MİNARE VE HAVUÇ TOHUMU…

Uyutmanın “usta”sı olanların uyutacaklarının algısını şekillendirmek için kurdukları tuzakların ve planladıkları oyunların haddi hesabı olmasa da illaki bir mantığı bulunmakta, bu mantık çözüldüğü takdirde ninniler ve masallar sakinleştirici etkilerini yitirmekte, derin uykular için tasarlanmış “ateşten döşekler”(A’raf 41) tüm rahatlıklarını kaybetmekte ve kurak zihinlere bilinç, karanlık kalplere nur yağmaktadır. Tabi bunun için hakka sırtını dönmemek, onu aramak, onu bulanların ardı sıra yürümek bahsettiğimiz değişimin gerçekleşmesi adına şarttır. Çünkü “arayanın bulduğu” ve hatta aslında “bulanın aradığı” hakikat, yanıbaşımızda olsa bile ulaşılmak için eylem istemekte, arzumuzun ispatı olan çaba olmadan yüzünü bize göstermemektedir. En azından ölmediğimizin kanıtı olarak “çağrıyı duyabildiğimize” (Rum 52) emin olmak istemektedir.
Hal böyle olunca “uykunun” askerleri de saltanatlarının ayakta kalabilmesi için yoğun gayret sarfedip gün ışığının gönüllere girip uyandırmasını engellemek niyetiyle yeni yeni perdeler ile karanlığı canlı tutmaya çalışmakta, uyanılan her uykunun ardından yeni uykular için yeni ninniler, masallar yazmakta, bazen kabus, bazen tatlı rüyalar şeklinde kendilerini derin derin uyuyanlara sunabilmektedirler. Bunun için kimi zaman “şüphesiz biz size öğüt verenlerdeniz” (A’raf 21) diyerek hayrımızı düşünürmüşcesine bize yaklaşıp cennetimizi cehenneme çevirebilmekte, bizleri yolumuzdan uzaklaştırabilmek için sahte yollar inşa edebilmekte ve bu yollarda yürümenin ihtiyacımız olduğu fikrini bizde uyandırmaktadırlar. İhtiyacımız olana ulaşmamamız için dünyaya bakışımızı değiştirip, dünyayı ihtiyacımız haline getiren bu “uyanıklar”, böylece hem enerjimizden, hem varlığımızdan, hem sessizliğimizden, hem saflığımızdan sonuna kadar faydalanmaktadırlar. Çünkü dünya zaten onların elindedir ve bizleri, onların bize verdiklerine razı olacak ve onlara minnet duyacak hale getirme ustalarıdırlar.
Bunların ellerindeki en önemli silahlar cehalet ve saflık olduğundan, bu silahları halkın üzerinde sürekli kullanmaktan çekinmezler ve halkı cehaletin dipsiz kuyusunda mahpus ederek kendi dünyalarını şenlendirirler. Saflık ise tercih edilmiş ve seçilmiş bir özellik olarak erdemi değil, cehaletin meyvesi olarak aldanmaya müsaitliği temsil ettiğinden bu tiplerin karşılaştıklarında en mutlu oldukları meziyet olur. Aklını kullanmaktan imtina eden safları gördüklerinde “uyanıklıkları” depreşen zalimlerin, bu safların etinden ve sütünden nasıl faydalandıkları ise yeryüzünde milyarlarca köleye musallat olmuş zalimlerin sayısına bakarak anlaşılabilir. Ki bu kölelerin bir çoğu halâ köle olduklarının dahi farkında olmadan zalimlerin saltanatları için gerekli olan ortamı saflığın sessizliğinde uyuyarak karşılamaktadırlar. Tam da bu konuyla ilgili olarak Şehid Mutahhari (r.a.) bir hikaye nakleder ve der ki: “Köylerinde minare olmayan ve ömürlerinde hiç minare görmemiş olan bir kaç köylü, hayatlarında ilk defa şehre giderler. Daha önceden minarenin adını dahi duymadıklarından ve ne olduğuna dair bir fikir sahibi olmadıklarından dolayı karşılarına çıkan caminin minaresini görünce hayranlıkla ona bakakalırlar. Minareyi ağaç sanan köylüler böyle bir ağacın kendi köylerinde de olması gerektiğini düşünürler ve bu ağacın tohumunu elde etmeye niyetlenirler. Bunu farkeden şehrin “uyanıklarından” biri köylülere havuç tohumunu verir -ki köylüler o güne kadar havuç ta yetiştirmemiştir- ve “bunu ekerseniz bu ağaç çıkacaktır” der. Tohumu elde etmenin sevinciyle köylerine dönen köylüler havuç tohumunu hemen toprağa ekerler. Sularlar, bakımını yaparlar. Fakat aradan bir kaç ay geçmesine rağmen minare ortaya çıkmaz. Aksine yeşil otlar çıkar tarladan. Sonunda merakla o otları çeken köylüler havuçla karşılaşınca “biz tohumları ters ekmişiz, o yüzden göğe yükseleceğine yere uzanmış” derler. ”
Bu hikaye o kadar manidardır ki aslında içinde bulunduğumuz coğrafya da dahil olmak üzere tüm yeryüzündeki zulmün bir yüzünü deşifre etmekte, neden zulmün bu kadar güçlü olarak iktidarda bulunduğuna dair fikir vermektedir. Hikayeyi günümüze uyarladığımızda hem köylüler, hem minare, hem uyanıklar ve hem de havuçlar farklı isimler ile karşımıza çıkacak ama hakikat aynen ortada duracaktır. Hikayeyi incelerken öncelikle dikkat etmemiz gereken konu “köylülerin” neden hiç minare görmedikleri, neden bu kadar cahil bırakıldıklarıdır. Dünyadan bu kadar bi-haber tutulanların bu durumları sorgulandığında, kurnaz ve “uyanık” şehirlilerin kimlerin sırtına nasıl ve hangi ortamlarda basıp kibrin ve zulmün zirvelerine çıktıkları da ortaya çıkacaktır. Her türlü haktan mahrum kalan, hatta hak nedir bilemeyecek durumda olan, sürekli olarak şiddet ile terbiye edilip ilimden, izzetten uzak tutulan, zulmün ehvenini arayan, zalimler arasında seçim yapmayı “özgür irade” olarak zannedenlerin köylüleri temsil ettiği bir ortamda, “Allah c.c. ile aldatanların” iktidar olması, zulmün saraylarının inşa edilmesi ve halkın bunları sahiplenmesi doğal olacaktır. Zaten böyle toplumlarda “tohumlar” sahte özgürlüklerle eşdeğer olacak ve saf köylülerin hedefleriyle ürün birbirini tutmayacak vatan, mezhep, namaz, oruç,cami, yol, hastane, zannedildiğinin aksine özgürlüğe, imana, İslam’ın hakimiyetine değil, faize, fuhuşa, sömürüye, içkiye temel oluşturacaktır.
Üstelik “saflığın” aşağılık kompleksi ile harmanlandığı toplumlarda aldatılanlar, kendilerini aldatanı değil, bilakis kendilerini suçlayacaklar ve “tohumları ters ekmişiz” diyeceklerdir. Çünkü bunların düşünme yetileri çeşitli evrelerde aşama, aşama ellerinden alınmış, kendilerine olan özgüvenleri ortadan kaldırılmış ve bu tipler yürüyen ölülere çevrilmişlerdir. Ne olursa olsun iktidar sahibine itaati farz sayan zihinlerinde, karşılaştıkları haksızlığa karşı itiraz etmeye dair tek bir fikir oluşmayacaktır. Onlar daima haklı olduğundan, üstün olduğundan, bunlar hep ezik ve zillet ehli olarak kalacaklardır. Böyle bir olayın vuku bulduğu yerlerde şehrin kurnazlarının, saf köylüleri aldatmasına şahit olup ta buna itiraz etmeyen ve bu kumpasa ve oyuna ses çıkarmayıp kendi dünyalarında rahat yaşamayı seçen, suya sabuna dokunmayıp başlarını ağrıtmayan aynı şehrin diğer sakinleri de bu aldatmaya ve zulme tıpkı “uyanıklar” gibi ortak olacaklardır. Bunlar istedikleri kadar cübbe ehli olsunlar, sırtlarında ilim taşısınlar, molla, hacı, hoca olsunlar bu durum değişmeyecek, geçmişteki hikayeleri anlatan cümleler kurup bugünün derdine derman olmayı düşünmedikleri sürece o “uyanıkların” uyutan dili olmaya devam edeceklerdir.
Bu hikayenin bir başka çarpıcı noktası daha vardır o da şudur ki; basiret ve bilinçten yoksun her çabanın sonu hüsranla sonuçlanacak, bilinçsiz her fiil bizi hedefimizden uzaklaştıracak, onca emek zayi olacak ve ümitler kırılacaktır. Dünyayı ve onun kullarını tanımayanların, dünyanın kullarının köleleri olmaları kaçınılmaz olacak, aldanmaya hazır zihinler basit oyunlar ile aldatılacaktır. Kıblesiz ve niyetsiz ibadetler gibi, basiretsiz ve bilinçsiz iyi niyetler de dalından kopmuş yaprak misali kuruyacak ve sahibine fayda sağlamayacaktır. Ayrıca sırf güzel ve gösterişli diye ihtiyacı olmayana göz dikip ona sahip olmak için tuzak kurucuların tuzaklarına düşenler, ellerinde olanı yitirmek tehlikesi ile de karşı karşıya kalacaklardır. Yani dilinden “ya Allah, bismillah” zikirleri düşmeyen siyonizmin savunucularının sadece görünürdeki hallerine aldanıp, onların bin bir türlü zulmünü yok sayarak onların iktidarına ihtiyaçları olduğunu düşünenlerin ilk yitirecekleri hazineleri ihlasları ve imanları olacaktır. Bugün ihtiyaçları olmayan dünyalıklarını görece olarak elde edenlerin, ihtiyaçları olan ahiretlerini bu dünyalıklar için terk edişlerinin yegane sebebi de budur.
O halde bu tür bir belaya, yanlışa ve aldanmaya düçar olmamak için insanın toprağını iyi tanıması, hedeflerini ve araçlarını iyi seçmesi, muhatap olduğu tohumun menşeini ve meyvesinin şeklini şemalini araştırması, ihtiyacını tespit edip o ihtiyaca uygun ekim yapması gerekir ki minare beklerken havuç toplamasın. Aksi takdirde sırf “uzun boylu” diye minareye aşık olup, onunla arşa çıkacağını zannedenlerin, yerin yedi kat dibinde esfele safiline doğru yolculuk yapma ihtimali çok yüksektir.
siyasetmektebi.com