Siyasi KavramlarSon Yazılar

NASIL BİR DÜNYA ? -4- (EŞİTLİK)

eşitlik

Yegane “üstünlüğü takva sahibi olmaya bağlayan İslam”(Hucurat 13) yaratılış itibariyle bütün insanları birbirlerine eşit tutmuş, hiçbirinin bu anlamda diğerinden daha değerli olmadığını vurgulamıştır. Ne ırkın, ne soyun, ne dilin, ne rengin bu eşitliği bozabilme ihtimali yoktur ve insanlar Allah (c.c.) katında sadece takvaları sebebiyle birbirlerinden farklı mertebelere ulaşacaklardır. Bu manada eşitlik İslam’ın en temel özelliklerinden biridir ve her ruh yaratılışta “kalu bela” sürecinden geçmiştir. Her insan topraktan yaratılmış ve “ruhullah” ile desteklenmiştir. Her insanın önüne hak ve batıl seçenekleri sunulmuş ve bu seçeneklerden dilediğini seçme özgürlüğü yine her insana bahşedilmiştir. Kadın veya erkek her insan yaratılış yönüyle aynı haklara sahiptir ve imtihan dünyasında ki varlıklarının sebebi, tabi tutuldukları imtihanda neler yapacaklarının ortaya çıkmasıdır ki bu imtihanlar kişiden kişiye değişse bile herkese kendi gücüne göre dağıtılmakta ve herkese başarmanın yolu da eşit olarak sunulmaktadır.

Fakat İslam’da bahsedilen eşitlik mutlak manada her anı ve her durumu kapsayan bir eşitlik değildir. Çünkü bu anlamdaki eşitlik aslında zulmün bir diğer yönü olacaktır. “Kimseye taşıyamayacağı yükü yüklemeyen Allah (c.c.)”(Bakara 286) adil olduğunu bir kez daha belli etmiş ve insanları sadece kendi yüklerinden mesul tutmuştur. Belli bir düzene göre (sünnetullaha göre) yaratılmış alemde, her yaratılan kendi yaratılış gayesine uygun görevlere tevdi edilmiş, bu görevler farklılık gösterdiği için “eşitlik” mevzusu bazen yanlış algılanmıştır. “İnsanlar çeşitli ve farklı oldukları takdirde hayır ve iyilik üzere olmuşlardır. Eşit ve tekdüze oldukları takdirde ise helak olmuşlardır” diye buyuran İmam Ali (a.s.), alemlerin düzenini bu farklılıkların sağladığını, bu farklılıklar olmasaydı alemlerin de ayakta kalamayacağını vurgulamıştır. “Bizleri sınamak için kimimizi kimimizden derecelerle üstün kılan Rabbimiz”(En’am 165) bizlerin anladığı eşitliğin imtihan dünyasında geçerli olmadığını, bizatihi bu farklılıkların kendisinin bile bir imtihan olduğunu beyan etmiştir. Hatta bu dünyada “peygamberlerin bazısının da bazısından üstün kılındığını”(Bakara 253) dahi öğrendiğimiz Kur’an’da, eşitliğin tanımının ceza ve mükafatlarda geçerli olduğunu ilahi kanunlar önünde sadece herkesin eşit olduğunu ama yaşamın diğer alanlarında bulunan farklılıkların rahmet olduğunu da okumaktayız.

“Bilenle bilmeyeni bir tutmayan”(Zümer 9) İslam, “karanlıkla aydınlığın farklı olduğunu”(Rad 16),”hacılara su verenlerle, Allah yolunda cihad edenlerin imanının bir olmayacağını”(Tevbe 19) belirtmekte ve hak ile batıl arasındaki mücadelede hak cephesini seçenlerin üstünlüğünü beyan etmektedir. Bu anlamda bir nevi pozitif ayrımcılık yapıp insanları hak cephesinin safında bulunmaya teşvik eden Allah (c.c.),”iman eden kimsenin, fasık olan kimseyle eşit olamayacağını”(Secde 18), bildirerek katında sahip olunan değer açısından insanların farklı seviyelerde olmasının kendi çabalarının sonucu olduğunu da vurgulamakta ve iman edenleri günümüzün tabiriyle pozitif ayrımcılığa tabi tutmaktadır. Bunun sebebi iman edenlerin kendilerine bahşedilen nimetlerin şükrünü eda etmeleri ve hakka gönül vermeleridir.

