Önderlerimiz

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK VE TEDAVİSİ (iSLAM iNKILABI)…

inkilab-ruh

“İslam İnkılabı, kuşkusuz dünyanın her bir yanında müslümanların ruh ve kişiliğinde büyük bir inkılap ve değişimi gerçekleştirmiştir ve gerçekleştirecektir”
İmam Hamaney

“Öğrenilmiş çaresizlik”, psikolojide önemli bir yer tutan kavramlardan biridir. Bu konuyla ilgili yapılan deneyde, iki bölmeye ayrılmış bir kutunun, bir tarafına elektrik akımı verecek bir düzenek döşenir, diğer tarafı ise boş bırakılır. Elektrik düzeneği bulunan tarafa bir köpek konulur ve elektrik verilir. Köpek can havliyle diğer tarafa atlar. Bu birkaç kez tekrarlandıktan sonra köpek, tasmayla elektrik düzeneğinin olduğu tarafa bağlanır ve tekrar elektrik verilir. Diğer tarafa defalarca geçmeye çalışan köpek, bunu başaramayacağını anlayınca olduğu yerde kıvrılır ve acı acı inlemeye başlar. Böylece acıyı kabullenmiş olur. İşin daha ilginci bundan sonraki kısmıdır. Tasma köpekten çıkarılır ve köpeğin bulunduğu yere tekrar elektrik verilir, acıdan kıvranan köpek artık diğer tarafa geçmek için kımıldamamaktadır bile. Çünkü bunun mümkün olmadığını ve tasmanın hala boynunda olduğunu sanmaktadır.

Muhakkak ki bu deney sizlerin zihinlerinize tanıdık gelmiştir. Mazlum halk kitlelerinden sayıca oldukça az olan büyük şeytan ve avanesi “süfyani sistemlerin” yöneticileri, halkları egemenlikleri ve baskıları altında tutmak için sürekli bu tür psikolojik yöntemlere başvurmuş, zayıflıklarını halklara güç olarak lanse etmiş ve saltanatlarını sürdürmüşlerdir. Zaman içinde elimizden geldiğince yazılarımızda değineceğimiz bu yöntemler, halkların mücadele azminin ve direniş ruhunun ortadan kaldırılmasında en büyük paya sahiptirler.

“Allah katında yegane din olan İslam”(Al-i İmran 19), aynı zamanda müslümanlar için yegane ideoloji ve yönetim biçimidir de. Bu yüzden her müslümanın ilk hedefi ilahi nizamı kurup “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen kafirlerle” (Maide 44) “fitne kalkıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar savaşmaktır”(En’am 39) Bunu bilen “süfyani sistemler” ya “zer”le ya da “zor”la ümmeti kendilerine müptela etmiş ve alternatifsiz oldukları bilincini zihinlere yerleştirmişlerdir. “Süfyani sistemlerin” yönetiminde yaşamak zorun kalan müslüman halklar, bu sistemlerin kendilerine sunduklarından başka alternatif düşünemez hale gelmiş ve sistemin herhangi bir parçasını diğerine “ehven-i şer” mantığıyla tercih etmenin en iyi yol olduğunu düşünmüşlerdir. Bu aşamaya gelmeden önce tıpkı yukarıda bahsettiğimiz deneyde olduğu gibi birçok defa bu durumdan kurtulmak istemişlerse de her defasında nifağın oyununa gelerek yenilgiye uğradıklarından dolayı artık tek çarenin “süfyani sistemleri” kabullenmek olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Bu denemelerden bazılarında ise bahsi geçen sistemler kendilerinin tezgahladıkları sözde kıyamları çok şiddetli bastırarak halkın artık tamamen umudunu yitirmesini ve acıyla inlemesini sağlamışlardır.

Bu süreçte müslüman halklar “süfyani sistemlerin” bel’amları aracılığıyla Amerikancı İslam’ın propagandasına maruz kalarak, bu sistemleri neredeyse dinlerini savunurcasına savunmaya, bu sistemlerin oyunlarından bahseden ve kurumlarından uzak durmak gerektiğini anlatanlara “biz olmasak başkaları gelir, onlar mı gelsinler istiyorsunuz” diyerek karşı çıkmaya başlamışlardır. Sistemin içinde olmanın o sistemin bir parçası olmayı gerektirdiğini bir türlü anlayamayan bu mazlum halklar, sistemin bütününe yönelik bir saldırıyı kendilerine yönelikmiş gibi algılamaktan dahi kurtulamamışlardır. “Daha iyisi yok” diyerek, “süfyani sistemlerin” kendilerinden görünen en şerlilerine biat eden bu tip halklar artık İslami bir sistemin olamayacağı fikrine de müptela olmuş ve bunu kabullenmişlerdir. Kendilerine Resulullah’tan (s.a.a) örnekler verip uyandırmaya çalıştıklarımızdan bazıları “siz de hep Resulullah’tan (s.a.a.) bahsediyorsunuz” diyerek aslında tabi tutuldukları “öğrenilmiş çaresizlik” deneylerinin sonucunda oluşan pes etmişliği dışa vurmaktadırlar.

