NUH’UN (a.s.) GEMİSİNİN İNŞASI BİTTİ, BİTECEK…

Bugün yeryüzünün her karış toprağında hakkın inkişafı tesadüfü değildir. Safını haktan yana belirleyenlerin tümü buna şahitlik etsin diye zaman, bulundukları mekanda ayağa kalkmakta ve hakkın hakkını zalimlerden sormaya çalışmaktadır. Hiç beklenmedik coğrafyalarda bir anda inkılap sesleri duyulmakta, zalimler hem ‘bekledikleri her yerde’ hem de ‘beklemedikleri her yerde’ hak yolunun yolcularının darbeleri ile yüzyüze gelmektedir. Adeta dağlar ve taşlar dahi harekete geçmekte, zulme hizmet etmek isteyenlerin yolarını kapatmakta, işlerini zorlaştırmaktadır. Bir bütün olarak kainat yeni bir başlangıca hazırlanmakta, gökte ve yerde olanların tümü ‘bismillah’ diyerek bu yeni dünyaya adım atmak için sıraya girmektedir. Yaratılmışların tümü kendi dilleri ile zikirlerini yaparken, tek tek cılız gibi duran sesler birleşmekte, zulmetin saraylarını sarsan, sağır sultanları dahi ellerini kulaklarına götürüp tıkama derdine düşüren sayhalara dönüşmekte, böylece ‘sur’un üflenişinin provasını zalimlerin yüreklerinde gerçekleştirmektedir.
Böyle bir ortamda insanoğlunun, insan olmaya en layık olanları, bu değişime şahitlik etmek için şehadet mertebesiyle ödüllendirilmekte, akan her damla kanları, bahsi geçen devrim için ekilmiş olan tohumları beslemekte ve yeşertmektedir. Artık tarafsızlık illetinin bahanesinin kalmadığı ayan beyan ortaya çıkmış, hak ve batıl safları yaranlarıyla karşı karşıya gelmiştir. Her saf bir diğer safa vuracağı darbelerin hesabı içinde olsa da, batıl elindeki maddi güce iman ettiği için gücü yaratanın desteğinden mahrum kaldığından dolayı, hak cephesi savaş meydanındaki üstünlüğü ele geçirmiş ve psikolojik olarak da yıpranmış olan batıl, kendini kurtarmak isterken daha fazla yanlışa bulaşmaya, daha fazla cinayet işleyerek içinde boğulacağı kan miktarını arttırmaya başlamıştır. Hakkın aşıklarını her daim tahkir etmeye ve onların küçümsemeye alışmış olan batılın mütekebbirleri, artık yaklaşan tufanın işareti olan azap bulutlarını görmekte ve oluşacak selden kaçacakları yüksek dağlar arama derdine düşmektedir.
Bu savaş özellikle liderler ile kendini göstermekte, hem hak cephesinin hem de batıl cephesinin liderleri yaşantıları ve dünyaya bakışları ile değerlerini ortaya koymaktadır ki bir taraf için dünya hayatı bütün varlığının yegane amacı iken diğer taraf için dünya hayatı ekinlerini Allah (c.c.) katında dereceği bir tarladan ibarettir. Bu yüzden batılın önderleri, hayata ve ölüme kendileri gibi baktıkları zannına kapıldıkları hakkın liderlerini ölümle tehdit etmekte ve daha da ileri giderek buldukları ilk fırsatta o liderleri öldürmeye niyetlenmektedirler. Oysa hakkın safında meydanda bulunurken ve Allah (c.c.) yolunda çarpışırken ölüm diye bir olgu yoktur. Hakka gönül verenleri öldürme ihtimali yoktur çünkü. Onlar iman ettikleri hakikate, batılın ölüm dediği vasıta aracılığı ile şahit olurlar sadece ki bu ölüm değil aksine bütün bir ömürlerini adadıkları sevgililerine vuslattır. Yani batılın liderleri, hak yolunun liderlerini ve takipçilerini ölümle tehdit ettiklerinde tabiri caizse ‘sizi sevdiğinize kavuşturmak istiyoruz’ demektedirler ki bu bütün aşıkların son ve en büyük arzusudur. Bu yüzden batıl her kaybında darbe alırken, hak her şehit verdiğinde daha da güçlenmekte ve şehit verilen bütün coğrafyalarda inkılap daha da hızlı bir şekilde kendini belli etmektedir.
Bu meyanda geçtiğimiz günlerde Lübnan Hizbullahi hareketine düzenlenen ve Şehid İmad Muğniye’nin oğlu Cihad Muğniye’nin de aralarında bulunduğu 7 mücahitimizi şehit eden siyonist saldırı, hak cephesinin gücüne güç katmış, safların netleşmesine ve yazımızın başlığında belirttiğimiz gibi İslam İnkılabı ile yeniden inşa edilen Nuh’un (a.s.) gemisine kimlerin bineceğinin belirlenmesine vesile olmuştur. Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi aşk mektebi olan bu mektepte şehadet, bir babanın oğluna bırakacağı en kutsal mirastır ve şehadet ayrılıkların son bulmasının aracıdır. Şehitler mektebin iftiharıdır ve şehitler küfrani yeryüzüne ekilen imani tohumlardır ki her biri yedi başak verir ve her başakta yedi yüz dane oluşur (Bakara 261). Bu yüzden bizler şehitleri gördükçe gıpta etmekte ve bu şehitlerin yolumuzun önderleri, önderlerimizin çocukları, kardeşleri olduğunu öğrendiğimizde kendimizden utanmaktayız ki bu utanç suskunluğa veya hareketsizliğe sebep olmanın aksine bizleri kıyama zorlamakta, gayretimizi tetiklemektedir. Hal böyle olunca da siyonizmin uşakları bizleri ne kadar çok şehid ederlerse sonları o kadar çabuklaşmaktadır.
Ama bu saldırı ile ilgili olarak yapılması gereken bazı analizler vardır ki şimdilik görünen bazı sebeplerini ve olası muhtemel sonuçlarını değerlendirmek elzemdir. Muhtemel bir çok sebebi vardır elbet ama bizim için mühim olan bu saldırının Seyyid Nasrallah’ın, süfyaninin hayallerinin boşa çıktığını ve yine tabiri caizse karizmasını yok edip ayağını denk alması gerektiğini ima ettiği muhteşem sözlerinden sonra gerçekleşmiş olmasıdır. Evet Seyyid, narsizmin doruklarındaki süfyaninin kibir tekerine çomak sokmuştur ve süfyaninin canı yanmıştır. Ama ilginç olan süfyanini tek bir yanıt vermediği halde, bir iki gün içinde siyonizmin yegane müstakil şebekesi olan İsrail’in Hizbullah’a saldırmış olmasıdır. Bu saldırı bizlere şunu ispatlamaktadır ki, muhatap olduğumuz süfyani, gerçekten siyonizm için bulunmaz Hint kumaşıdır ve siyonizm yegane varlığını bu süfyaninin onuru(!) için hiç düşünmeden tehlikeye atmaktan çekinmemektedir.
Lakin bu savaş tüm yeryüzünü kapsadığı için, bizler Hizbullah’ın cevabını beklerken Yemen Hizbullahı olan Ensarullah hareketi, İnkılabi yiğitlerin intikamını bir nevi kendi topraklarında almış ve siyonizm, hakkın karşısına çıktığı bir cephede daha bozguna uğramıştır. Muhakkak ki siyonizme ve onun buzağısına gerekli cevap başka coğrafyalarda hak cephesi tarafından verilecektir ve Hizbullah kendi belirlediği bir zaman ve mekanda bu cevabı muhatabına iletecektir. Bizim vurgulamak istediğimiz savaş artık sadece belirli coğrafyalarla sınırlı değildir ve bir coğrafyada yaşananlar, savaşın devam ettiği bir diğer coğrafyaya etki etmekte, Lübnan’dan seslenildiğinde Yemen’de yankı oluşmaktadır. Aynı durum batıl içinde geçerli olmakta, bir tarafta batılın çöküşü diğer taraftaki zulmün de sarsılmasına ve desteğini yitirmesine neden olmaktadır. O halde böyle bir savaşa şahid olduğumuz bu günlerde alel acele cevaplar verilmesini beklemek savaşın mahiyetini yeterince idrak edememiş olmak demektir. Ama şu da bir geçektir ki bu savaşta da sona yaklaşılmakta ve nihai darbenin vurulacağı günlerin şafağı görünmektedir.
Velhasıl Nuh’un (a.s.) gemisinin inşası bitti bitecek haldedir. İslam İnkılabı bir yandan bütün gücüyle bu gemiyi inşa etmeye çalışırken, diğer yandan insanlığı bu gemiye binmeye ve kurtuluşa ermeye çağırmakta, geleceği belli olan tufanın yeryüzünden temizleyeceği zalimlerle yan yana olmanın sonuçlarını anlatmaktadır. Bu çağrı Nuh’un (a.s.) hanımı ve oğlu misali İslam ümmetinin bazı mensuplarının inadıyla karşılanırken, Latin Amerika başta olmak üzere yeryüzünün başka dinlerinin mazlumlarının ‘lebbeyk’ nidalarına sebep olmakta ve iman ile küfrün pratikteki anlamı yer değiştirmektedir. Adları, sanları, dinleri, mezhepleri ve milliyetleri ne olursa olsun inat ehli olanlar, kısa bir süre sonra başlayacak olan tufanda boğulacakken, yine adları, sanları, dinleri, mezhepleri ve milliyetleri ne olursa olsun hakikate kalplerini kapatmayanlar, bu geminin yolcuları olarak felaha ereceklerdir.
O halde aslolan sarayların binlerce odalarından birinde yer bulmak için din, iman, izzet, şeref ve hayadan soyutlanmak değil, bu çağın Nuh’unun (a.s.) gemisine binmek için şecaat, izzet, iman, ihlas ve fedakarlık ehli olmaktır. Aslolan bilmem hangi dine, hangi mezhebe veya meşrebe sahip olmak değil, hak batıl mücadelesinde doğru safta yer alıp, batılın karşısında kurşundan kenetlenmiş bir bina gibi durabilmektir. Zira ancak bu şeklide tufandan kurtulup, temizlenmiş yeni dünyada, tertemiz olanların kuracakları yepyeni bir nizamda yaşama ihtimali bulabiliriz.
siyasetmektebi.com