KARA”KALEM” MASKELER…

El Kafi’de geçen bir rivayete göre İmam Bâkır’a (a.s.) zorba yöneticilerle işbirliği yapıp onlarla beraber çalışmaya ilişkin bir soru sorulduğunda İmam (a.s.) şu cevabı vermiştir:
“Onlar için bir defa kalemi hokkaya batırmak dahi caiz değildir. Bir kimse dünyalık olarak onlardan bir şey elde etmişse, aynı oranda dininden bir şey kaybetmiştir.”
Çok fazla söze gerek duymadan zalimlere ve zalimlerin sistemleştirdiği düzenlere hizmet etmenin ne anlama geleceği ve bizlerden neleri söküp alacağını izah eden yukarıdaki hadis, İmamların (a.s.) içinde bulundukları bütün zor koşullara rağmen dik duruşlarından zerrece taviz vermeyip gelecek nesillere örnek bir yaşam sunarken, zulmü onaylama anlamına gelecek her türlü hareketi de yasakladıklarının en belirgin örneklerinden biridir. Bütün hayatlarını Öz Muhammedi İslam’ın hakimiyeti uğruna harcayan ve bu meşakkat dolu yolda ilerlerken bir an dahi küfre, zulme ve “süfyani sistemlere” taviz vermeyen ve şehadeti gönül rızasıyla ve arzuyla kucaklayan İmamlarımız (a.s.), hiçbir zaman küfrün veya zulmün bir kısmını değil aksine bütününü hedef alıp onunla savaşmış ve gelecekte gerçekleşecek olan Mehdi (a.f.) inkılabının zeminini, takipçilerine aşıladıkları devrimci ruhla oluşturmuşlardır.
Dikkat edilirse İmam (a.s.) zulmü meşru gösterecek yazı yazılmasından değil neredeyse buna niyetlenilmesinden dahi men etmiştir kendine tabiî olanları. Bu tutum zulmü kategorilere ayırıp bir kısmını diğer bir kısmına tercih eden günümüz müslümanlarına yönelik bir mesajdır aslında. Zulmüyle meşhur olmuşların daha zalim görünenlerden iyi olduğunu zannedip “süfyani sistemlerin” korku tuzağına düşmüşlerin aksine, İmam (a.s.) kalem sahiplerinin, zulmü meşrulaştıracak herhangi bir yazıyı yazmaya teşebbüs etmesine cevaz vermemiş ve buna niyetlenip dünyalıklarını kazanma derdine düşenlerin kazandıkları dünyalıkları oranında dinlerini kaybedeceklerini belirterek bu yolun sonunda ulaşılacak menzilin hak değil batıl olduğunu vurgulamıştır.
Mezhebi, meşrebi ne olursa olsun mektepsiz olanların, habire maslahatları ileri sürerek el pençe divan iki büklüm olarak karşılarında durdukları “süfyani sistemlerin” iktidarlarını savunurken kullandıkları kalemler vasıtasıyla çizdikleri maskeler, ne bu sistemlerin iktidarlarını aklamaya yetmekte ne de zulümden bizar olmuş halkların dertlerine derman olabilmektedir. Bu maskeler sadece “süfyanilerin” ömrünü uzatmaya, halkları uyuşturmaya, hangi mezhepten olursa olsun firavunlara köleler oluşturmaya yaramakta ve hiçbir mezhep, ırk, din, dile hizmet etmemektedir. Bu maskeler, bizden görünenlerin elleriyle çizildiği için zulmün rengini “kara”dan “ak”a çevirmekte, hülyalar alemine açılan kapılardan halkları iteklemekte, imtihan dünyasının musibetler deryasına dönmesine ve halkların hem dünyalarını hem de ahiretlerini berbat etmelerine neden olmaktadır.
Zulümleri nice sağır sultanlar tarafından dahi duyulmuş olan “süfyani sistemleri”, sanki sütten çıkmışcasına bizlere sunan bu “kalem sahipleri”, sistemin bekası uğruna dinin bekasını umursamaz bir tavır sergilemekte, bütün uyarılara kulaklarını tıkayarak çağın sağır sultanları olma yolunda ilerlemektedirler. Öyle ki bunlar hiçbir zulmü gündeme getirmezken ve her daim birlik beraberlikten dem vururken, “süfyanilerin” hem kendi vatanlarında hem de İslam ülkelerinde işledikleri fecaatleri temize çıkarmak için olmadık bahaneler ileri sürmekten, aslında bu süfyanilerin iyi niyetli olduklarını, çevrelerinin bozuk olduğunu belirterek onları bütün kötülüklerden arındırmaktan da çekinmemektedirler.
İtirazlarımıza “vatan millet sakarya” teslisi ile cevap veren eli kalem tutanlar, “en kötü devletin bile devletsizlikten daha iyi olduğu” savını ileri sürerek üstlendikleri susturucu rolünü mükemmel bir şekilde ifa etmektedirler. Ama bizlerin neden bu kötü devlete mecbur olup onu değiştirme niyetinde olmamamız gerektiğine dair bir tek izahat sunamayarak acze düşmekten de kurtulamamaktadırlar. Hangi İmamın(a.s.) veya Öz Muhammedi İslam’ın hangi önderinin devletsizliktense Ümeyyeoğullarını, Abbasoğullarını vb. kabullendiğini, onların hizmetine girip onların sistemini savunduğunu, halkı onlara meylettirdiğini, zulümlerini görmezden geldiklerini anlatamayan bu kalem ehli, “hakkımızla birlikte şerefimizi de kaybedeceğimiz” suskunluğa neden mahkum olduğumuzu bizlere açıklayamamaktadırlar . Zulme rızanın zulüm olduğunu bilen binlerce hadis ve ayet ezberlemişler güruhu, var olan zulme rıza göstermenin delilini neye dayandırmaktadırlar merak ediyoruz.
Temeli kanla atılmış “süfyani sistemlerin” gelmiş geçmiş bütün iktidarlarının ortak noktası olan zulüm, mazlum halkların üzerinden hiç inmeyen darbeler ve baskılarla hala devam etmekteyken, insanlar karın tokluğuna dahi çalışacak iş bulamazken, binlerce esnaf işyerini kapatmak zorunda kalırken, insanların büyük çoğunluğu resmi açlık sınırının altında geri kalanları da yine resmi yoksulluk sınırının altında yaşarken, topraklarının her bölümde büyük şeytanın üsleri varken, yer altı ve yer üstü kaynakları siyonizme peşkeş çekilirken, gençleri umutlarını yitirmiş, dünyevi bağımlılıklara müptela olmuş, insanları özünden, inancından, kimliğinden uzaklaştırılmış, bütün İslami kanunlar çiğnenmiş, uygulanmasına müsade edilenler tahrif edilmişken, kendilerinin “bal kaymakla” beslendiğini utanmadan söyleyenler, ilahlık iddiasını sürekli gündemde tutanlar, ayetlerle dalga geçenler, çalanlar, çırpanlar hırsızlar, deyyuslar “süfyani sistemlerin” başındayken hala “özgür ortam”dan bahseden bu kalem tutanlar ve onların kerametlerinin yayıcıları zulmü ve zalim sistemleri kutsuyorlarsa zaten bizden değildirler.