İslami bir sistemin zaruretine ve farziyetine inanan bizlerin halkın bu durumunu da göz önünde bulundurarak mücadele yöntemimizi şekillendirmemiz gerekmektedir. Halka hakkı anlatırken onların farkında olmadan savundukları “süfyanilere” direkt saldırmak yerine, İslami yönetimin ve idarecilerinin nasıl olmaları gerektiğini Resulullah (s.a.a.) ve ehl-i beytinden (a.s.) örnekler ile sunmalı, tabiri caizse “süfyani sistemlerin” yıllardır yükledikleri virüslerle aklı karışan, hakla batılı ayırt etme gücünü kaybetmiş olan bu halk yığınlarının zihinlerine ve ruhlarına format atarak bir nevi fabrika ayarları olan “fıtratlarına” dönüşlerini sağlamalıyız. Sürekli antitezler öne sürerek ve reaksiyoner davranarak oluşturacağımız tartışma ve cedelleşme ortamındansa, İslamı tez ve alternatif olarak ileri sürmemiz gönüllerin kazanılmasında etkili olacaktır. “Peki ne yapalım?” gibi sorulara muhatap olan bizlerin, halkın zihninde ve ruhlarında yıktıklarımızın yerine alternatif olarak İslamı sunmamız, halkta oluşacak çaresizlik hissinin tedavisinde de faydası olacaktır.

İşte bu noktada İslam İnkılabı imdadımıza yetişmekte ve çaresiz olduğunu düşünenlere sunacağımız derman olarak yanı başımızda 35 yıldır varlığını devam ettirmektedir. İslam İnkılabını bu kadar değerli yapan en önemli etkenlerden biri de yazımızın konusu olan “öğrenilmiş çaresizliğin”, mazlum halkların bilinçaltından sökülüp atılmasında oynadığı roldür. Bu İnkılap öyle bir zamanda ve zeminde gerçekleşmişdir ki tüm yeryüzü mazlumları ve bilhassa müslümanlar, artık yapabilecek hiçbirşeyin olmadığını, var olanın kabullenilmesinden başka bir çıkar yol bulunmadığını düşünüyorlar ve zalimlerin rahat bir uyku çekmelerine sebep oluyorlardı. Oysa İnkılap tüm bu ruh hallerini değiştirip özelde müslümanlara ve genelde tüm mazlumlara tekrar direniş ve diriliş ruhunu aşılamış ve ezilmişliğin kader olmadığını onlara anlatmıştır. Zalimlere ard arda indirdiği maddi ve manevi darbelerle yeryüzünü saran zemherinin sonunun geldiğini adeta bir berfin gibi müjdelemiştir. Uyuşturulmuş olan halklar yavaş yavaş uyanmaya başlamış ve “süfyani sistemlerin” tahtları sallanmıştır. Büyük şeytanın tüm gücü “Amerika bi halt edemez” sözüyle yerle yeksan edilmiş, bu söz 35 yıllık mücadele sürecinde fiili olarak da ispatlamıştır.

Bundan dolayı İmamın dediği gibi “İslam İnkılabı, kuşkusuz dünyanın her bir yanında müslümanların ruh ve kişiliğinde büyük bir inkılap ve değişimi gerçekleştirmiştir ve gerçekleştirecektir.” Bu değişim Lübnan, Filistin, Irak vb ülkelerde etkisini göstermiş, İnkılabın sedasıyla uyanıp lebbeyk diyen halklara “kendilerinde olanı değiştirdikleri için”(Rad 11) Allah da (c.c.) yardım etmiş ve bu halklar zafer üstüne zaferler kazanmışlardır. Bu seda sadece müslümanları değil yeryüzünün tüm mazlumlarını ayaklandırmış ve büyük şeytanın ve avanelerinin titremesine neden olmuştur. Yavaş yavaş çaresiz olmadıklarını öğrenen halklar, “süfyani sistemlerin” etkisinden kurtularak çareyi sistemin içinde değil, İslam’da aramaya ve İslam’ın tek çare olduğunu düşünmeye başlamışlardır.

Tüm dünyanın duyduğu İnkılabın sedasının bizim halkımız tarafından duyulmamasına veya bu sedanın “süfyani sistemin” parazitleri tarafından engellenmesi ve değiştirilmesine karşı İnkılabi müslümanların sürekli teyakkuz halinde olması ve halkımıza çarenin Öz Muhammedi İslam olduğunu ve bu İslamın şuan bilfiil hükmetmekte olduğunu açıklaması zaruridir. Aksi takdirde toplum mühendisleri ile sahte algılar oluşturan “süfyani sistemin” önderleri, halkımızdaki çaresizlik hissini kullanarak saltanatlarını sürdüreceklerdir. Maazallah…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı