyle eşit olduğu diğerlerini, türlü yollarla haktan ve hakikatten uzaklaştırarak tuttuğu köşebaşlarında hakkı yeniden tanımlamıştır. Ve bu tanımlamaya göre batıl ve zulüm, itaat edilmesi gereken yegane unsurlardır ve kitaplarda zulme karşı sessizlik çokça övülmüştür. Her gelen Peygamber (a.s.) bu anlayışla mücadele ettiği için, ya şehit edilmiş, ya dışlanmış, ya da vefatından sonra sözleri tahrif olmuş insanların elinde yeni uşaklar yaratmak için değiştirilmiştir. Öyle ki kurtuluş ve özgürlük Peygamberi’nin (s.a.a.) “yöneticileriniz zalim de olsa itaat edin” diye buyurduğu bile iddia edilmiştir ve ne yazık ki bir çokları bu tahrifin kurbanı olarak izzetten ve şereften uzaklaşmıştır.

Bu yüzden bütün hilesi “sırat-ı müstakim üzerinde oturup, sağımızdan solumuzdan, önümüzden ve arkamızdan bize yaklaşmak olan” (A’raf 16-17) şeytan, sadece davet edicidir ve o davete icabet edenler kendileri dahil bütün tahriflerin ana kaynağıdır. Özellikle Kur’an dan önce gelmiş olan kitaplar, bu tiplerce sürekli müdahaleye maruz kalmış, hem şeklen hem de manen geldiklerinin aksini kasteden ayetlerle doldurulmuşlardır. Fakat Kur’an Allah (c.c.) tarafından korumaya alınınca (Hicr 9), şeklî müdahalelerden muhafaza olmuştur. Ama tahrif ehli buna da çare bulmuş ve manasını değiştirdikleri ayetler ile insanların zihinlerini tahrif etmeyi başarmışlardır. Yani bugün tahrif olmamış dinin tahrif edilmiş müminleri ile muhatap olmamızın sebebi, asıl tahrifin “insan” ve “insaniyet” bilinci üzerinden gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bunun sonucunda aynı ilaha iman ettiğini iddia eden zalimler ve mazlumlar türemiştir.

Bugün karşı karşıya olduğumuz savaş da işte böyle bir tahrifin sonucu gerçekleştirilen savaştır. Geçmişte Kur’an’a hizmet(!) için Kur’an-ı Natık’ı (a.s.) namaz üzerinde şehit eden ve bugün tekbir getirerek mazlumların ciğerlerini yiyip kafalarını kesenler ile bunlarla her türlü zorluğu göze alarak izzet ve şeref için savaşanlar şeklen bakıldığında aynı dinin müntesipleridir. Tahrif edilmemiş olan Kur’an sanki bir tarafa sürekli olarak zulmetmeyi, saldırmayı, yakmayı, yıkmayı, tefrikayı ve zalimlerle beraber mazlumları hedef almayı emrediyorken, diğer tarafa bunların tam tersine bütün insanlığı sahiplenmeyi, zulm ile mücadele etmeyi, zalime başkaldırmayı, adaleti, iyiliği, ihsanı, mazlumlara şefkati emretmektedir. Bir tarafın önderleri kendilerinin dışındakileri aynı dine iman ettiklerini beyan etseler bile tekfir ederken, diğer tarafın önderleri hangi dine mensup olurlarsa olsunlar bütün insanların vahdetini esas almaktadır. Bir tarafın sözcüleri zalimlerin zaferi gerçekleşirse lokum dağıtıp kutlama yapacaklarını açıklarken ve bu zaferi(!) görüntülemek için binbir yalan ile yayın yapmak üzere gittikleri savaş meydanında üzerlerine sıçrayan kandan dolayı fenalık geçirip duvar arkasına fareler gibi saklanarak korkaklığın kitabının özetini bir kaç dakikada bizlere sunarken, diğer tarafın sözcüleri mazlumların zaferi için en ön saflarda kanlarını akıtmakta, “geleceğe sakladıkları çocukları olmadığı için” evlatlarını cephelerde feda etmekte, canlı canlı bedenleri yarılıp kalpleri dişlenmek istense de meydandan kaçmamaktadırlar.

Peki her iki tarafın da elinde tuttuğu aynı kitap olmasına karşın bu kadar fark nasıl olmaktadır? Ayetler aynı iken anlayanlar neden bu denli farklıdır? Bunun sebebi bozulmuş ve tahrif olmuş fıtratlardır. Yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi bu tür fıtratlar, tahrif edilmiş insanlar oluşturduklarından, kitapların tahrif olmasından daha tehlikelidirler ve zaten kitapları tahrif eden de bunlardır. Ama İslam’ın ve Kur’an’ın en büyük farkı, bu tip tahrifle mücadele edecek insan-ı kamili yetiştirmiş olmasıdır. Bu kamil insan, tahrif sisinin yeryüzünü kapladığı zamanlarda diğer insanların ellerinde tutarak onların sırat-ı müstakim de yol almalarını sağlamıştır. Her çağda kendi varlığını, tüm sapmışların saldırılarına rağmen sürdüren gerçek insan, yeni insanların da yetiştiricisi olmuştur. Sayıları az da olsa güçlerini haktan aldıkları için mücadele sahasını hiç boş bırakmayan bu “insanlar”, kitabı tahrif edemedikleri için insanlığı tahrif etme çabası içinde bulunanların en büyük düşmanı olmuşlardır. Bu yüzden İslam, diğer dinlerin maruz kaldığı tahriften uzak kalabilmiştir. İnsan-ı Kamil den uzaklaşanlar ise kemale eren dinden uzaklaştıkları için kendilerini tahrif etmişlerdir ve korunan Kur’anın sınırlarının dışında kalarak saldırılara açık hale gelmişlerdir.

O halde tahrife uğramamak için bugün 1400 yaşında olan insan-ı kamilin eteğine yapışmak, onun gittiği yoldan gitmeye çalışmak, onun dostunu dost, düşmanı düşman bilmek gerekmektedir. Aksi takdirde okuduğumuz Kur’an, zihnimize girdikten sonra tahrif olacaktır ve bizi hidayete değil delalete götürecektir.

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı