“KRALIMIZ OL” TEKLİFİ…

Resulullah’ın (s.a.a.) siretinden örneklerin yer aldığı “Siret-ün Nebi” bölümümüzde O’nun (s.a.a) hayatından kesitlerin, günümüzde bizlere nasıl ışık tutması gerektiğine dair kapılar açmaya çalışıyor ve Resulullah’ın (s.a.a.) hayatının ve genel olarak bütün İslami kıssaların aslında ibret alınması gereken ve hayatımızı şekillendirmede kullanacağımız örnekler olduğunu belirtmek istiyoruz. Sitemizin temel amacı olan mektebe uygun siyasi bilincin gelişmesine katkıda bulunmak için bu kıssaların siyasi analizini yapmaya ve günümüze uygun duruşlar sergilenmesine yardımcı olmaya çalışıyoruz.Bu yazımızda da Resululllah’ın (s.a.a.) içinde bulunduğu sisteme karşı takındığı tutumun aydınlanmasına çalışacağız…
Alemlerin yaratıcısı olan Allah(c.c.) yeryüzünün halifesi olarak yarattığı insanı başıboş bırakmamış, bütün hayatı boyunca uyması gereken kuralları peygamberleri ve kitapları aracılığıyla insanlara tebliğ etmiş, şeytanın ve dostlarının oyunlarına gelmemeleri için insanları uyarmıştır.
Son nebi Resulullah’da(s.a.a.) Yüce Allah’ın (c.c.) son ve kemali temsil eden dinini tebliğ edip insanları uyarmış, bunu yaparken de Allah’ın (c.c.) belirlemiş olduğu metodu uygulamıştır. Bu metodun Mekke müşrik sistemi içerisinde vuku bulan uygulamalarından biri de aşağıya alıntıladığımız olaydır;
Mekke müşriklerinin ileri gelenleri Resulullah’ı (s.a.a) davasından vazgeçirmek, en azından söylemlerinin şiddetini azaltmak için Ebu Talib’e (r.a) bir takım tekliflerde bulunmuşlardı. Bu teklifler (Resulullah’ın (s.a.a.) sistemlerine, dinlerine dokunmaması karşılığında):
“Eğer Muhammed (s.a.a.) mal, makam, şan, şöhret istiyorsa bunları O’na (s.a.a.) verelim, eğer kralımız olmak istiyorsa bunu sağlayalım veya en azından bir yıl biz O’nun (s.a.a.) Rabbine (c.c.) tapalım, bir yıl da O (s.a.a.) bizim putlarımıza tapsın.” şeklinde idi.
Resulullah (s.a.a.) bu tekliflere şu cevabı vermişti: “Amca, güneşi sağ elime ayı sol elime verseler dahi, Rabbim bu davayı zafere ulaştırıncaya veya bu uğurda canımı verinceye kadar davamdan vazgeçmeyeceğim”
Daha önce Resulullah’ın (s.a.a.) Allah’ın (c.c.) belirlediği metodu uyguladığını belirtmiştik. Zira Resulullah (s.a.a.) hiçbir zaman kendi heva ve hevesine göre hareket etmemiştir. “Ve (o, nefsinin) arzu(sun)dan konuşmuyor!” (Necm 3) Hal böyleyken dininin özünü “la” ile başlatan ve tağutu inkarı kendine imandan önce sayan Allah’ın (c.c.) (“Artık kim tâğûtu inkâr edip Allah’a îmân ederse…”(Bakara 256)) dinini tebliğ görevini üstlenmiş olan Resulullah’ın (s.a.a.), müşrik sistemi bir an dahi olsa kabul etme ihtimali yoktur. “De ki; ey kafirler…”(Kafirun suresi) diyerek Allah’tan (c.c.) başka kanunlara, kurallara tabi olup bunları savunanları ifade eden bir dinin, Allah’tan (c.c.) başkalarının hükmü geçen bir sistemi onaylaması, o sistemin kanunlarına göre hareket etmesi ve o sistemin çarkının içine girmesi hak ile batılın karıştırılması olacaktı ki bu da “Yine de ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu! Şübhesiz ki bâtıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsra 81) ayetiyle çelişmesi anlamına gelecekti.
Resulullah (s.a.a.) Mekke döneminde kendisinin getirdiği dine iman eden bir avuç müslüman ile 13 sene boyunca maddi manevi o kadar çok eziyete, işkenceye , mahrumiyete tahammül etmişti ki tüm bu çilelere muhatap olarak yetişen ve olgunlaşan çekirdek kadro, fırsatı buldukları Medine’de İslam devletini kurmuştu. Bu işkenceler öylesine şiddetli idi ki tıpkı “Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hâli (sizin de) başınıza gelmeksizin (kolayca) Cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle fakirlikler ve hastalıklar dokundu ve öyle (belâlarla) sarsıldılar ki, hattâ peygamber ve berâberindeki îmân edenler: “Allah’ın yardımı ne zaman!” diyecek (hâle gelmiş)lerdi! Dikkat edin, şübhe yok ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara 214) ayetindeki durumların oluşmasına sebep oluyor ama Resulullah’ın (s.a.a.) önderliğinin varlığı mü’minlerin “canlarını ve mallarını Allah’a (c.c.) satmalarını”(Tevbe31) sağlıyordu.
İşte çilenin azık olduğu bu dönemde Resulullah’a (s.a.a.) yapılan teklif, günümüzde “süfyani sistem”lerin kendilerini meşrulaştırmak için geliştirdikleri yöntemlerinde kaynağını oluşturmaktadır. “Süfyani sistemler” müslümanlara adeta: “Bu kadar zulme, işkenceye, yokluğa sizi duçar etmemizi istemiyorsanız, gelin sistemimizin içine girin, bizi kabullenin, parti, kurum, dernek, vakıf, sendika, stk kurun başımızın üstünde yeriniz var. Yeter ki “süfyani sistemimizin” temeline hücum etmeyin, size belirlediğimiz sınırların dışına çıkmayın, düşünmeyin.” demekte ve İslam’ın hükmedilmesi hedefine sahip olması gereken müslümanların, başka kanunların altında yaşamayı kabullenen, küfürden ve şirkten rahatsız olmayan, iktidara odaklanıp çarkın dişlisi haline gelen ve iktidara gidene kadar her türlü tavizi verip artık İslam’ın ritüel haline getirdikleri ameli boyutundan başka hiçbir yönünü temsil etmeyen, sistemi benimsemiş sıradan insanlar olmasını istemektedirler.
Birçok müslüman “iktidarı ele geçirirsek, yavaş yavaş kuralları değiştirir ve İslam’ı hakim kılarız” teranesiyle yıllardır avutulmaktadır. Oysa bu mantık doğru olsaydı Resulullah (s.a.a.) kendisine sunulan krallık teklifini red etmez ve müşrik sistemi yavaş yavaş değiştirmeyi planlardı. Ama Resulullah’ın (s.a.a.) tebliğ ettiği din olan İslam, asla ve asla müşrik sistemleri ve kanunları kabullenmeyip “..kim Allah’ın indirdiğiyle (inkâr ederek) hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(Maide 44) ayetiyle onları tanımlamış, “Artık fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!”(Enfal 39)vb. ayetlerle bu sistemlere karşı nasıl tavır almamız gerektiğini belirtmiştir. Nitekim İslam’a göre “…Hüküm ancak Allah’ındır!”(Yusuf 40)
Resulullah (s.a.a.) daha yeni gelmiş olan İslam’ın ve ona yeni iman etmiş müslümanların, ciddi bir altyapı olmadan, gücü ellerine geçirmeden sistemin çarkları içine girmelerinin taviz vermeden gerçekleşmeyeceğini ve müşrik sistemi kabullenmenin batıla rıza olacağını bildiğinden tüm “rahatlık” tekliflerini red etmiştir.
Biraz sosyolojiden haberdar olanlar bilirler ki her sistem kendi meşruiyetini kullanılan oylarla ispatlamaya çalışır. Bu yüzden halkın siyasi partilere bağlanmasını arzu eder. Hatta halk, ne kadar çok parti,stk, sendika vb. içine girerse o kadar çok güçlenir ve meşruiyet kazanır. Bizde diyoruz ki “Allah’ın (c.c.) hükümlerine muhalif olan bu sistemlerin içine girmek, batılı onaylamak olacaktır. Bizler batıl olan “süfyani sistemlerin” bizlere sunduğu seçeneklere mahkum değiliz. İllaki bir hırsızı, gaspçıyı, zinakarı, zalimi diğerine tercih etmek zorunda değiliz. Resulullah (s.a.a.) gibi bir örneğe sahip bizler, sistemin çizdiği dairenin dışına çıkıp zihinlerimizi özgürleştirmeli, “süfyani sistemlerin” partilerinin taraftarlığını yapıp ömrünü uzatmaktansa, o sistemin tümden yok olması için çabalamalı ve bütün parti , kurum ve kuruluşlarını “la” demeliyiz”.
Söz çok uzayacaktır. Zira söylenecek çok şey vardır. Ama bu yazdıklarımız inşaallah bir kapı aralar ve saf ve temiz ruhlar o kapıdan girerek hakikatı keşfederler. Son olarak “süfyani sistemlerin” tüm parti, kurum ve kuruluşlarına, bizlerden kendini onaylamamızı bekleyen ve bu yolda tavizler karşılığında iktidar dahi vaad eden rejimlere Hz. İbrahim’in (a.s.) diliyle;
“Doğrusu biz, sizden ve Allah’dan başka tapmakta olduklarınızdan uzak kimseleriz! Sizi red ediyoruz; artık (siz) tek olan Allah’a îmân edinceye kadar, sizinle bizim aramızda hiç bitmeyecek bir düşmanlık ve kin başlamıştır.”(Mümtehine 4) demek istiyoruz.
siyasetmektebi.com