Gündem AnalizSon Yazılar

KAHKAHALARLA GÜLÜYORUZ…

Çok maharetliyizdir. On parmağımızda on marifet az gelir bize, ya başkalarının parmaklarını da kullanırız işimiz için ya da o parmakları da katarız kendi parmaklarımıza. Baktık olmadı, satarız. Neticede şahsımızındır bütün parmaklar, biz emrettiğimizde alkışladıkları veya yeri geldiğinde yumruk oldukları sürece.

Ama en mühimi bizim “baş” parmağımızdır. Nereye bakmamızı söylerse oraya bakar bütün diğerlerimiz. Genelde de göğe baktırır veya geleceği işaret eder, yeri ve bugünü hiçe saymamızı isteyerek. Geçmişi yeniden yazar ve mağaradan çıkışımızı kutlatır bize. Hep tatlıdır. Hep bal tutar ve yalanır o bala konmak isteyen sineklerce. 

Bir de namazlarda huşuyla kalkar havaya tahiyyatı okurken ki sormayın. “Dünyalar” bizim olur. Ya da daha doğrusu O’nun olur. Zaten bizim olan da O’nun olur. Biz de O’na aitiz. O var diye varız. O halde dönüşümüz de O’na olur. Neyse, iş başka yerlere varmasın şimdi. Dediğimiz gibi huşuyla kalkar o parmak ve bir anda bütün başlar eğilir önünde. Bir parmak, milyonlarca başı idare eder böylece. Dikkat edin “baş”ı diyorum, aklı demiyorum. Bu yüzden büyük, küçük bir “sürü” “baş” takip eder o parmağı ve “lebbeyk” der her çağrısına ama siz bunu topluca söylenen “eveeet” olarak duyarsınız.

“Sürüler” rahat ilerlesin diye çok şeritli yollar yaparız, hatta Ay’a bile uzanır o yollar. Neticede yürümekle aşınmazlar ki söylemekle var olsunlar. Kimin umurunda? Yeter ki bugün köle olan yarın kral olacağına inansın ve yarın kral olacaksa bugün bizim krallığımızı kutsasın. Gün ola harman ola. Yarının neler getireceğini kim bilir. Bu yüzden yarın kölelerindir, bugün bizimdir.

Velhasıl bu maharetle yedi düvele nam salmışız biz. Oralarda koparken fırtınalar, biz de ortalık süt limandır. İtiraz, oraların geleneği iken bizde itaat kutsaldır. Bu yüzden herkes kıskanır bizi. Herkes imrenir bize. Sözümüzü dinler, adımlarımıza uyarlar. Yeri geldiğinde bizim için bozarlar rahatlarını, dağıtırlar sürülerini. Ve hatta bizi meşru kılarlar düşman olarak(!) bize.

İşte böyle devran sürerken biz, kimi zaman şecaat arz edelim derken sirkatimizden bahsederiz farkında olmadan. En meşhur masalımızı anlatıp vatan, millet diye uyutmak isterken sürülerimizi, yanlışlıkla ağzımızdan kaçar kurtların kuzularımızı kapıp götürdüğü. Üstelik, yıllar önce kapılan kuzuların, kurtlara yeni yem olduğunu öğrenince uyanır gibi olur sürülerdeki başlar. Ve hemen itiraz sesleri yükselir yıllar boyu uyumaktan mahmurlaşmış akıllardan.

Tehlike anında ilk kurtarılacak olan “baş” parmağın işareti ile itirazlardan daha yüksek bir sesle başlarız haykırmaya, tehditler savurmaya. Ama en iyi yöntemimiz unutturmaktır ya. Yeni masalların girişini terennüm eder dillerimiz bir anda ve bu masalda hain kurdu kesen avcı oluruz mesela. “Bin parçaya bölmezsek namerdiz” diyerek bir coşarız ki sormayın. Neredeyse kendimiz de inanırız bu avuntuya.

Gerçi o masaldaki kuzular, kurt kardeşlerimize hediyemizdir bizim ki o kurtlar da evcildir aslında. Şahsımızın bekası bunu gerektirmektedir zira. Bu yüzden “o kurtların “başı”nı niye bölmüyorsunuz bin parçaya?” diyenlere bakıp “gülüyoruz” baya. Bunlar bilmiyorlar mı “o aileden biri”dir. Dinimiz, “hısım akrabaya karşı cömert olmayı emretmemiş midir?” Bu yüzden koymuşuz onu bir adaya, yapmışız bir villa, bir eli yağda, bir eli balda. 

Kahkahalarla “gülüyoruz” böyle isteklere, arzulara. Sanki bizim kuzularımız kurban edilmiş bir mağarada. Sanki bizim ocağa düşmüş ateş, nedendir bu vaveyla? Bizim kuzularımızın keyfi yerinde hamdolsun Allah’a c.c. Hem kesilmezse bir takım kuzular nasıl kalır bunca saltanat, şatafat ayakta. Yok olmaz mı itibarımızı bir anda? İtibarımız önemliydi hani sizin nazarınızda? Kaldı ki şimdi o kuzular çoktan varmışlardır cennet-i alaya. Alın size bir hizmetimiz daha. Bizim kuzularımız mahkum(!) olmuşken bu dünyaya, sizin kuzularınız layık görülmüşler böyle bir “makama”. Bu itiraz niye, neden bunca afra tafra?

Ayrıca bin parçaya böleceğiz dedik ya. Sabredin. Buluruz elbet rahatça parçalayacak bir parya. Atarız önünüze, eti bizim olur kemiği sizin, “yiyin” deriz doyasıya. Biz ki “helal lokma yedirmemişiz” kuzularımıza, inanın verdiğimiz sözlere, ettiğimiz bedduaya.

Baktınız olmadı, aha da yüzümüz. Tükürün bolca. Rahatlasın içiniz. Bitsin kederiniz ve artık hazırlanın uzaya uçmaya. Merak etmeyin biz tükrükten etkilenmeyiz. Ulaştırır bizi bahara…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı