NASIL BİR DÜNYA ? -3- (ALLAH RIZASI)

“İnsanları ve cinleri yalnız kendisine ibadet etsinler diye yaratan”(Zariyat 56) yüce Allah (c.c.), “hoşnutluğunu itaatinde gizlemiş”(İmam Ali a.s.), emrettiklerini yerine getirenlerin ifa ettiği kulluğu, kendi rızaiyetinin temeli olarak beyan etmiştir. Bu gerçeğin muhatabı olan insanoğlu, var oluşunun da gereği olarak Allah(c.c.) aşkını yüreğinde taşımalı, maşuku olan Allah’ın (c.c.) rızasını elde etmek için bütün gücünü sarfetmeli, “hayatını, ölümünü, namazını ve ibadetlerini yalnız O’na (c.c.) adamalı”(En’am 162) ve böylece ilahi rızaya mazhar olmaya çalışmalıdır. Nitekim ancak bunu başardığında kemale doğru yol almaya başlayacak ve yine ancak bunu başardığında var edene şükrünü sunmuş olacaktır. Ve aslında bu “rızayı kazanma” durumu bile netice olarak yine insanoğlunun yararına işlemekte ve her şeyden münezzeh olan Allah (c.c.), insanoğlunu gösterdiği bu çabayla eğitip cennetine girebilecek kamil bir varlık haline getirmeyi istemektedir.
Yaşamın kendisini var ettiği gibi yaşam için gerekli tüm şartları oluşturup insanın emrine sunan ve insanı yeryüzünün halifesi olarak diğer dünyevi varlıkların hükümdarı ilan eden Allah’a (c.c.) karşı insanoğlunun, sürekli şükretmesinin ve bu şükrün ifadesi olarak ömrünü O’nun (c.c.) yoluna adamasının, O’nun (c.c.) için sevip, O’nun (c.c.) için buğz etmesinin, bütün amellerinde yalnız O’nun (c.c.) rızasını gözetmesinin gerekliliği, hür iradesini hak yolunda kullanan insanın aklen ve kalben kabulleneceği bir hakikattir. “Allah’ın rızasını almak için canını ve malını feda edecek kadar”(Bakara 207) kendini Allah’a(c.c.) adayan insan, yaratılıştaki hikmeti kavramış ve yaratılışının amacı olan kulluğu tam olarak idrak etmiştir. Bu kulluk sayesinde de özgürleşecek olan insan, kendini bu yoldan ayıracak her türlü güce karşı koyabilecek kadar güçlenmiş olacaktır.
Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmanın en temel yolu O’nun (c.c.) razı olacağı bir dünya inşa etmektir elbette. Bütün insanların Allah’ın (c.c.) kanunları ile yönetildiği ve o kanunlardan başkasına teveccüh edilmediği bir dünyada, hayatı her yönüyle Allah’ın (c.c.) yoluna adamak ve O’nun (c.c.) rızasını kazanmak tabiidir ki daha kolay olacaktır. Çünkü “Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır”(Maide 16) ve bu yoldaki engelleri onlar için kaldırır. Bu yolda her hareketin, her kanunun, her adımın kaynağı ilahi vahiydir. Başka herhangi bir kaynaktan karışıma bu yolun tahammülü yoktur, zira “doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır.”(Bakara 256) Bu yüzden bu yolda gidenlerin bulunduğu ortamlarda, Allah (c.c.) düşmanı zalimlerin ve batılın bulunma ihtimalleri de yoktur.
Kur’an-ı Kerim baştan sona kadar Allah’ın (c.c.) rızasının nasıl kazanılacağını bizlere anlatırken, çetin olan bu yolda “Rabbimizin rızasına ermemiz için sabretmemiz gerektiğini”(Müddesir 7) vurgulamakta, hak cephesinde mücadele edenlere müjdelediği mükafatları sayarken “Allah’ın rızasının hepsinden büyük olduğunu ve büyük kurtuluşun da bu olduğunu”(Tevbe 72) bizlere bildirmektedir. Bu rızayı kazanmanın yolu özet olarak “fitne kalkıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın”(Enfal 39) ayetiyle ifade edilmiş, bu ayet, dini, yani yaşamı, idareyi, dünyayı, adaleti ve bütün varlığı Allah’a (c.c.) yöneltmeyi ve O’nun (c.c.) rızasına uygun hale getirmeyi emretmiştir. Bu emir doğrultusunda “eğer Allah’ın yolunda savaşmak ve rızasını kazanmak için çıkmışsak, O’nun da düşmanı, bizim de düşmanımız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmememiz”(Mümtehine 1) gerekmektedir.
Bu noktada, bireysel bir din olma özelliğinden ziyade toplumsal bir yapıya sahip olan İslam’ın müntesipleri olan bizlerin, sadece kendimize çeki düzen vermemizin Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmamıza yetip yetmeyeceğini sormamız gerekmektedir. Yukarıda beyan ettiğimiz ayetler gayet açık olmasına rağmen bazı kesimlerin sürekli bireysel tekamülden bahsedip toplumsal tekamülün gerekliliğini önemsememesi veya bireysel temizlikten dem vurup toplumsal temizliği gözlerden ırak hale getirmesi zihinlerde şüphe uyandırmakta, İslam’ın emirlerinin tümünü ele alıp topyekün o emirlerin uygulanması halinde Allah’ın (c.c.) rızasını kazanabileceğimizi belirten müslümanların toplumdan soyutlanmasına yol açmaktadır. Hitaplarının neredeyse hepsinde çoğul kipini kullanan ve insanlara, müminlere, müslümanlara hitap eden Allah’ın (c.c.), sadece bireye yönelik emirler gönderdiğine inanmanın garabeti bir yana, hayatın tüm yönlerine değinmiş olması, toplumsal hayatın nasıl şekillenmesi gerektiğini belirtmiş olması ve insanı her yönden yetiştirmeye çalışması gerçeği gün gibi ortadayken, bu iddiaların sahiplerinin dayanağı olmadığı da aşikar hale gelmektedir.
Madem ki Allah (c.c.), insanı hem bireysel hem de toplumsal yönden olgunlaştırmaya çalışmaktadır o halde Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmak için hem bireysel hem de toplumsal düzenlemelere ihtiyaç var demektir. Şahsi yaşantısında Allah’ın (c.c.) emirlerine uygun hareket eden bireyin, içinde yaşadığı toplumun düzenini de bu doğrultuda şekillendirmeye çalışması ve Allah’ın (c.c.) indirdikleriyle hükmederek Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmayı umut etmesi gerekmektedir. Kalbi temiz olup çevresi kirli olan insanın ister istemez ruhu o çevreden etkilenecek ve fıtratı bozulacaktır. Fıtratındaki temizliği yitiren insanın Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmasının ihtimali yoktur. Zira amellerinin temelinde artık Allah (c.c.) rızası olmayacak ve bütün çabaları boşa gidecektir. Ve gayri İslami kuralların yönettiği hayatı, cehennemin yanıbaşında sonuçlanacaktır. Çünkü ilahi buyruk gereği “binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse, binasının temelini göçecek bir uçurumun kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimseden daha hayırlıdır.”(Tevbe 109)
Bunca uyarıya rağmen çağımızın süfyanileri, bizleri, cehennem çukurunun kenarında bulunan ve temeli gayri İslami kanunlara dayanan binaların içinde yaşamaya mecbur bırakıp, Allah’ın (c.c.) rızasından uzaklaştırmakta ve ilahi ikazlara aldırış etmeden kendi düşecekleri ateşe bizleri de sürüklemektedirler. Bu binaların temelinde faiz, fuhuş,içki, gasp, hırsızlık, kumar, zulüm, nifak ve her türlü günah bulunmakta, bizler her ne kadar temizlenmeye çalışsak da bu günahların pisliğine bulaşmakta ve kirlenmekteyiz. Dünya sevgisinin kuşatmış olduğu nefislerimiz, dünyalıklarını elde etmek için yavaş yavaş günahlara yaklaşmakta ve tüm bireysel arınma çabalarımız boşa gitmektedir. Bunun sonucunda, dünyalıkları elde etmek için köşe başını tutmuş olan süfyanileri razı etmeye uğraşırken, Allah’ın (c.c.) rızasını gözardı etmeye başlamaktayız. Hakikatin ve Hakk’ın düşmanlarının belirlediği kanun ve kuralları Allah’ın (c.c.) emirlerine tercih ederek, pratik hayatımızda kimi daha çok sevdiğimizi ortaya koymaktayız. Artık ev veya araba sahibi olmak için faize bulaşmanın mübahlığından dem vurmakta, hicabın bu devirde yeri olmadığından, olsa bile süs olarak güzel durduğundan bahsetmekteyiz. Gelmiş geçmiş en büyük hırsızları ve zalimleri “çalsalar da çalışıyorlar” diyerek savunmakta, yapılan yolları, hastaneleri vs. bütün günahların ve zulümlerin kefareti olarak algılamaktayız. Öyle bir sapma yaşamaktayız ki süfyanilerin kendi açıkladıkları rakamlara göre bile açlık sınırının altında yaşayan bizler, bütün sermayemizi başkalarına ve kendi yakınlarına peşkeş çekip, binlerce dolarlık çorap giyecek kadar israfın tarifini yeniden yapan zalimleri ellerimiz kırılırcasına alkışlamakta ve onların rızasını kazanmayı Allah’ın (c.c.) rızasını kazanacak amellerde bulunmaya tercih etmekteyiz. Rızasından vazgeçtiğimiz Allah (c.c.) bizi türlü yollarla sınarken bile gözlerimiz açılmamakta ısrarla düştüğümüz bataklığa methiyeler düzmekteyiz ve bu aşamada Resulullah’ın (s.a.a.) “Allah’ın yaratıklarından hoşnutluğunun nişanesi, fiyatların düşmesi ve yöneticilerin adaletidir. Allah’ın yaratıklarına gazabının nişanesi ise, yöneticilerin zulmü ve fiyatların yükselmesidir” buyruğu bizlerin bugün Allah’ın (c.c.) hoşnutluğunu mu yoksa gazabını mı hak ettiğimizi beyan etmektedir.
Son olarak belirtelim ki bizlerin arzuladığı dünya Allah’ın (c.c.) rızasına kavuşmamızı sağlayacak olan dünyadır. Bu dünyadaki yegane kanunlar Allah’ın (c.c.) indirdiği kanunlardır. Bu kanunların şekillendirdiği toplumsal ve bireysel yaşamın ancak insanı tekamüle ulaştıracağını ve bu tekamülün bizlere Allah’ın (c.c.) rızasını kazandıracağını düşünmekteyiz. Bunu gerçekleştirmek için çaba göstermemiz ve var olanı hak olanla değiştirmeye niyetlenmemiz gerektiğinin bilincindeyiz. Ayağımızın bu yolda sabit kalmasının şartının, kendi ellerinde tuttukları dünyayı bizlere dayatan süfyanileri değil hakkı esas almamız olduğunun da farkındayız. Aksi takdirde İmam Rıza’nın (a.s.) “her kim bir hükümdarı hoşnut etmek için Allah’ı hoşnutsuz kılarsa, Allah’ın dininden çıkmıştır” buyruğunun muhatapları haline gelebiliriz. Bu yüzden doğarken garantilediğimiz tek şey olan ölümün esirleri olarak Allah (c.c.) karşısına çıkacağımızı bilen bizler, o dergahtan kovulmamak için bu dünyanın mihnetlerine sabretmeyi göze almışız. Bunca nimete karşı bu kadarcık çaba çok olmasa gerek…
siyasetmektebi.com