Siyasi KavramlarSon Yazılar

KİM “VELİ”MİZ?, KİMDEN “BERİ”YİZ?..

indir

Tevella ve teberra kavramları ehl-i beyt (a.s.) özelinde Allah(c.c.) dostlarını dost edinmek, sevmek ve Allah (c.c.) düşmanlarından nefret etmek, uzak durmak olarak özetlenebilecek kavramlardır. Tarihsel süreçte ehl-i beyt (a.s.) taraftarlarının ehl-i beyt(a.s.) dostları ve düşmanlarına karşı takınacakları tavrı tasvir eder hale gelen bu iki kelimelik ilke, tüm İslami kavramlar gibi aslında çağlar ve mekanlar üstü olup, her asırda dostu düşmanı belirlemeye yarayan ve fıkhi özelliğinin yanısıra siyasi anlamda da değer taşıyan ilkelerden biridir. Her devirde Allah(c.c.) dostları olabileceği gibi, Allah (c.c.) düşmanları da olabileceği aşikardır. Ve Allah (c.c.) dostları aynı zamanda ehl-i beyt (a.s.) dostları olacağından onları sahiplenmek ve dost bilmek, Allah (c.c.) düşmanları da zaten ehl-i beyt (a.s.) düşmanları olacağından onlardan nefret etmek ve uzak durmak tüm ümmetin ortak görevidir.

“Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarımızı ve kardeşlerimizi” dahi “veliler edinmememizi”(Tevbe 23) emreden Allah (c.c.) “müminlerin müminleri bırakıp da kafirleri veli edinmelerini” (Al-i İmran 28) ve “onların yanında izzet aramalarını”(Nisa 139) yasaklamış, böyle yapanlar “Allah’a peygambere ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları dost edinmezlerdi”(Maide 81) buyurarak bu tiplerin imanlarının gerçek olmadığını bizlere bildirmiştir. “Saçıp savurup şeytanın dostu olanlar”(İsra 27) her ne kadar “kendilerini doğru yolda sansalar da”(A’raf 30) kaçınılmaz sonla karşılaştıklarında söyleyecekleri son söz “yazık bana keşke falancayı dost edinmeseydim” (Furkan 28) olacaktır.

Tarihin her döneminde “şeytanlar dostlarına sizinle (hak ehli ile) mücadele etmeleri için telkinde bulunsalar da”(En’am 121) unutmamak gerekir ki hak ehlinin “yapmakta oldukları güzel işlerden dolayı Allah onların dostudur” (En’am 127) ve “Allah’ın dostlarına korku yoktur”(Yunus 62) Çünkü “Allah İman edenlerin velisidir ve onları karanlıklardan nura çıkarır, inkar edenlerin velisi ise tağuttur ve onları nurdan karanlıklara çıkarır. Onlar cehennem ehlidirler”(Bakara 257) “o halde şeytanın dostlarıyla savaşmak” (Nisa 76) bizlere verilen ilahi vazifedir.

Kur’anın yukarıdaki ayetlerde tanımladığı “veli” edinme ve “beri” olma mevzusu sadece dille ve geçmiş tarihle alakalı bir konu olmadığı için her dönem müslümanlarının o dönemin Allah (c.c.) dostları ile dost olması ve düşmanları ile düşman olması kaçınılmazdır. Bu dostluk ve düşmanlık bütün hayatı kuşatan ve mücadelemizi şekillendiren ve eyleme dökülmesi gereken söylemlerdir. Asla geçmişe has ve bugünü anlamlandırmayan, geçmişin zalimlerinden uzaklaşıp bugünün zalimlerini dost edinmemizi sağlayan bir ilke değildir tevella ve teberra. Kur’an ayetleri geçmişteki firavunlardan, nemrutlardan, bel’amlardan, hamanlardan, karunlardan ve siyonist mantıktan bahsederken aslında günümüze ışık tutmakta ve günümüzde bu bahsi geçenlerin fikir evlatlarının oyunlarına dikkat çekmektedir. Eğer böyle olmasaydı Resulullah (s.a.a.) kendi çağının kafirleriyle uğraşmaz , küfür sisteminin köklerine savaş açmaz, müslümanların bu tehlikeli yolda çile çekmelerine müsade etmezdi. Ve yine eğer böyle olmasaydı sadece tarihten masallar anlatan birine karşı müşrik sistemin önde gelenleri tüm varlıklarıyla karşı koymaz, bu yolda canlarını dahi tehlikeye atmayı gerekli bilmez, anlatılan bu kıssalar kendi saltanatlarını sarsmasaydı bu kadar rahatsız olmazlardı.

Oysa bugün geldiğimiz noktada tüm ilkelerin içeriğinde yapılan tahrifat gibi tevella ve teberra ilkesinde de tahrifat yapılmış, özelde mektebin bazı mensupları ve genelde ümmetin bir bölümü “beri” olunması gerekenlerin saltanatının yılmaz savunucusu olmuş, geçmişin zalimlerine yönelik eleştirilerin hiçbirini bugünün zalimlerine yöneltememiş, “süfyani sistemlerin” tertipledikleri oyunlarda rol alanların ardısıra gidip kendilerince İslama hizmet ettiklerini düşünecek hale gelmişlerdir. Ne yazık ki yaşanan bu bilinç kaybı, “süfyani sistemlerin” ömrünü uzatmaya yaramış, Allah’a (c.c.) düşman olanları, Allah’ın (c.c.) diğer düşmanlarına karşı savunma gereği hisseden mektep mensuplarının türemelerine, bu yeni türeyenlerin hiçbir şekilde siyasi bilince sahip olmamalarından dolayı bir zalimi diğerinden daha evla görmelerine neden olmuştur. Öyle ki her iki zalimin menşeinin büyük şeytan olduğunu bilmediklerinden dolayı aslında savaşmaları gerekenlerin askerleri konumuna düşmüşlerdir.

Usul-i Kafi’nin 2. cildinde İmam Cafer (a.s.) “Allah’ı (c.c.) bilmenin, Allah (c.c.) için kimi seveceğini ve kime buğz edeceğini bilmenin” mü’minin alametlerinden olduğunu beyan ederek, bu bilincin imanın temellerinden biri olduğunu da vurgulamıştır. Allah’ı (c.c.) kamil anlamda bilenin O’nun (c.c.) için kimi seveceğini ve kimden nefret edeceğini de bilmesi gayet doğaldır. İşin tuhaf tarafı Allah’ın (c.c.) vasıflarını anlatmak için ciltler dolusu kitap yazabilecek olanların, kendini Allah’ın (c.c.) vasıflarına sahip biri olarak tanıtmakta bir beis görmeyen ve “rahmetimiz gazabımızı aşacak” diyecek kadar nemrutlaşanların iktidarına yamanmaya çalışmalarıdır. Ataları Nemrut gibi yakında “ben de istediğimi öldürürüm istediğimi sağ bırakırım” demesini beklediklerimizin iktidarda oldukları “süfyani sistemlerin” bu yılmaz savunucuları, mezhebi herhangi bir tartışmada mangalda kül bırakmazken, aslında hiçbir mezhebin fuhşu, faizi, zulmü, gaspı, hırsızlığı meşru görmediğini, bunu meşrulaştıran “süfyani sistemlerin” gayri İslami olduklarını nedense görmezden gelirler.

Kendilerine “süfyani sistemlerin” sunduğu yollardan birini seçmek zorunda olduklarını zannedenler, Muaviye’ye, yezid’e (l.a.) lanet etmekten bir an dahi geri durmazken, Muaviye vb. den daha şedid ve idmanlı olan münafıklardan beri olmayı akıllarına bile getirmez, vahdetten bahsedenlerden mezhebi kaygılardan dolayı uzak duran bu tipler, “süfyani sistemlerin” mütekebbir liderlerinin resimlerinin altına “Allah birliğimizi bozmasın” diye not düşmekten de çekinmezler. Bu sebeple de tevella ve teberra ilkesinin bugün geçerliliğinin kalmadığı, bu ilkenin sanki geçmişle sınırlı olduğundan dolayı nesh edildiği izlenimini verirler.

Oysa sadece “mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velsidirler”(Tevbe 71) ve hepimizin velisi “Allah, resulü ve namaz kılarken zekat verenlerdir”(Maide 55) ve “kim Allah’ı resulünü ve müminleri veli edinirse bilsin ki galip gelecek olanlar Hizbullahlardır”(Maide 56). Bu yüzden nasıl ki geçmişte Ali’yi (a.s.) “ancak mü’min seviyor ve ondan ancak münafık buğz ediyorduysa” bugünde bu çağın Ali’sini ancak mü’min olan seviyor ve münafık olan buğz ediyordur diye iman etmiş olan bizlerin velisi İran İslam İnkılabının ve tüm yeryüzü mustazaf ve müslümanlarının rehberi İmam Ali Hameney’dir. Geçmişte sahabeler nasıl ki “cennet ve cehennemlikleri Ali’ye olan konumlarına göre” belirliyordularsa, bizlerde bugün aynı şekilde İnkılaba ve İmam Ali Hamaney’e bağlılığın veya düşmanlığın aynı sonuca sebep olacağını düşünüyoruz. Zira velayeti anlamayanın imameti anlama ihtimali yoktur. İmameti anlamayanın nübüvveti anlama ihtimali yoktur. Nübüvveti anlamayanın Allah’ı (c.c.) tanıma ihtimali yoktur.

Bugün tevella ve teberranın ihtiva ettiği anlam budur. İslam İnkılabının dostları dostumuz, onun düşmanları düşmanımızdır. Büyük şeytana dost olanların İnkılaba dost olma ihtimalleri yoktur. O halde her ne şekilde olursa olsun büyük şeytana dost olanlardan “beri”yiz. Büyük şeytanın planlarının uygulayıcısı olduklarını her defasında göğüslerini gererek söyleyenlerden uzağız. Büyük şeytanın kucağında oturanlarla, onun planlarının bu coğrafyalarda uygulayıcısı olanların bir farkının olmadığını biliyoruz. İstedikleri kadar danışıklı döğüşlerle halkı uyutsunlar, bizler İnkılaba gönül verenler olarak tüm bu hiziplerden ve Allah’ın (c.c.) boyasından gayri boyalarla ümmeti renklendirenlerden “beri”yiz. Hiçbir maslahat Allah’ın (c.c.) düşmanı olan “süfyani sistemlerin” içinde yer almamıza neden olamaz. Hiçbir maslahat “süfyani sistemlerin” herhangi bir uzvuyla tevella ilişkisine girmemizi sağlayamaz. Bir bütün olarak geçmişin, bugünün, geleceğin nifağına, küfrüne, zulmüne düşmanız bunların temsilcilerinden geçmişte de bugünde de gelecekte de “beri”yiz. Ne “süfyani sistemlerin” iktidarları bizim için daha “evla”dır, ne de “süfyani sistemlerin” ürettiği siyonizme “hizmet” edenler daha evladır. Ne herhangi bir parti ne de herhangi bir başka kurum bizlerin “velisi” olamaz. Tüm bunlara tek sözümüz “Doğrusu biz, sizden ve Allah’dan başka tapmakta olduklarınızdan uzak kimseleriz! Sizin (bâtıl dîninizi) inkâr ettik; artık (siz) tek olarak Allah’a îmân edinceye kadar, sizinle bizim aramızda ebedî olarak düşmanlık ve kin başlamıştır.” (Mümtehine 4)

Bizim velimiz Allah’ın (c.c.) yolunu sürdürenler, “dini süreyya yıldızından getirenler”, “doğudan çıkan siyah sancaklılar ve sarıklılardır”. Bizim dostumuz tüm insanlığın derdine derman olmaya aday, Allah’ın kanunlarının uygulayıcısı olan, büyük şeytan vb. korkulu rüyası, mazlumların serveri, müslümanların rehberi, evrensel Hizbullahi hareketin ebedi lideri İmam Ali Hamaney ve O’nun yolunun yolucusu olan İnkılabi ulemadır. Bu yüzden Resulullah’ın (s.a.a.) dilinden Allah’a (c.c.) yalvarıyoruz;

“Rabbimiz! Ali’ye dost olana dost ol, düşman olana düşman ol.”

siyasetmektebi.com.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı