MAZLUM KAFİR OLUR MU?

Öyle ilginç zamanları müşahade ediyoruz ki hak bildiğimizin batıl çıkması veya batıl bildiğimizin hak olarak tecelli etmesi artık sıradan vakalar haline geliyor ve biz şer bildiklerimizde gizlenen hayırları mutlulukla keşfederken, hayır bildiklerimizdeki şerleri ise esefle karşılıyor ve hayal kırıklığı yaşıyoruz. Baş olan ayakların başından beri koktuğu bir dönemde o kokunun ayak olan başların burnuna neden bu kadar geç geldiğini merak ediyor, açık gözlerin önündeki ekranlardan dünyayı izleyip hakikat ile aralarına perde koyduklarından habersiz sağa sola baktıklarına üzüntüyle tanık oluyoruz. Reklam kurbanı olan hakikatin reklam uzmanı olan batıldan daha az revaçta olduğu bir dönemde “1 milyona tuvalete giderken artık 1 liraya tuvalete” gittiklerini düşünerek rahatlayanların o tuvaletlerde bağırsaklarını değil de zihinlerini boşalttıklarını ne yazık ki kabullenmek zorunda kalıyoruz.
Tüm bu tuhaflıkların sebebini araştırdığımızda ise tersyüz edilmiş hakikatin batılın elinde nasıl silah olarak kullanıldığının farkına varıyoruz. Hem de öyle bir tersyüz edilme ki karalar aklaşıyor, kışlar baharlaşıyor, gece gündüzün yerine geçip seneyi işgal ediyor. Bütün asıllar tali, bütün fürûlar usûl oluyor. Zulmün elinde şekillendirilen zihin dünyasındaki her harf, her alfabe zalime hizmet etmek için kelimelere yeni anlamlar yükleyip gerçek anlamlarını sürgün ediyor, mazlumların ruhlarına ezilmişliği, tefrikayı, yenilgiyi ve zilleti böylece yerleştiriyor.
Bu yüzden her kelimenin, her terimin içeriğinin incelenmesi ve tekrar özüne çevrilmesi zaruret haline geliyor ve işte biz de bu sayfalarda kendimizce bu konuya eğilip bazı hakikatleri ortaya çıkarmak için gayret ettiğimizden bugün dilimizde çokça dolaşan ve halkın zihnine bütün gayr-i müslimlere yönelik bir hitap olarak yerleştirilen “kâfir ve küfür” terimlerini incelemek istiyoruz. Bu iki terim öyle kullanılıyor ki yeryüzünde bulunan bütün gayr-i müslimler kafir olarak tanımlanıyor ve onlar arasında hiçbir ayrım gözetilmiyor.
Peki gerçekten hakikat bu mudur? İslamdan mahrum bırakılmış topraklarda bulunan bütün halklar kafir midir veya küfre girmiş midir? Bunları tanımlayacak başka bir terim yok mudur? Yoksa bunlarda bizim gibi kafirlerin zulmünden dolayı mı haktan uzak kalmışlardır? Ayrıca bu denli kolay dilimize doladığımız “küfür” nedir? Bir müslüman(!) kafir olamaz mı? Dilinde “ya Allah, bismillah” eksik olmayan, elinde Kur’an ile miting yapan birilerinin eylemleri de küfür ile nitelendirilemez mi? Nifakın özünde zaten küfür yok mu? Nifak küfrün birkaç adım ötesi değil mi? Gelin hep beraber bu sorulara cevap bulmaya çalışalım.
Öncelikle “küfür” nedir bunu anlayalım. Küfür, lügatte gizlemek, saklamak, örtmek manalarına gelmektedir. Yani bir eylemi ifade etmektedir. Bu eylemi ifa edene de kafir denilmektedir. Sırf bu tanıma baktığımızda bile halkların aslında kafir olamayacağını anlamak zor değildir. Zira bu tür bir eylemi gerçekleştirmek için (özellikle büyük kitlelere yönelik olarak) bir iktidar gücüne, en azından bir idare erkine ihtiyaç vardır. Baştan belirtelim ki burada asıl konumuz halkların hidayeti ve İslam ile olan bağları olduğundan, bu eylemi biz hakkı yani İslami hakikatleri örtmek, gizlemek olarak ele alacağız. Bu meyanda demek istiyoruz ki hakkı gizlemek için onu gizleyebilecek araçlara sahip olmak ve bu araçları kullanacak ortamı oluşturacak bir kudrete haiz olmak gerekir. Sıradan insanların büyük kitlelerin hakka ulaşımını engelleme gücü yoktur.
O halde hakikati perdeleyenler, örtenler, halkların, insanların o hakikate ulaşmasını engelleyenler kafirdir ama bu hakikatler “örtüldüğü” için onlara ulaşamayanlar, mahrum bırakılanlar kafir değil, aksine kafirlerin zulmüne maruz kalmış mazlumlardır. Öyleyse gayr-i müslim halklar kafir idarecilerin zulmünden dolayı haktan ve hakikatten uzak kaldıkların için mazlumdurlar. Bu yüzden bu mazlumların böyle kafirlerin hükmünden kurtarılıp hakikatle muhatap olmaları sağlanmalıdır ki İslam buna cihad demektedir.
Kur’an da “kafir” kelimesinin kullanışı incelendiğinde bu kelimenin zulmün kardeşi olarak ele alındığını, bu eylemi işleyenlerin zalim olarak nitelendirildiği, zulüm ile küfrün eşdeğer olduğu anlaşılacaktır. İster şeytanın bireysel küfründe olsun (Bakara 34) isterse de halklara hükmedenlerin küfründe olsun(Maide 44) ortada bir zulüm vardır. Bu zulüm hem kendi ahiretini hem de başkalarının ahiretini ateşe atacak olan sonuçlar doğuracaktır ki zaten bireysel olarak küfre girip hakikatleri örtmeye niyetlenen birinin şeytan örneğinde olduğu gibi başkalarına da musallat olacağı aşikardır.
Hele ki “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir” (Maide 44) ayeti, küfrün nedeninin insanların Allah’ın c.c. hükümlerinden uzak tutulmaları olarak tesbit etmiştir ki bu durumda kendilerine müslüman diyen bir çok idarecinin aslında küfür eylemini gerçekleştirdiği, sadece “Allah c.c. ile aldatma” telaşına kapıldıklarından dolayı İslam etiketini taşıdıkları ortaya çıkmaktadır. İşte tam da bu noktada büyük şeytanın bir dönem dış ilişkilerinden sorumlu olan Joe Biden’in “siyonist olmak için yahudi olmaya gerek yok” sözünün bir benzerini söylemek gerekirse “kafir olmak için gayr-i müslim olmaya” gerek yoktur diyebiliriz. Elbette ki bu eylemin İslam ile örtülmeye çalışılmış haline nifak denmektedir ama daha önce de beyan ettiğimiz gibi işin özü küfürdür.
Biz Kur’andaki hiçbir ayette veya nakledilen hiçbir hadiste herhangi bir mazlumun kafir olarak nitelendirildiğine, İslam ile yani hakla, hakikatle savaşmayan, ona karşı kin beslemeyen hiç kimsenin bu sıfat ile sıfatlandırıldığına, elinde hiçbir güç bulunmayan halkların bu eylemle suçlandığına şahit olmadık. Gözümüzden kaçan herhangi bir nokta varsa bu sayfalar bu tür itirazlar için açıktır. Kur’an kafirler ile ilgili çok fazla ayet barındırdığından onların fihristini buraya ekleyemiyoruz ama basit bir araştırma bizim ne demek istediğimizi ortaya koyacaktır.
Bütün bu anlattıklarımız bizim ulaştığımız sonuçtur. Biz, genel kanının aksine küfür ve kafir kelimelerinin, kafirlerin elinde halkları birbirinden ayrıştırmak ve birbirine düşman kılınmak için kullanıldığına, bütün halklara düşman olan kafirlerin bu halkların inancını kullanarak başkalarını tekfir edip suni bir savaşla halkları katlettiğine inanmaktayız. İdarelerin, hükümetlerin küfründen dolayı hakikate ulaşamayan, hakikate ulaşmasın diye zihninleri iğfal edilen halkların, bu hükümetlerin küfrüne ortak olmadıklarını düşünmekteyiz. “Ya Rabbi! Bilmiyorlar” nidası şefkat ile çağlayarak kalbimizde yer almaktadır ve “bilmenin” önündeki engelleri aşma azmi ile yoğrulmuştur her hücremiz.
Her zalimin kafir olduğundan ise eminiz. Görünüşteki inancı ne olursa olsun, hangi kitaba inanırsa inansın(!), isterse alnı secdeden nasır tutsun, zulm ile abad olmaya çalışanlar kafirdir bizim açımızdan. Küfrün saraylarda yeşerdiğini bildiğimiz için o saraylardaki secdelerin değeri yoktur nazarımızda. Nifak gibi bir ekinin küfür gibi bir zeminde yeşerdiğine çokça şahit olan bize göre davudi(!) sesle okunan Kur’an ile mızrağa takılan Kur’an arasında zerrece fark yoktur. Bu yüzden zulmeden kafirdir ve küfür zaten zalimin en kamil sıfatıdır diyoruz bu sayfalarda.
Ama gayr-i müslim de olsa, İslam’dan habersiz bırakıldığı için, ruhu ve zihni işgal edildiği, ahireti dünyaya kurban olarak sunulduğu için, gözleri köreltildiği, kulakları sağırlaştırıldığı için bütün halklar mazlumdur ve mazlumun dininin, milliyetinin önemi yoktur. Aslında bütün mazlumlar fıtraten müslümandır, İslam’ın muhatabıdırlar. Onları dışlamak şöyle dursun, sürekli onlar için mücadele vermek, hem kendimizi muhatap olduğumuz nifaktan, hem de onları maruz kaldıkları küfürden kurtarmak için küresel anlamda dertlenmek, çaba göstermek ve dua etmek boynumuzun borcudur. Kısacası küfür tek millettir ve hiçbir mazlum o milletin ferdi değildir…
siyasetmektebi.com