NASIL BİR DÜNYA ? -1- (ADALET)

(Bir kardeşimizin bizlerden ricası üzerine kaleme aldığımız bu yazı dizisinin amacı, sürekli gündemde tutmaya ve oluşması için siyasi bilincin geliştirilmesine çalıştığımız İlahi nizamın temel esas olduğu bir dünyayı neden arzuladığımızı ve bu nizamın etkisiyle şekillenen dünyanın var olan dünya düzeninden farkının ne olduğunu kendimizce açıklamak ve derdimizi somutlaştırarak muhatap olduğumuz halka ulaştırmaktır. Böylece sürekli şikayet edip alternatif bir fikri model ortaya koymamaktansa, kendi alternatif fikrimizi insanlara sunmayı ve bir fikir alışverişi ortamı oluşturmayı umut etmekteyiz. Elbetteki çaba bizden başarı Allah’tandır (c.c.).)
Başkalarının hakkına saygı göstermek ve herkesin hakkının gözetilmesi olarak tanımlanabilecek olan adalet, yeryüzü nizamının da temelidir. Mülk,varlık, bilinen veya bilinmeyen ne varsa hepsi kendisine ait olan (Teğabün 1, Hud 123) Allah (c.c.) katında, her tasarrufu kendi mülkündeki tasarrufu demek olduğundan ve kimsenin hakkına, malına tecavüz etme olasılığı olmadığından (çünkü kimsenin O’nun (c.c.) karşısında üstünlüğü, önceliği, hakkı ve malikiyeti yoktur) zulmün anlamı yoktur. Mutlak adil olan Allah (c.c.), yarattıklarını da işte bu temel üzere yaratmış ve onlara sürekli olarak adil olmalarını öğütlemiştir. Yaratılış gereği boşluğu kabul etmeyen varlık alemi, adaletten mahrum kaldığı andan itibaren zulümle yüzyüze gelecek ve zulüm adaletin olmadığı yerdeki boşluğu doldurmuş olacaktır. Bu yüzden “her işte adaletli davranmak” (Hucurat 9) hayatın akışının sekteye uğramaması ve imtihan dünyasının cehenneme dönmemesi için en önemli şarttır.
Adalet kavramının felsefi boyutuyla ilgili olarak Şehid Mutahhari’nin (r.a.) “adl-i ilahi” kitabına başvurmak, bu kavramla ilgili bir çok sorunun ortadan kalkmasına yardımcı olacaktır. Biz ise bu yazımızda bahsi geçen kavramın felsefi boyutundan ziyade, reel hayatta karşılaştığımız ve bir çok sorunun temeli olduğunu düşündüğümüz siyasi boyutunu ele alacak ve ömrümüzü adadığımız İslami yönetim modelini neden arzuladığımızı bir nebze de olsa açıklamaya çalışacağız. Zira yukarıda da değindiğimiz gibi hayat, boşluğu kabul etmemekte ve adaletin olmadığı ortamda zulüm yeşermeye ve meyve vermeye başlamaktadır. Zulmün acı meyvesiyle muhatap olmaktan bizar olan bizlerse bu zulüm ağacını budayıp daha da gürleşmesine vesile olmaktansa, kökünden söküp atmakla yükümlü olduğumuz bilincindeyiz. Bu yüzden zulmün varoluş nedeni olan adaletin yok oluşuna dikkat çekmek istiyoruz.
Elbette ki her toplum belli kanun, kural ve yasalarla idare edilmekte ve bu şekilde düzen sağlanmaktadır. Ama ne var ki kanun, kural ve yasaların varlığı adaletin tesis edildiği anlamına gelmemekte, bu kanunların temeli olan dünya görüşü, onlara hak veya batıl özelliğini kazandırmaktadır. “Adaleti ayakta tutarak, kendisinden başka ilah olmadığını açıklamış olan Allah” (Al-i İmran 18) bu şekilde tek kanun koyucunun da kendisi olduğunu bir kez daha vurgulamış ve adil kanunların kendi buyurduğu ilahi kanunlardan başka kaynaklarda aranmaması gerektiğini de belirtmiştir. O halde “Allah’ın (c.c.) indirdiklerinden başkalarıyla hükmedenler zalimlerin ta kendileridir” (Maide 45), ve bu zalimler kendi heva ve hevesleriyle uydurdukları keyfi-i küfriye kanun namı vermekle saltanatlarının devamını sağlamayı ummaktadırlar. Daha baştan Mutlak Adil’in (c.c.) buyruklarına aykırı olarak var olmaya çalışanların ve O’nun (c.c.) kanunlarına muhalefet etmek demek olan yeni kanunlar tesis edenlerin hükmettiği topraklarda, sünnetullah gereği olarak adalet hicret etmiş olacaktır.
“Şüphesiz adalet, münezzeh olan Allah’ın insanlar için karar kıldığı ve hakkı ayakta tutmak için tayin ettiği bir ölçüdür”(İmam Ali a.s.) ve Allah (c.c.) “insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder”(Nisa 58). O halde adaletin kaynağını arayıp bulmak ve bütün kanun ve yasaları bu kaynağa göre yeniden şekillendirmek gerekmektedir. Çünkü “adalet halkı ıslah eder”,”bereketi arttırır” ve “adalet hayattır”(İmam Ali a.s.). Zulüm ise ifsad eder, maddi ve manevi darlığa neden olur ve yaşam için tehlike oluşturur. Bu ikisi arasında tercih yapmak durumunda olan bizler, var oluş nedenimiz gereği adaleti seçmek zorundayız. Nitekim “Allah adaletli olanları sever”(Mümtehine 8)
Oysa yeryüzünün içinde bulunduğu durum ve karşımızda duran resim kan ile renklendirilmiş ve gözyaşı ile süslenmiştir. Allah’tan (c.c.) gayrisinin koyduğu kanunların hükmettiği tüm coğrafyalarda halklar sınıflara bölünmüş, bir yanda açlık, sefalet, yokluk, ölüm kol gezerken, diğer yanda kollarda bilmem kaç bin liralık saatler yer bulabilmiş, bir yanda çöplükler ekmek teknesi haline gelmişken, diğer yanda taksitle(!) gemicik filoları kurulmuş, halka karşı işlenen tüm suçlar affedilirken, halkın malına, namusuna, canına kastedenler sokaklarda cirit atarken, küçücük çocuklar anne babalarından koparılıp en vahşi cinayetlerin öznesi olurken bir yanda, diğer yanda yatlar lüks olmaktan çıkmış, bir aylık çerez maliyeti bir memurun emekli ikramiyesini aşmış, iki yıllık çalışma(!) sonucu bir ömür yan gelip yatma hakkı kazanılmıştır. Kendi koydukları kanunları göstermelik bile olsa kendilerine dokunduğu anda değiştirmekten çekinmeyenlerin adaletle isimlerinden başka bir irtibatları kalmamış, zemherinin soğuğunu simgeleyen “ak”lıkları artık, geceden daha fazla perde çeker olmuştur gözlere.
Bu zulümlerle muhatap olup da İslam’ın hükmettiği saadet devrini bilen bizler, Resulullah’ın (s.a.a.) 3 gün üst üste doymadığını, kendi sahabelerinden daha kötü bir hayatı bütün imkanlara rağmen tercih ettiğini, beytülmali eşit taksim ettiğini, bedevilerin bile kendi yakasına yapışıp haklarını talep edebilecekleri bir adil düzen kurduğunu, İmam Ali’nin (a.s.), devletinin olanca imkanına ve büyüklüğüne rağmen ayakkabısını yamaladığını, eski bir gömlek giydiğini, iftira atan bir yahudiyle bile eşit olarak mahkeme önüne çıktığını, yetimleri kendi elleriyle doyurduğunu, katilinin niyetini bildiği halde eyleme geçmediği için cezalandırmadığını ve hatta beytülmalde ki hissesini verdiğini, “yeryüzündeki ve gökyüzündeki bütün hazineleri kendisine verseler dahi bir karıncanın ağzındaki buğday tanesini almayacağını”, beytülmal yetkilisinin ödünç verdiği gerdanlığı kızının boyununda görünce “eğer izinsiz almışsa elini kesmeye ahdettiğini”, ve en önemlisi adaletin genişliğinden daralanların suikastiyle ve adaletinin şiddetinden dolayı şehid edildiğini bilmekteyiz.