Görüldüğü gibi İslam yaratılış olarak ve ilahi kanunların muhatapları anlamında bütün insanları birbirlerine eşit tutmakta, hakkı seçenlerin ise batılın taraftarlarından üstün olduğunu ilahi adaletin gereği olarak vurgulamaktadır. Örneğin İmam Ali (a.s.) kalkanını bulup sahiplenen bir yahudi ile, üstelik devlet mekanizması elinde iken ve yönetici iken, aynı mahkeme önünde yan yana oturmakta ve şahidi olmadığı için davayı kaybedebilmektedir. Veya yine İmam Ali (a.s.) halkın en fakiri gibi yaşamayı ve dünyevi hayat anlamında halkla eşit olmayı tercih etmektedir. Kendi kızının beytülmalden kendisine ödünç verilen kolyeyi taktığını gördüğünde eğer bunu izinsiz almışsa diğerlerine uygulayacağı had olan el kesmeyi, kendi kızına da uygulamaya niyetlenebilmektedir. Elbetteki bu örnekler İslam tarihinde oldukça fazladır. Bütün insani değerlerin olduğu gibi gerçek manadaki eşitliğinde kaynağı İslamdır ve İslam, insanın tekamülünde her türlü değeri yerli yerine koymuş olan ve bu şekilde de adaleti tesis etmiş olan yegane dindir.

Oysa insanlığın düşmanı olan siyonizmin emir erleri durumundaki süfyaniler, insani değerleri, bir çok renkli ve desenli perdelerin arkasına saklayıp, dillerinden düşürmeyerek, insani tekamülün bu olmazsa olmaz kaynaklarını, ahseni takvime ulaşmaya çalışan insanı, esfele safiline doğru yöneltmeye kullanmakta, insani değerlerle vahşi bir sistemi ayakta tutmaktadırlar. Ruhları esaret altına alırken nefislere sınırsız özgürlük tanıyarak fıtratları bozmakta, kendi keyfi ve küfri heva ve heveslerine uygun tesis ettikleri sistemlerinde adalet(!) dağıtmakta, zengini daha zengin kılarak ve fakiri daha da mahrum bırakarak eşitliğin(!) alasını sergilemektedirler. Bu insanlıktan istifa etmiş yaratıklar topluluğunun musallat olduğu topraklarda, eşitlik asla gerçek anlamı ile ele alınmamakta, rahmet olması gereken farklılıklar zulme alet olmakta, bireyler arasında ki uçurumlar alabildiğince açılmakta ve her grup sadece kendi sınıfı içinde eşit olarak kabul edilmektedir. Bu süfyaniler yaratılıştan gelen farklılığı görmezden gelip, fiili hayatta bu farklılıklarla mücadele etmeyi ve kendilerince mesela kadın-erkek eşitliğini(!) sağlamaya çalışmayı vazife bilmişler ve bu sayede kadınları, kapitalist mantığın kullanıp atabileceği materyal haline getirmişlerdir. Rabbimizin rahmeti sonucu yaratılan her varlığın kendine ait bir görevi ve sorumluluğu bulunmasına rağmen, süfyaniler özellikle kadınlara taşıyamayacakları yükleri yükleyerek ve onları erkeklerle sonu gelmez bir yarışa sokarak, aslında hem namus kavramının hem de aile mefhumunun temelini dinamitlemeyi ve toplumsal huzuru yok etmeyi amaçlamışlardır.

Toplumun hasret kaldığı eşitliğin, ülke kaynaklarının insaflı paylaşımı ve idarecilerin halktan kopuk yaşamaması gerekliliği ile o toplumun bütün kesimlerinin kanunlar önünde eşit haklara sahip olması olduğu ortadayken, süfyanilerin bu konulara hiç yanaşmamaları, halka ait bütün sermayeyi kendi yakınlarına peşkeş çekmeyi, fakirlerin sırtından zenginleşmeyi, bu zenginliği hakları olarak lanse etmeyi marifet bilmeleri, kimlerin insafına kaldığımızı da ortaya koymaktadır. “Zulm ile abad” olmaya çalışan süfyaniler, idare ettikleri memleketlerde değil halkın en aşağı tabası gibi yaşamayı, zengin sınıfın dahi gıpta ile bakacağı bir hayat tarzına sahip olmayı kendilerinin hakkı olarak görmekte, “yat” sahibi olmayı lüks olarak dahi telakki etmemekte, çocuklarına helalinden(!) aldıkları gemiciklerle Hayfa limanını ziyareti ticaret saymakta, “fakirin kömürünü zengin çıkaracak değil ya” diyerek sınıf farkının doğallığına ve bu farklı sınıflardan olan fakirlerin, zenginlerin malında hiçbir hak sahibi olmadıklarına işaret etmekte, kendi çocuklarına görünürde 50 küsür bin liralık maaşı layık görürken, 800 liralık asgari ücreti yere göğe sığdıramamaktadırlar.