Bunları yazdığımız ve “süfyani sistemlerin” inim inim inlettiği halkları bir nebze olsun uyandırdığımız için bizleri devlete karşı olmakla suçlayan bu kalem sahipleri şunu iyi bilmeliler ki bizler salt anarşist bir mantıkla devlet dahil bütün bir düzene karşı değiliz. Ya da uysal koyunlar gibi herkesin güdeceği bir mantığa da sahip değiliz. Devlet ve sistemin, devlet ve rejimin farklı olduğunun bilincindeyiz. Devlete değil, “süfyani” mantığın kurmuş olduğu ve hükümleri gayri islami olan sisteme karşıyız. Bu sistemin idare ettiği devleti, bu sistemden azad edip İslami bir düzenin kurulmasını talep etmekteyiz. Bizlerin kabullenmediği, devlet mantığı değil, zulmün sistemleştirilmesidir. Resulullah’ın (s.a.a.) en büyük sünnetinin kurduğu İslam devleti olduğunu bilen bizler, bu devletin özlemi içinde mücadele etmekteyiz. Bu yüzden “süfyani sistemin” hiçbir parçasını diğerine tercih etmiyor ve kökünden değişmesi gerektiğini belirtiyoruz. Tıpkı İran İslam İnkılabında olduğu gibi. İmam Humeyni (r.a.) en kötü devlet devletsizlikten iyidir diye düşünseydi şaha karşı mücadele edip onu devirir miydi? Veya İmam, devlet düşmanı olsaydı var olanı yıkıp yenisini kurar mıydı? İmam Şahlık sistemi özelinde bütün zulüm sistemlerinin yıkılıp, hakkın hakim olduğu devletin kurulması gerektiğini bizlere bu asırda öğreten en iyi örnektir. Ve biz de bu yolda gitmeye çalıştığımız için “süfyanilerin” birini diğerine tercih etmiyor, tümünü red ediyoruz.
“Allah’a asi olana itaat edip boyun eğen kimsenin dini yoktur” buyuran İmam Bâkır (a.s.), bizleri güdülecek koyunlara çevirip her türlü isyanın sebebi olan “süfyani sistemlerin” vatandaşları haline getirenlerin maskesini ne de güzel düşürmektedir. Bunlar hak tarafında durup batılın askerlerine gözyaşı dökenlerdir. Muaviye sofrasının tadına varıp Ali’nin (a.s.) sohbetinden dem vuranlardır. Bunların yapıp yapabileceği en büyük cihad Yezidlerin saraylarında kesik başları ile alay edilen Hüseynilerin faziletlerini saymaktır. O saraylarda ne işleri olduğunu sormaksa bizim görevimizdir.
Kara kalemlerce çizilen maskeler ile kendilerini meşrulaştırıp bizlere karşı övünen “süfyani sistemlere” karşı cevabımızı yine İmam Bâkır’ın (a.s.) dilinden verelim;
Hişam b. Abdulmelik ve dostlarına hitaben buyuruyor ki:” Eğer sizin erken elde edilmiş bir devletiniz varsa, bizim de sonradan gerçekleşecek bir devletimiz vardır. Bizim devletimizden sonra da bir devlet yoktur. Çünkü biz akıbet ehliyiz, sonuç her zaman bizimdir. Çünkü akıbet muttakilerindir.”
Hamdolsun İmam’ın (a.s.) müjdelediği devletimiz gerçekleşmiş ve akıbet muttakilerin olmuştur. Zalimden değil Allah’tan (c.c.) hakkıyla korkanların, zalimi değil Allah’ı (c.c.) razı etmeye çalışanların mücadelesi meyvesini vermiş ve şehitlerin o pak kanları üzerine ümmetin yüzakı beklenen inkılap gerçekleşmiş ve devletimiz kurulmuştur. Varsın korkunun tellalları bizlere maslahatları, suskunluğu, zulme rızayı telkin etsinler, varsın bir zalimi değil diğerini desteklemenin bin türlü faziletini anlatsınlar, varsın elde ettikleri ilimlerini az bir pahaya satsınlar, bizler hakkın bu yüzyılda da iktidar olabileceğini ve eğer takva ehli olur da zalimlerden beri olduğumuzu açıklayarak Allah’a (c.c.) yönelirsek ilahi yardımın bizlere zaferler nasip edeceğini İslam İnkılabı ile 35 yıldır müşahade etmekteyiz. Ve Rabbimizden İnkılabın nurunun bizleri de ısıtmasını ve içinde bulunduğumuz karanlığı yok etmesini dilemekteyiz .
siyasetmektebi.com