KOYUNLAR,KÖPEKLER VE ŞAHSİYETSİZ BİR AT: MOLLİE
(HAYVAN ÇİFTLİĞİ KARAKTER ANALİZİ 4)

Başlıkta ki bütün hayvanlar da daha önce analizlerini yaptığımız diğerleri gibi tanıdıktırlar aslında. Hemen her yerde bolca bulunurlar ve hatta bulundurulurlar. Özellikle “çiftliğe” dönüşmüş her idare muhakkak koyun yetiştirir, etinden ve sütünden faydalanır bu koyunların. Bakımları kolaydır, önlerine atılan bir tutam ot bile sadakatlerini elde etmek için yeterlidir. Oldukça uysaldırlar. Sorgulama gibi meşakkatli herhangi bir işe girişecek ne takatleri vardır ne niyetleri. Bir çayır bulup da dolaştıkları anda unuturlar bütün sıkıntılarını ve geviş getirerek tekrar ederler kendilerine ezberletilenleri. Ezber dediysek öyle belleklerinin güçlü olduğunu falan sanmayın. Bir iki cümleden öteye geçmez bütün bildikleri ve hatta söyleyebildikleri. Gerisi tamamen “mee”lemeyle geçen bir hayattır bu koyunların yaşadığı.
Her devirden memnundurlar. Zaten itiraz gibi bir meziyetleri de yoktur. Çabuk ikna olurlar, çabuk savunurlar doğru diye kendilerine sunulanı. E sunulmuşsa doğru demek değil midir sunulan, o halde niye savunulmasın ki? Çok mutludurlar her daim. Nefes aldıkları için bile şükrederler nefesten başka her şeylerini kaybettikleri halde. Kaldı ki kaybedilenin ne olduğunun da farkında değillerdir. Böyle olunca da “çiftliklerin” vazgeçilmezi olurlar. İtaatkar bir tebaa olarak varlıkları desteklenir. Fikirlerine başvurmak gibi bir dertte yoktur çiftlik sahipleri açısından zira daha önce anlattığımız gibi bu koyunların fikirleri yoktur sadece ezberleri vardır. “Hayvan Çiftliği”ndeki koyunlar da böyledir işte. Ne insanların(!) hakimiyetinde bir varlık göstermişlerdir, ne insanları(!) çiftlikten kovarken ciddi bir varlıkları vardır ne de çiftlik domuzlar tarafından idare edilirken herhangi bir değere haizlerdir. Ne söylenirse onu yapan, hiçbir durumda sorun çıkarmayan, görünürde kendi hallerinde tiplerdir bunlar.
Ama romanda bunların bir özelliği daha dikkat çekmektedir o da kendilerine ezberletilen “DÖRT AYAK İYİ, İKİ AYAK KÖTÜ” sloganıdır. Evet, bütün o yaşananlardan bunların hissesine düşen daha doğrusu bunların anlayabildiği yegane şey bu slogandır. Başka hiçbir dialogları geçmez romanda. Bu sloganı da domuzlardan öğrenmişlerdir. Hani o “devrim”(!) yapıp önceki zulüm düzenini yıktıktan sonra bütün gücü ellerine alıp, sermayeyi tek elden kontrol etmeye başlayan, makamları bir bir işgal eden, suni öcüler üretip “biz gidersek o gelir” diyerek diğerlerini korkutup herkesi kendilerine bağlanmaya zorlayan, itiraz edenleri tek tek ortadan kaldıran, diğer hayvanlar gibi yaşayacaklarına söz verip iktidarı ele geçirdiklerinde lüks ve şatafat içinde yaşayan, herkesi çalıştırırken ve çalışmanın kutsallığından bahsederken hiçbir işin ucundan tutmayan, “çiftlik” için çekilen acıların, dökülen kanların ve harcanan emeğin kudsiyetinden dem vurup bütün bu acı, kan ve emeğin getirisini kendilerine ayıran ve üstelik bu acı ve emeğe hiçbir katkı sunmayan, başta hayvanlarca ortak olarak kabul edilen yasaları birbir güncelleyip işlerine gelir hale getiren domuzlardan öğrenmişlerdir o sloganı.
