KIYAMETTE 3 DAKİKA…

Bazı kitaplar vardır toplumdaki sorunları, çarpıklığı ve sapmayı nasıl çözeceğinizi, içinde yaşadığınız topluma egemen olan zulmü nasıl ortadan kaldıracağınızı kısacası toplumu ıslah edecek devrime giden yolu size öğretir. Bu kitaplar, özellikle zulüm sistemlerinde “insan” kalabilmek ve “insan”ın yetişeceği bir ortam oluşturabilmek çabasında olan herkes için zaruridir, okunmaları, anlaşılmaları gereklidir. Bir müminin bu tür bir sorumluluktan kaçması veya kendini böyle bir ortamda ilimsiz, donanımsız bırakması büyük bir vebaldir. Çünkü “emr-i bil ma’ruf ve nehy’i anil münker” ancak her açıdan kendini yetiştirmiş mücahidler, muvahhidler ve müminler aracılığı ile gerçekleştirilebilir.
Ama bazı kitaplar da vardır ki dış dünyada mücadele eden mümini kendi iç dünyasına döndürür ve dışardaki zalimin benzerini (eğer varsa) kendi içi dünyasında tespit etmesine, düzeltmek istediği dış dünyadan önce iç dünyasına çeki düzen vermesine neden olur. Böyle kitaplar sürekli konuşan ve dışarıya karşı “kâl”ini sergileyen müminin, eğer bu tür kitaplardaki hakikatleri dikkate alırsa “hâl”ini de dilinden dökülenlerle aynı seviyeye çıkarır ve böyle kitaplar aradaki uyumsuzluğu gidermekte ona faydalı olur.
Sürekli olarak mücadele ortamlarda bulunan, neredeyse hayatının her anında zulümle yüzleşmekten çekinmeyen ve zulme boyun eğmemek için direnen, ve o meşhur tabirle uyuyanları uyandırma gayreti içinde olan, bu yüzden de ilk paragraftaki gibi kitapları okuyup ezberleyen bizlerin ise aslında en büyük ihtiyaçlarından biri, bizi kendi iç dünyamızla yüzleştirecek ve kendi içimizde devrim gerçekleştirmemize neden olacak kitaplardır.
Bunu söylerken inkılabi kitapları bırakıp, manevi, tasavvufi alemlere bizleri daldıracak kitaplara yönelmemiz gerektiğini imâ etmiyoruz. Aksine her daim söylediğimiz ve İmam Humeyni a.s., İmam Hamaney ve bütün inkılabi ulemanın beyan ettiği gibi devrimin iki boyutlu olduğunu, iç dünyasında kendi nefsine karşı devrim gerçekleştirmeyen bir bireyin dış dünyadaki zalimlerin ortadan kalkmasına fayda sağlayamayacağı hakikatini vurgulamak istiyoruz.
Çünkü iç dünyasında devrim gerçekleştirmeden tüm gücüyle toplumu, toplumsal sorunları ıslah etmeye çalışan kişi tıpkı vahhabi-selefiler gibi topluma düşman olacak herkesi tekfir edecektir. Ve bunun tam tersini yapıp ömrünü iç dünyasına adayan kişi ise toplumsal olaylar ile ilgilenmediği için zalimlerin kölesi olmaktan veya basiretini yitirdiği için onlar tarafından aldatılıp zulmü destekler hale gelmekten kendini kurtaramayacaktır. Bu yüzden bir devrimci eğer devrim inancında samimiyse nefsiyle ve zalimlerle aynı anda mücadele etmeli, ne zalimleri ne de nefsini bir an olsun kendi hallerine bırakmamalıdır.
İşte Kevser Yayınları’ndan çıkan “Kıyamette 3 Dakika” kitabı da mazlumların muhatap olduğu zulme kayıtsız kalmayan bir devrim muhafızı mücahidin yaşadığı gerçek bir olayı onun dilinden anlatarak bizlerin dikkatini kendi “hâl”imize çeviriyor ve adeta sürekli olarak başkalarını sorgulayan ve zalimlere zalim demekten çekinmeyen bizlere, kendimizle yüzleşme cesaretimiz olup olmadığını soruyor. Kitap çok hacimli olmasa da yaşadıklarını anlatan o mücahidin başından geçenler bizleri belki de görmezden gelmek istediğimiz, varlığını inkar ettiğimiz koskoca bir günah deryasıyla baş başa bırakıyor.
Kitapta ameliyat olmak zorunda kalan mücahidin ameliyatın sonlarına doğru kalbi üç dakika durunca yaşadıkları anlatılıyor. Gözünden perdeler kaldırılan bu mücahid, o esnada insanların gerçek yüzlerini, düşünceleri gördüğü gibi, berzah aleminin mahkemesinin de karşısına çıkıyor. Olayın daha başında mesela abisinin kendisi için dua ettiği görüyor fakat abisinin aslında kendisi ölürse eğer çocuklarına bakmaktan korktuğunu yani aslından ameliyat olan kardeşi için değil de kendisi için dua ettiğini fark ediyor.
Bize göre sırf bu durumu nakletmeyle kalsaydı bile bu kitap birçok hakikati dile getirmiş olacaktı çünkü dilimizden dökülen dualarımıza kalbimizin şahit olması ve dilimizle kalbimizin aynı duayı ediyor olması, duanın kabulünün, samimiyetin ve ihlasın en önemli şartıdır ve bizim bedenimizle, ruhumuzla, zihnimizle, nefsimizle bir bütün olarak Hakka hizmet ettiğimizin göstergesidir. Aksi takdirde dualarında dahi samimi olmayanların hayatlarındaki samimiyet hep eksik kalacaktır. Bunun dışında bu kitap mücahid, muvahhid, mümin dahi olsak yediğimiz kul hakkının öteki alemde kurulacak mahkemede illa ki karşımıza çıkacağını bütün şiddetiyle ve bizi sarsacak şekilde ortaya koymaktadır.
Kitap bize “dedikodunun, gıybetin, hak yemenin, karşı tarafı şakayla dahi olsa incitmenin ve hatta yanlışlıkla korkutmanın dahi amel defterimizden sildiği yılları bu mücahidin aktardığı şekilde bilmiş olsaydık acaba şuan ki halimizle kendimizi mücahid, muvahhid, mümin olarak kabul eder miydik? Bu kitapta aktarılan mahkemenin varlığını dilimizle değil de kalbimizle kabul etmiş olsaydık acaba bunca etiketle insanların içinde bu kadar rahat dolaşabilir miydik?” sorularını sordurmaktadır.
Bu kitap gerçekten de okları kendimize çevirmemize ve kendimizi sorgulamamıza neden olmaktadır. Unuttuğumuz ya da varlığını görmezden geldiğimiz sorgu aleminin şiddetini bizlere hatırlatarak ve var olduğunun altını çizerek bizlere sadece sözde devrimci, inkılabi olmakla kurtulamayacağımızı öğretmektedir. Dilimizden veya kalemimizden çıkan inkılabi kelimelerin eğer kul hakkına riayet etmemiş ve o hakkı umursamamışsak bizi kurtaramayacağını bizatihi savaşa katılmış bir mücahidin gözlerinden kalkan perdeyle yüzümüze çarpmaktadır.
Çünkü kul hakkı Allah’ın c.c. şirkle beraber affetmeyeceği en büyük günahlardandır. Çünkü bir kulun hakkını umursamadan yiyenle toplumun hakkını gasbeden arasındaki fark sadece nicelik farkıdır nitelik farkı değil. Bir kulu aşağılayan ile bir toplumu aşağılayan arasındaki fark da bu türdendir. Bu hakikat ortada iken yine de bazı devrimciler vardır ki özlerindeki firavuna dokunmadan dışarıdaki firavunu devirmeye çalışırlar. Zulmü hep dışarıda ararlar, hep topluma zulmedildiğini ve hep başkalarının zalim olduğunu düşünürler. Ama kendi hayatlarında muhatap olduklarının birçoğunun hakkına girmekten, onları üzmekten, kırmaktan hiç korkmaz, devrimci ve inkılabi oldukları için bu tür “küçük”(!) günahları yok sayarlar.
Bunlar için kul hakkı yemekle leziz bir yemek yemek arasında fark yoktur aslında ama sadece kendileri yediği sürece. Eğer başkalarının kul hakkını yediğini görürlerse mesela zulmün yardakçılarının birden çok maaş aldığını veya beytülmale el uzattığını gördüklerinde ortalığı birbirine katarlar. Çünkü bunlara göre beytülmal ile bireysel mal farklıdır ve bunlar kulların hakkını, onları savunanlardan(!) başkasının yeme hakkına inanmazlar. Din ve ar ile ilişkileri “dinar” ile ilişkilerini etkilemez. Her üçüne de sahip çıkar her üçünü de kendilerine ait sayarlar. Mangal, bunlardan dolayı hep külsüz kalır. Bir ortamda konuştuklarında nice saray yıkılır, nice nemrut ateşe atılır. Oysa kendi içlerinde yazlık kışlık saray inşa eder, odalarına oda katarlar.
Tek bacaklı gibidirler. Kendileri farketmese de sürekli olarak sendeleyerek, topallayarak yürürler. Çok samimidirler. Gerçekten samimidirler. Ama dışarıdaki mücadeleyi kapsar bu samimiyet. Hatta bazen kitaptaki mücahid gibi gözler önündeki perdeler açılsa sahip olmadıklarına, olamadıklarına karşı bir kinle mücadele ettikleri dahi görülebilir. Herkesin kusurunu görecek kadar basiretli, kendi kusurlarını göremeyecek kadar da kördürler. İç dünyalarına eğildiklerinde bile bunun sebebi dış dünyadaki gözler önünde olan devrimciliklerini daha da göze sokabilmektir sadece.
Yanlış anlaşılmasın nifak ehli değillerdir. Esirlerdir. Hürriyetten dem vuran kölelerdir bunlar. Hem de hiçbir firavunun, nemrutun yanında boy ölçüşemeyeceği bir zalimin, kendilerinin, nefislerinin esirleridirler. Dışarıyla ilgilenmelerine müsaade edilmiş ama içeriye bakmaları yasaklanmıştır bunlara. Hep haklıdırlar, hepsi haklıdırlar. Hak da bunların esiri olmuştur. Çeşit çeşit libas vardır ellerinde, her günahlarına birini giydirir gizlerler her daim. İyi terzidirler. İyi kılıf dikerler. Peki kimdir “bunlar”? Yukarıda da bahsettiğimiz gibi mücadeleyi tek boyuta indirgeyip zalimi sadece dışardan arayan herkestir bunlar. Yani siz, biz hepimizdir “bunlar”.
İşte bu kitap bize bu eksiklerimizi görme fırsatı sunduğu için değerlidir. Bizi titrettiği, unuttuklarımızı hatırlattığı için değerlidir. Allah’tan c.c. hep ümitvar olup “korku ile ümit” arasındaki dengeyi gözden kaçırdığımızın farkına vardırdığı için değerlidir. Yolunda yürüdüklerimizi hesap günü utandırma ihtimalimizi yüzümüze vurduğu için, zanlarımızı boşa çıkardığı için değerlidir. Ve asla ümitsizlik kaynağı bir kitap değildir. Ümidi yanlış anlayanları daldıkları rüyalardan uyandırmaktadır.
Tüm bu sebeplerden dolayı bu kitap mücadeleyi her alanda sürdürmek isteyenlerin gerçekten okuması gereken bir kitaptır.
siyasetmektebi.com