İki yıl çalışıp(!) bütün bir ömür yatma hakkı kazandıkları meclislerinde el kaldırıp kabul ettikleri yasalara göre suç işleyen sermaye kesimini ve rüşvet alıp veren çocuklarını, yine kendi yasalarına göre cezalandırmaları gerekirken, bu yasaları çocuk oyuncağına çevirip istedikleri değişiklikleri yaparak her türlü hırsızlıklarına kılıf uydurmakta “usta” olduklarını da belli eden süfyaniler, açlıktan ve işsizlikten ekmek çalmaya bile mecbur kalmış halkın çocuklarına cezaları en şedid bir şekilde uygulamayı kanun önünde eşitliğin(!) en temel işareti olarak lanse etmektedirler. Milletin çocuklarını “4 adam gönderip 8 füze attırarak” oluşturacakları savaşlarda ölüme göndermekten çekinmezken, kendi çocuklarının burnunun dahi kanamaması için gayret gösteren süfyaniler, haklarını ararken eşit şekilde öldürülen mazlum halkın çocuklarına “ölmüştür geçmiştir” diyerek vicdanlarının seviyesini de bizlere sunmaktadırlar. Resulullah (s.a.a.) geçmiş kavimlerin helak olma sebeplerini beyan ederken “kanunların zenginlere uygulanmayıp, güçsüzlere ve fakirlere uygulanmasının” bu helakların en önemli sebebi olduğunu belirtmiş ve bugünler için adeta bizleri uyanık olmaya ve “içimizdeki beyinsizler yüzünden” helak olmamak için mücadele etmeye çağırmıştır.

Var oluş itibarıyla eşit olduğumuzu, dünyadaki farklılıklarımızın bu eşitliğin önünde engel olmadığını, hepimizin farklı imtihanların muhatabı olduğunu, zenginin fakirin durumundan sorumlu olduğunu, fakirin zenginin malında hakkı olduğunu bildiğimizden, kanunların zengin fakir, idareci ve halk ayırt etmeksizin herkes için geçerli olduğu bir dünyada eşit haklara sahip olarak yaşamak arzumuzdur. Bunun mümkün olduğunu kapitalizmin vahşi mantığından sıyrılıp, sünnetullaha uygun olarak ilahi emirler doğrultusunda varlığına devam eden sistemlerin işleyişinde görmekteyiz. Süfyanilerin hükümdar olduğu beldelerde zenginlerin hukukunu korumaya yönelik çabaların aksine, bahsettiğimiz İslam beldelerinde yolsuzluk yapmış olan ve halkın malına ve canına kastetmiş olanlar, soylarına ve mal varlıklarına bakılmaksızın ilahi hükümler gereği halkın gözü önünde idam edilmekte ve bu da toplumsal huzuru adaletin tesisiyle sağlamaktadır. Bu beldelerin idarecileri “ayaklarındaki terliklerle” halklarının maddi olarak en alt tabakasıyla aynı hayatı yaşadıklarını belli ettikleri için İslam’ın emrettiği hakiki eşitliğinde bu çağda uygulanabilir bir emir olduğunu ispatlamaktadırlar.

Bu gerçeği bilen kafirler, hem İslam’ın bu temiz yüzünün bilinmesini engellemek için hem de İslami bir dünya düzeninin tesis edilebileceği gerçeğinin anlaşılmaması için bizlere sürekli umutsuzluk aşılamakta ve var olan zulmü kabul etmekten başka bir çaremiz olmadığını beyan etmektedirler. Bunlar “bizim de kendileri gibi inkar etmemizi isterler ki onlarla eşit olalım”(Nisa 89) ve bu şekilde ilahi azabı hak edelim. Bu noktada karar verecek olan bizleriz. Ya hakkı tanıyıp o yolda mücadele ederek insani ve İslami kurallar üzerine kurulu bir dünya inşa edeceğiz, ya da zulmü ve küfrü kabullenerek “onlarla eşit” olacağız…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı