ÖMRÜNÜZÜ UZATIN…

Gelişiyle bütün gayri insani inançların ve düşüncelerin köküne saldırıp onları yerle yeksan eden ve hayatın her alanında devrimler meydana getiren İslam, değerler dünyasında da değişikliklere yol açmış ve değer diye toplumlar tarafından kabul gören bir çok yanlış akideyi ve inancı elinin tersiyle itmiş, onların değersizliklerini beyan etmiştir. Başlarda gerçekten “hakka” hizmet ettiği halde sonradan yolundan sapmış olan ve batılın elinde halkların üzerinde kullanılacak birer baskı aracı haline getirilen özlerinden uzaklaştırılmış ibadetleri ve artık kadim zamanların hikayeleri gibi algılanmaya başlanıp topluma ibret olmaktan ve onu ıslah edici özelliklerinden uzaklaştırılmış olan hakikatleri ise asıl mecrasına çevirip tekrar işlevsellik kazandırmış ve bu hakikatlere ruhlarını yeniden bağışlamıştır.
Bu bağlamda İslam, soy, sop, mal, mülk, şan, şöhret, ırk gibi cahili toplumlarda üstünlük nedeni sayılan bir çok kavramı ve niteliği, zulmün elinde oyuncak olmaktan çıkararak asıl yerlerine yerleştirmiş ve bu tip sıfatların, nitelendirmelerin ve bu sıfatlarla beraber kurulacak ilişkilerin nasıl olması gerektiğini bizatihi Resulullah’ın (s.a.a.) sireti ile göstermiştir. Karşısında heybetinden ve makamından dolayı titreyen bir şahsa “titremene gerek yok, ben kuru ekmek yiyen Kureyşli bir kadının çocuğuyum” diyebilecek kadar tevazu sahibi olabilen Resulullah (s.a.a), üstünlüğün dünyevi bağlarda değil takvada olduğunu kendi yaşantısıyla bizlere öğretmiştir. Ki en üstününüz en takvalı olanınızdır (Hucurat 13) ayeti ile cahili toplumun değer diye ürettiği bütün diğer nitelendirmeler çöpe atılmıştır.
İşte insanı yetiştirirken kendisinden önce o insana yerleşmiş olan batılı bütün uzantıları ile yıkmak isteyen İslam, akrabalık ve kardeşlik bağını da imani temeller üzerine kurmuş ve inananları kardeş ilan ederek, daha önceki soy bağını eğer içinde batıl veya batıla meyleden bir durum barındırıyorsa yok saymış ve değersiz ilan etmiştir. Mümin erkeklerin ve kadınların birbirlerinin velisi olduğunu beyan eden İslam (Tevbe 71), bu şekilde daha önceden veli kabul edilenlerin eğer iman etmemişlerse velayetini de ümmetin üzerinden kaldırmıştır. Yine, sadece müminlerin kardeş olduklarını (Hucurat 10) açıklayarak kardeşlik bağını dahi imana bağlayan İslam, Resulullah’ın (s.a.a.) yaptığı savaşlarda baba ile oğulun karşılıklı savaşmalarının haklı gerekçesini insanlığa sunmuş ve İslam öncesi ailevi bağları ortadan kaldırdığını pratikte de göstermiştir. Medine’ye hicretten sonra zengin-fakir, siyah-beyaz ayrımı yapmadan müminleri birbirlerinin kardeşi kılan Resulullah (s.a.a.) böylece batılın kalıntılarından uzak birbirlerine iman kardeşliği bağıyla bağlanan yeni bir toplumun inşasına başlamıştır.
Akrabalık ve kardeşlik bağı İslami hükümlere göre yeniden belirlenince doğal olarak özellikle bayramlarda çokça gündeme gelen sıla-i rahim mevzusu da değişime uğramakta ve sadece soy bağı olanları ziyaret etmekten öte bir anlam barındırmaktadır. İslami her kavramın hem bireysel hem de toplumsal boyutu olduğunu ve İslamın, insanı alemin özeti olarak tanımladığından dolayı insanı ilgilendiren tüm konuların insandan oluşan alemi de ilgilendirdiğini düşündüğümüzde sıla-i rahimin de illaki toplumsal bir boyutunun bulunması gerektiğini idrak edebiliriz. Bizim burada irdelemek istediğimiz noktada budur. Yani İslam’ın kardeş ve veli ilan ettiği mümin erkek ve kadınları bireysel olarak ziyaret etmenin yanısıra, İslam ailesinin hangi coğrafyada bulunursa bulunsun bireylerini fikren ve zikren ziyaret etmenin değeri üzerinde düşünmek de önemlidir ve zaruridir. Elbette ki hısım akrabaları ziyaret etmenin değersizliğini veya ziyaret etmenin gereksizliği beyan etmiyoruz. Derdimiz ümmetin bir aile olduğunu ve ümmetin her bir ferdinin bu ailenin bireylerini sahiplenmesinin ve sıla-i rahimi unutmamasının önemini beyan edebilmektir.
Peki “Ömrü uzatan”, “fakirliği ortadan kaldıran”, “evleri bayındır kılan”, “hesabı kolaylaştıran”, ve “kötü ölümden koruyan” (Resulullah s.a.a.) sıla-i rahimin toplumsal boyutta korunması ne anlama gelmektedir? Kimi, nasıl ziyaret etmeliyiz ve kimleri terketmemeliyiz ki toplumsal anlamda ömrümüz uzasın, fakirliğimiz ortadan kalksın? Bireysel manada ilk olarak baba evini ziyaret eden bizlerin, toplumsal olarak baba evi diye telakki edeceğimiz yer neresidir? Kendilerine “öf” bile demekten men edildiğimiz (İsra 23) ümmet ailesinin şefkatli babası kimdir?
“Ben size bir babanın evlatlarına olan durumu gibiyim” diye buyuran ve ümmet tarafından hala kendisine sıla-i rahim yapılan Resulullah’ın (s.a.a) ümmetin liderliği makamında bulunanların da, en az onun kadar ümmete şefkatle yaklaşmaları ve adeta bir baba gibi olmaları gerekmektedir. Hatta sadece ümmete değil bütün mazlumlara aynı şefkati göstermek ve çağın zulmü altında inleyen insanlığı kanatlarının altına almak, bu makamın sahiplerinin özelliği olmalıdır. Başta ümmetin çoğunluğu olmak üzere tüm yeryüzü mazlumları açlık, fakirlik, savaşlar ve ihanetlerle yaşamak zorunda kalırken, bahsi geçen makamın taliplileri de yaşantılarını Resulullah (s.a.a.) gibi şekillendirmeli ve 1000 odalı saraylarda değil, sıradan evlerde yaşamalılar ve hatta o evler öyle sıradan olmalı ki sıradan bir müslüman orada yaşamaya çok da hevesli olmamalı. Bu ümmetin babası gibi olmak isteyenlerin sahip oldukları bütün kaynaklar ve güçleri hem ümmete hem de tüm mazlumlara açık olmalı ve yeryüzünün neresinde olursa olsun kendisiyle kardeşlik ve akrabalık bağını koparmayan herkes bu kaynaklardan ve güçten karşılıksız yararlanmalı. Bu baba, mazlumlara korku salmak isteyenlerin karşısına çıkıp tüm mazlumların sığındığı evi savunmalı ve bütün heybetiyle haktan yana tavır koymalı. Hiçbir zalimle işbirliği yapmadığı gibi bütün o zalimlerin planlarını da ümmeti ve mazlumları korumak için bozmalı. Komşularının evlerindeki yangınları söndürmeye çalışmalı ve o yangınları çıkaranların “çenelerini kırmalı”. Velhasıl bu baba, Resulullah’ın (s.a.a.) kendisine emanet ettiği ümmetin ve mazlumların hakkını eda etmek için mümine karşı çok şefkatli, kafirlere karşı çok şiddetli olmalı.
Bu satırları okuyan sizler kimden bahsettiğimizi ve nereyi baba evi olarak kabullendiğimizi anlamışsınızdır. Evet İslam İnkılabı, tüm yeryüzü mazlumlarının ve müslümanlarının baba evi, İmam da tüm ümmetin mazlumların babası mesabesindedir. Yeryüzünün hangi noktasında bir zulüm varsa İnkılap İmam’ın emriyle bütün gücünü sefer etmekte ve oradaki mazlumlara ulaşmaktadır. Bunu yaparken din,dil,ırk,dil, mezhep ayrımı da yapmayıp “alemlere rahmet olarak gönderilen” (Enbiya 107) Resulullah’ın (s.a.a.) sünnetine uygun olarak, bütün alemi kuşatmaya ve sahiplenmeye çalışmaktadır. Zalimin rengi ne olursa olsun karşısında durmakta, basiret, feraset ve ilmi ile nur saçmaktadır. Bu yüzden zulmün ve nifağın hedefinde İslam İnkılabı ve İmam bulunmaktadır. Ümmetin İnkılapla ve İmam ile olan sıla-i rahimini keserek ümmeti köksüz bırakmayı, ömrünün kısalmasını ve fakirliğe düçar olmasını istemektedirler.
Oysa günümüzdeki olayları ve yaşananları biraz olsun analiz etme yeteneğine sahip olanlar göreceklerdir ki İnkılapla ve İmamla bağlarını koparmayan bütün hareketlerin ve devletlerin ömrü uzamakta, zulm ile girdikleri savaşı kazanmaktadırlar. Bu hareketlerin ve devletlerin fakirlikle imtihanı ya tam olarak yok olmakta, ya da bağları nispetinde azalmaktadır. İzzet,şeref ve onur İnkılap ve İmam ile bağını koparmayan hareket ve devletlerin nişanesi olmakta, zalimlerin ve münafıkların bütün oyunlarını deşifre edecek basiret ve feraset hücrelerine işlemektedir. İnkılaba ve İmam’a sırtını dönüp sıla-i rahmi kesenler ise yok olmakta, yoldan sapmakta, zulm ile ayakta kalmaya çalışmakta ve zalimlerin uşağı olarak mazlumlara saldırmaktadırlar ki bu yüzden “kötü ölüm” ve “zor hesap” onları beklemektedir. Bunlar ümmetin babası konumunda bulunan İmam’a “öf” demeyi alışkanlık haline getirdikleri için helak olmaktan kurtulamamaktadırlar.
Bizler de gündelik yaşantımızda mümin kardeşlerimizle ve akrabalarımızla sıla-i rahim yapmaya ne kadar özen gösteriyorsak, büyük bir aile olan ümmetin ve mazlumların baba ocağıyla da ilişkilerimizi o kadar sağlam tutmalı, cismen olmasa bile fikren ve zikren her daim sıla-i rahim yapmalıyız. Hem İnkılapla hem de İnkılabın ve İmam’ın manevi havasını ve nurunu bulundukları coğrafyalara taşıyanlarla kurduğumuz bağ, hak-batıl savaşında tutacağımız safı da belirleyecektir. İnkılaba bağlı hareketlere bağlananların hesabı kolay, evleri bayındır olacaktır. Ömrünü madden ve manen uzatmak isteyenlerin gerçekten de sıla-i rahimi terketmemeleri gerekmektedir.
siyasetmektebi.com