LEBBEYK…

Madem ki İmamımız emretmiş ve Seyyidimiz herkesi gücü yettiğince meydana çağırmış, açıldığından itibaren siyonizme olan kinini kınayıcıların kınamasından korkmadan, bazı hadislerde veled-i zina olarak tarif edilen jurnalcilerin tehditlerine ve taptıklarına aldırış etmeden yoluna devam eden sitemiz de üzerine düşen görevi yerine getirmek üzere önderlerinin çağrısına “Lebbeyk” demeyi imani bir vazife bilmiştir. Ki bu çağrının hayya alel felah ve hayya alel hayrul amel demek olduğu İmam’ı ve İnkılabı bilenler için zaten malumdur.
Bu kısa girişten sonra asıl gündeme gelirsek zaten işgal altında olan Kudüs’ün, artık aleni bir şekilde siyonistleştirilmesi için yeni adımlar atıldığı, büyük şeytanın hezimete uğrayan uşaklarının intikamını, ümmetin kalbine sapladığı hançeri daha da ileri iterek almaya çalıştığı görülmektedir. Her planları akamete uğrasa da yenilen pehlivan misali sürekli olarak yeni senaryolar üretmeye çalışan siyonistlerin bu çabası da illa ki boşa çıkacak, direniş erleri İmamlarının önderliğinde Kudüs’ü insanlığa yeniden kazandıracaktır, bizim de buna imanımız tamdır.
Ama burada sorgulanması gereken Kudüs’ün neden işgal altında olduğudur ve bu işgalin hâlâ nasıl devam edebildiğidir. Dünya siyasetine ve siyasi tarihe hakim olmayan nicelerinin bu noktada ilk suçladıkları halklar olmaktadır, hatta Filistinlileri, topraklarını satmakla itham etmektedirler. Bunlar halkların suskunluğunun kaynağının yine aynı halklar olduğunu zannedip, “1,5 milyar müslüman 3-5 milyon siyonistle başedemiyor” gibi çokça sığ olan cümleler kurmaktadırlar. Oysa ne müslümanların ne de müslüman halklara musallat olanların durumundan haberdar değillerdir. İslam ümmetin asırlar süren ölüm uykusundan İslam İnkılabının gerçekleşmesinden sonra uyandığını, yaklaşık 40 yıllık süreçte bu noktada çok fazla yol katedildiğini, siyonizmin, kendi uşaklarını başa getirdiği memleketlerde bu uyanışı önlemek için trilyonlarca dolar harcayıp nice fitnelere, katliamlara, kargaşalara yol açtığını da bilmemektedirler. İslam ülkelerinin başında müslümanların olması durumunda İnkılabi havanın vahdet rüzgarlarıyla bütün alemi kuşatacağını ve siyonizmin kökünü kurutacağını bilen siyonistlerin her köşe başına kendilerine üstün hizmet edecek şahısları yerleştirip halkların tabiri caizse gemlerini ellerine almaya çalıştıklarından da bihaberdirler. Ve bunlardan bahsedildiğinde bazıları komplo teorisi, montaj, dublaj diyerek cehaletin huzurlu ama zillet kokan dünyasına kaçıverirler.
Oysa Kudüs aslında siyonist rejimden ziyade namaz kılan, oruç tutan, ya Allah Bismillah diyen hatta cihad eden alnı secde izi ile nasır tutmuş gönüllü siyonistlerce işgal edilmiştir ve bu hakikat birçok önderimizin olduğu gibi Seyyid Nasrallah’ın da dün bahsettiği veya ima ettiği şekilde ayan beyan ortadadır. Ne yazık ki siyonist rejim Gazze’nin etrafına çektiği duvar misali görünmez bir duvarı uşaklarını meydana salarak kendi etrafına çekebilmiş, ümmet, siyonist rejime ulaşabilmek önce bu görünmez duvarı aşmak zorunda kalmıştır. Üstelik bu duvar diğerine nispeten çok daha yüksek ve çok daha sağlam bir duvardır siyonistler açısından. Zira her tuğlası itina ile nifaktan, ihanetten, tefrikadan, zulümden, hak görünümlü batıldan imal edilmiştir ve orada duvar olduğunu bilmeyen herkesin kafasını çarpması işten bile değildir.
Özellikle son 6-7 yıldır tanık olduklarımız ve yaşananlar bu duvarın siyonizmin ömrünü ne denli uzatabildiğini ispat etmiştir ama her duvar onu yıkacak bir fatihi kendine davet ettiği için bu duvar da kendi fatihi olan İmam’a göz kırpmaktadır. İslam inkılabının Lübnan ve Filistin’deki kahraman evlatları yıllardır bu duvarın temellerini sarsmaktadır ve artık bu kahraman neferlerin arasına Irak, Suriye ve Yemen’deki kardeşleri de katılmıştır. Ümmeti iç savaşa sürüklemek için ortaya atılan mezhep ve milliyet fitnesinin kökü kazındıkça İslam ümmetinin kahramanlarının o görünmez duvarı aşıp Kudüs’e varma süreçleri de hızlanacaktır. Ve görünen o ki bu süreç 25 yıldan önce tamamlanacak, 25 yılda tüm cihan İslam’ın hayat veren mevsimine geçiş yapmış olacaktır.
Bunun farkına varan siyonizm, hemen kendi evlatlarını devreye sokup ümmeti evlatlarının peşinden gitmeye ve ümmetin ve insanlığın yegane gerçek dostu olan Direniş cephesinin etkisini kırmaya çalışmaktadır. Siyonizmin bu evlatları varlığını meşru gördükleri ve ihtiyaç duydukları siyonist rejime aralarında ki onlarca anlaşmaya rağmen meydanlarda düşmanlık taslamaya başladıkları için, henüz uykunun rehavetini üzerlerinden atamayan kimleri yeni ninnilerin etkisiyle tekrar düşler dünyasına dalmaktadır. Oysa dikkat edilmesi gereken husus dün siyonizmle el sıkışanların bugün ki söylemlerinin tek sebebinin berrak olan Kudüs davasını ve net olan dost-düşman çizgisini bulanıklaştırmak olduğudur. Bu yüzden üzerinde büyük şeytanın ve siyonist rejimin elçilikleri ve üsleri bulunan hiçbir yapının siyonizme gerçek anlamda cephe alamayacağını bilen bizler için o büyükelçiliklerin önünde yapılan gösterilerin, o büyükelçiliklerin varlığını sorgulamadan ve bu varlığı devam ettirenlerden hesap sormadan ne yazık ki bir değeri olmayacaktır. Yani kökü sökülmeyen ağaca küfrederek onun meyve vermesini engellemeye çalışmak abesle iştigal etmek olacaktır.
Ve yine bu yüzden daha dün siyonizmin emriyle milyonlarca mazlumun kanını dökenleri mücahit diye tanımlayan ve siyonizmi yıkmak için gayret gösterirken içeriden saldırıya uğrayan Direniş Cephesine aleni düşmanlıklarını ilan edenlerin “haksözle” batılı kastetmelerine, küfrün diyarında nifağın kaydırağıyla “kayan”ların nutuklarına ve mü’mine “keskin” olup küfre karşı uysallaşanların çocuksu tavırlarına kanmamak gerekmektedir. Bunlar insanlığın düşmanı ve siyonizmin dostu olduklarını yıllardır aldıkları her nefesleri ile ispat etmiş olanlardır. Kudüs için bir tepki verilecekse bu tepki bu tiplerin stk’larından, vakıflarından, cemaatlerinden vs. azade olmalı ve gerçekten ümmetin ve insanlığın vahdeti ve kurtuluşunu temel alarak ortaya konulmalıdır. Aksi takdirde bu tepkilerde yukarıda bahsettiğimiz görünmez duvarın renkli tuğlalarına çarpıp tesirsiz hale gelecektir.
Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki bizim siyonizmle savaşımız Kudüs’le sınırlı değildir. Kudüs bu savaşın en önemli cephesi ve kalbidir ama bütün vücudun bu mikroptan kurtarılması gerekmektedir. Yani anlayacağınız sadece Kudüs bizim değildir, tüm yeryüzü bizimdir ve “biz” sözcüğü insanlığın bizatihi kendisini temsil etmektedir. O halde Kudüs’ten temizlenen ve Kudüs fethedildikten sonra eski çağlardaki gibi yine yeryüzüne dağılıp yine yeni bir fitnenin temellerini atabileceklerini zanneden siyonistler şunu iyi bilmelidirler ki bizim için yeryüzünün her bölgesi Kudüs’tür ve siyonizm her bölgeden sürülüp atılacaktır. Bugün Kudüs’te Kerbela yaşanıyorsa ve her yer Kerbela ise her günü aşura bilenlerin siyonistleri yeryüzünün her noktasında takip edecekleri ve yok edecekleri de böylece bilinmelidir.
Bu noktada fitnenin ustası olan siyonistlere şu uyarıyı yapıyoruz; kendinizi kurtarmak için Kudüs’ü eğer uşaklarınıza fethettirirseniz(!) bu direniş cephesini durdurmayacaktır ve sizin de ömrünüzü uzatmayacaktır. Yeryüzündeki en son siyonist ve siyonizme gönüllü hizmet eden satılmış ortadan kalkıncaya kadar direniş cephesinin eli hep boğazınızda olacak, yakarak, yıkarak, aldatarak, çalarak, çırparak elde ettiğiniz her şey , etlerinize bile karışmış olsa sizden mazlum halklara verilmek üzere alınacaktır. Zafer, hem bu dünyada hem de ahirette İmamlı toplumun olacaktır ve o İmam Kudüs’te dalgalandırdığı hak bayrağını yeryüzünün en ücra bölgelerinde de dalgalandıracaktır…
siyasetmektebi.com