Kimi Hatırlatıyoruz?..

“Öyle yaşayın ki sizi gören Resulullah’ı (s.a.a.) hatırlasın”
İmam Humeyni (r.a.)
Artık hiçbirimiz hiçbir şeyi andırmıyoruz, çağrıştırmıyoruz zihinlerde. Hiçbirimizin yaşantısı yaşamın varlığıyla, varoluşuyla örtüşmüyor. Ne deveye benziyor, ne de kuş gibi uçabiliyoruz. Renklerimiz çoğaldı cıvıl cıvılız şimdi bukalemun misali. Suyun, şahsiyetlerden daha katı olduğu dönemlerden geçiyoruz.
Benzemiyoruz. Benzememekle övünüyoruz. Çünkü “ben farklıyım” deyince farklılaştığımızı, çağ atladığımızı, bireysel özgürlük falan kazandığımızı sanıyoruz. “Ben” diye başlayan cümleler, “bence” diye başlayan fikirler koparıyor insanlıkla aramızda kalan ince bağları.
Reddediyoruz. Aslımızın inkârı süslüyor düşüncelerimizi ve muasır medeniyetler seviyesine ulaşıyoruz oturduğumuz yerden. Tu-kaka söylemlerle kötülerken kimliğimizi, utancı asıl çizgisinden uzaklaştırıp, utanmaktan utanıyoruz habire ve açılıp saçılıyoruz geleceğe doğru geride bırakarak doğruları.
Bilmiyoruz. Bilmediğimizi de bilmiyoruz. Ve birçok bilen küsüyor nadanlara anlatamayınca derdini. Körleştiren cehalet eğitiyor bizi. Bilmediklerimiz belirliyor bildiklerimizi ve yönetiyor düşüncelerimizi. Farkındalıktan uzak hisler diyarında yaşıyoruz ömrümüzü, mutlu, mutmain olarak. Alemden bahsederken alemlere dalacak kadar tanıyoruz alemi. Elaleme kulak vermeyi de vermemeyi de üstün tutuyoruz Alemleri Yaratan’a kulak vermekten.
Konuşuyoruz. Çokça ve hem boşça konuşuyoruz, hoşça konuşmuşçasına. İncir çekirdekleri heba oluyor dolmadan atıldıkları için, dolma yapılacak kadar içi boş sözlerimizden ötürü. Ahkâm kesmenin adam kesmekten bin defa beter olduğunu bilmeden kesiyoruz sözlerini, bildiğini bilenlerin. Suçlamanın dayanılmaz hafifliğinin verdiği hafif meşrep ruh halimizle dolduruyoruz yeryüzünü boşu boşuna.
Yiyiyoruz, içiyoruz. “Aksırıncaya tıksırıncaya kadar” “hiç ölmeyecekmişiz gibi” demir attığımız bu dünyada. Ah-u vah edip Hüseyinlere devam ediyoruz Muaviye sofralarına düşkünlüğümüze. Sadece yemekler tükenmiyor, tükeniyor ömrümüzde umarsızca onu kemirdiğimizde, anlamıyoruz.
Anlamıyoruz anlatılanları, masal değillerse eğer. İçinde Kaf dağı olmayan cümleler ağır geliyor zihinlerimize. Düşman oluyoruz anlatanlara bir anda. “dur” diyoruz. “bunların hakikatle ne alakası var” diyecek kadar şaşalı, hakikatten haberdarmışçasına cümlelerle korumaya çalışıyoruz kişisel statükomuzu ve dağlar kadar yüce(!) cehaletimizi.
Özgürleşiyoruz. Cehaletin sınırsızlığının tadına varınca doyamıyoruz, başkaldırıyoruz nefsimiz hariç her şeye. Ki nefsimizi şekillendiren her şey aslında köleleştiriyor bizi her şeye. Başkaldırıyoruz, başkaldırının anlamını kavramadan başımızı verene, ruhumuza galip gelip yeniyoruz fıtratımızı.
Ve birey oluyoruz, bireyselciliğin tapınılası bir hal aldığı zulümler dünyasında. Dertsiz yaşamı kutsayan cehalet deryasında, “canımız sağolsun” nidaları sloganlaşıyor. Hep canımız sağolsun diye çabalıyoruz, canlar can çekişirken.
Velhasıl tüm bunlardan dolayı da aynılaşıyoruz. Hepimiz birbirimizin farklı renklerdeki kopyaları haline geliyoruz. Başkalarını çağrıştırmıyor, birbirimizi çağrıştırıyoruz zihinlerde. Görünen hiç kimse artık yabancı gelmiyor görmeyi bilen gözlere.
İşte burada, “öyle yaşayın ki sizi gören Resulullah’ı hatırlasın” sözü deprem yaratıyor anlama çabası içinde olanlara. Başkalarına benzememek adına kendinden uzaklaşıp, kendi gibi olanların kopyası haline gelenlerin diyarında, bize aslımızı hatırlatan, kimliğimizi, şahsiyetimizi, onurumuzu, fıtratımızı, varlığımızı, varoluş sebebimizi hatırlatana benzemek, O’nun (s.a.a.) yaşayışını ilke edinip, O’nun(s.a.a.) yaşadığını yaşamak ve görenlere, görebilenlere O’nu (s.a.a.) hatırlatmak vazifesini yüklüyor omuzlarımıza.
Çünkü O’nun (s.a.a.)yaşayışıdır aynılaşmış toplumlarda depremler yaratıp yeni nesiller yetiştiren ve çizgisinden ayrılan, ayrıldığına yönelten. O’nun (s.a.a.) yaşayışıdır tek iken bile eğilmemeyi, direnmeyi, başkaldırmayı öğreten, çürüyen ruhlara devinim kazandırıp hayat bahşeden. O’nun (s.a.a.) yaşayışıdır reddetmeyi, reddedilmesi gerekenlerin karşısında “la” diyerek ilkeleştiren ve zulmü kabulü hayat düsturu bilenleri dürterek uyandıran. O’nun (s.a.a.) yaşayışıdır bilmeyi, öğrenmeyi aslına çeviren, bilmenin eylem olduğunu, yaşamak demek olduğunu bizlere öğreten. Dert sahibi olmanın izzet sahibi olmayı sırtında taşıdığını, yaşamın, yaşamaya değer, değerler uğrunda yaşandığında değerli olduğunu hali ve kaliyle öğreten O’dur (s.a.a.).
O kendi nefsinden hiç konuşmadı. Bunun için değerliydi sözleri ve değer aşıladı sözlerini dinleyenlere. Bunun için “Allah ve melekleri peygambere salat ederler” diye buyurdu O’nu (s.a.a.) gönderen bizlere ve salat ve selam etmemizi emretti.
Herkesin birbirine benzer yaşamlar yaşamaya mecbur kaldığı bu dünyada bizler O’nu (s.a.a.) hatırlatacak yaşamı şiar edindiğimiz ölçüde farklılaşır ve özgürleşiriz. Yine birbirimize benzeriz ama bir farkla, çamurdan olanların benzemesi gibi değil. Ruhullah’a meyledenlerin benzemesi gibi…
siyasetmektebi.com