Bizlerin talep ettiği adalet soyut ve hayattan uzak bir kavram değildir. Aksine bizler hakkı bize tebliğ eden Resulullah’ın (s.a.a.) bil-fiil yaşadığı ve kendisiyle hüküm sürdüğü adaleti talep etmekteyiz. Bizler İmam Ali’nin (a.s.) düşmanlarını dahi hayrete düşüren adaletinin aşıklarıyız. Allah’ın (c.c.) emirlerinin her çağa hitap ettiğini bilen bizler Allah’ın (c.c.) emrettiği adaleti uygulayacak bir gücün hükmü altında yaşama arzusundayız. Çünkü “Allah adaletli olanları sever” ve yeryüzünde “hükmetmek isteyen, kudretinin sürekli olmasını amaçlayan adil olmalıdır”(İmam Ali (a.s.). Buna aykırı hareket edenler zalimlerdir. Ve Resulullah’ın (s.a.a.) “şefaati haksızlık eden zalim sultanı kapsamayacaktır.” Bu zalimler kendilerine adaletin tavsiye edilmesine dahi tahammül göstermemekte, buna kalkışanları ataları firavun ve nemrutlar gibi cezalandırmaktan çekinmemektedirler. Geçtikleri yollarda kendilerine sitemkar bakanlara dahi tahammül gösteremeyip, onları derdest eden bu zalimler, ellerinden gelse her ses çıkarının sesini bir ömür keseceklerdir. “Adaleti emreden insanları öldürenlere acı bir azabı müjdeleyen” Allah (c.c.) elbet bu zalimlerden de haberdardır.
Yeryüzünü zulm ile yönetmeye niyetlenen zalimlere karşı tek sığınağımız İslamın adaleti olduğundan dolayı, İslami bir sistemin varlığına ihtiyaç duymaktayız. Adaletin yeryüzüne hakim kılınmasının yegane yolu budur. Kendi saltanatları uğruna insanları birbirlerine kırdıran nice zalimlerin köşe başını tuttuğu, ikiz kardeş olan doğu ve batının ilhadi fikirlerinin tek seçenekmiş gibi insanlara sunulduğu, kimi yerlerde mideleri doyurulup ruhlarına işkence edilen insanların, kimi yerlerde ise hem midelerine hem ruhlarına işkence edilen mazlumların inim inim inlediği çağımızda, tek kurtuluş yolunun İslamın adalet anlayışı olduğunu bildiğimiz için bizler zalimlere karşı mücadelemizi devam ettirmekteyiz. Zulmün rengini, dilini, dinini, mezhebini, milletini umursamadan, mazlumun dinini, milletini ve mezhebini sorgulamadan devam etmekteyiz hakkı haykırmaya. Resulullah’ın (s.a.a.)”kıyamet günüde bir münadi şöyle nida eder: Ey zulüm edenler ve onların yardakçıları! Neredesiniz? Onlara hokka, kalem hazırlayanlar, bir torbanın ağzını sağlam kapatanlar veya kendilerine mürekkep temin edenler kimdir? Hepsini birlikte haşredin” buyurduğunu işittiğimizdendir zulm ile tüm ilişkimizi kesmemiz.
Yalnız kalışımız sorun değil bizim için. Zalimi ve zulmü teşhis etmiş bir bilinçle İslam’a sığınmışız ve Rabbimizin “yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir millet bulunur” (A’raf 181) müjdesinin muhatabı olanlara bundan müştakız. Oralarda İslam adaleti bu çağda tesis olabiliyorsa buralarda neden olmasın ki…
siyasetmektebi.com