Ve romanda koyunlar öyle anlarda kullanırlar ki bu sloganı tam da çiftlik ahalisi “Ne oluyor yahu?” neviden itirazlar yükseltip var olan gidişatı sorgulamaya ve bu gidişatı durdurmaya yönelik harekete geçtiklerinde kullanıp işi tantanaya verir, bağırış çağırışların arasında hakikatin sönüp gitmesine neden olurlar. Böylece “çiftlik” sahibi domuzların ömrünü uzatırlar. Dediğimiz gibi tek bir cümle bilir ama bu cümleyle binlerce hakikatin önüne geçerler. Ne söylerseniz söyleyin büyük bir aşkla ezberletilen o cümleyi tekrar etmekten vazgeçmezler ve hak ehlinin suskunluğuna neden olurlar. Ve eğer bu koyunlar günümüzdeki gibi medyadan beslenebilselerdi emin olun ki o ezberletilen cümle günübirlik değişecek ama yine tek bir cümleden ibaret olacaktı. Neyse, uzatamaya gerek kalmadan belirtelim ki koyunlar şahsiyetleri küçük fakat cürümleri büyük karakterler olarak yer alırlar romanda ve tabi anladığınız gibi gerçek hayatta da.
Romanda koyunlar gibi yine yan karakter olarak bahsedilen bir güruh daha vardır ki görevleri koyunların ki ile aynı fakat eylemleri tam tersidir. Koyunların uysallığı kadar bunlar saldırgandır. Sürekli kızgın, öfkeli, kavgaya her an hazır, hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıkları efendilerini, sırf efendileri olduğu için savunmaya odaklanmış, bunun karşılığında da özel olarak beslenmiş, güçlendirilmiş tiplerdir bunlar. Toplumda yaşanan acılar, yoksulluk ve yoksunluklar ve doğal olarak yolsuzluklar bunların da umurlarında değilidir. Yeter ki itaat etmek üzere yetiştirildikleri iktidar sahiplerinin varlığı tehdit altında olmasın. Bunları başka hiçbir şey ilgilendirmez çünkü küçük yaşlardan beri o iktidar sahiplerinin kucağında büyümüşlerdir ve diğer saray efradı gibi varlıkları efendilerinin varlığına bağlıdır. Bunlar koyunlar kadar da cümle bilmezler. Kendileriyle hiçbir şey konuşulmaz.
Sürekli teyakkuz halindedirler. En ufak itirazı isyan olarak nitelendirir, “vatan hainlerinden” hesap sorulması gerektiğini düşündükleri için saldırırlar. Gerçi “düşündükleri” söylenemez, bunların bütün eylemleri içgüdüseldir. Mesela portakala bıçak çekebilir, parayla aldıkları içecekleri onu üreteni protesto için dökebilirler. Kimisi “akıttığımız kanla banyo yapacağız” deyip, kirlerinin, vahşetlerinin, cürümlerinin suyla temizlenemeyeceğini itiraf ederken, kimi dantelli kefenleriyle sokağa dökülüp güvenli alanlarda efendisi uğruna ölümden korkmadığını beyan eder. Güvenli alan diyoruz çünkü romanda daha önce bahsettiğimiz güçlü kuvvetli at Boxer, bunlardan birine çifte atınca kuyruğunu kıstırıp inleyerek efendisinin yanına koşmuştur. Anladığınız gibi bu karakterler de köpeklerdir.
Domuzlar tarafından (özellikle de Napoleon tarafından) yavruyken alınıp yetiştirilmiş ve efendilerinin yılmaz savunucusu ve evde tutamayacağını beyan ettiği tehdit unsuru olmuşlardır. Hitler vb. zorbaların böyle köpeklerinin olduğu bu köpekleri küçük yaşlardan itibaren yetiştirdikleri ve muhaliflerin üzerine saldıkları tarih kitaplarında da yazar. Yani romanda geçen bu köpekler aslında domuz Napoleon’un gençlik kollarıdırlar. Napoleon, domuzlar çiftlikte söz sahibi oldukları andan itibaren köpek yavrularını himayesine almış, onları iyi beslemiş ve eğitimlerini kendisi üstlenmiştir. Ve iktidarı ele geçirirken de iktidar eline geçtiğinde de bu köpeklerden gereği gibi faydalanmıştır. Tıpkı “Hitler” gibi.
Romanda bir de Mollie isminde bir at vardır. Süs düşkünüdür. Rahatından taviz vermeyi istemeyen, kimin kendini güttüğüyle tıpkı koyun ve köpekler gibi ilgilenmeyen ama onlardan farklı olarak kendisi için kendi rahatı için kim olursa olsun itaate hazır olan, rahatını bozacak olan iktidarı rahatça terkedip bir başkasının boyunduruğuna girebilen, şekerinden ve kurdelasından taviz vermek istemeyen bir attır Mollie. Korkaktır. Devrim olurken de sonraki çatışmalarda da ortalıkta görünmez. Devrim için çalışılırken sorduğu sorular “Ayaklanmadan sonra da şeker yiyebilecek miyiz?” veya “Yeleme yine kurdela takabilecek miyim?” sorularıdır. Ötesi umurunda değildir. Devrim olup insanlar(!) çiftlikten kovulduktan sonra ortalarda görünmeyen Mollie bir de bakarlar ki bir aynanın karşısında kurdelasına bakmaktadır. Zaten uzun sürmez, komşu çiftliğe kaçar ve bir gün bir at arabasına sürülmüş bir vaziyette görülür. Yelesinde kurdela vardır, ağzında şeker. Sahibi başını okşamaktadır. Çünkü bu sayede her işe koşabilmektedir onu.
Eminiz ki bu tip de yabancınız değildir. Dünya yansa da umursamayıp kendi geleceklerinin telaşına düşen, var olan konforlarının bozulmasını hiç istemeyen, insanlığın derdiyle dertlenmek şurda kalsın, bu derdi duymaktan dahi hoşlanmayan, gerilen, ilk buldukları fırsatta daha önceki sahiplerine ihanet edip o gün ki kurdela veya şeker neyse ona doğru koşan, önceki sahipleri zamanında zengin olan, yeni sahipleri zamanında bu zenginliklerini yitirmeyen, daha önceki sahipleri kendilerini kızıla boyamışsa bu boyayı öven, yeni sahipleri yeşile boyadığında ise hem bu boyaya hem de boyayana “aşık” olan ama her devirde veya coğrafyada yegane hedef olarak kendilerine şeker ve kurdelayı belirleyen şahsiyetsizlerin timsali olan bir karakterlerdir bunlar. Bu tiplerin tek sahibi nefsani istek ve arzularıdır aslında. Kim bu istek ve arzuları karşılıyorsa o çok rahat bunları “at arabasına” koşabilir, sırtlarına çıkabilir. Renksiz, kokusuz, şekilsizdirler. Devir ve güç hangi rengi, hangi kokuyu, hangi şekli istiyorsa onu benimserler kurdela ve şeker karşılığında…
Evet, her gün ya çevremizde ya da sosyal medya vb. yerlerde karşılaştığımız üç karakterin daha analizini bitirmiş olduk böylece. Romanda analizini yapacağımız bir kuzgun karakteri kaldı ki o da çok tanıdık gelecek diğerleri gibi. Son olarak da romanı bir bütün olarak analiz edecek ve zihninizde günümüzle ilgili çağrışımlar oluşturmaya çalışacağız. O zamana kadar romandaki iki ayak üzerinde yürüyen insan(!) gibi değil ama sizi yaratanın emrettiği “insan” gibi yaşamaya çalışmanız ve hayvanlığı karakterinize yaklaştırmamanız dileriz…
siyasetmektebi.com