HasbihalSon Yazılar

KAFİRLER İSTEMESE DE ALLAH (c.c.) NURUNU TAMAMLAYACAKTIR…

zalimler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.

Başlığımızdaki ayet demek istiyor ki yani O (a.f.) gelecektir. Bütün yeryüzü zulmün esaretine girse de, her gün mazlumlar için geceden farksız hale gelse de, çocukların başları koparılıp zalimlerin ellerinde tekbirlerle(!) ve zafer nidalarıyla havaya kaldırılarak pozlar verilse de, ebabillerin intizarındaki mahrumlara gökten alev saçan uçaklar ile saldırılsa da, şehirler yağmalansa, harap edilse, halklar yurtlarından çıkarılıp sürülse de, zalimler saraylarında keyf çatarken yoksullar açlığın pençesinde can çekişse de, cehalet aklın yolunu zorbalıkla kesse de, susmak, itaat etmek, hakkı haykırmaktan daha evla gibi gösterilse de, muaviye sofralarına Allah’ın (c.c.) dinini tekeline alanlar oturup sipariş üzere fetva verseler de, yalancı baharlarla kış allanıp pullanıp bizlere sunulsa da, yani şer görünen onca şey gelip bizi bulsa ve bizlerin ayağa kalkacak takati kalmasa da hayr olan ve hayrı bize sunacak olan elbet gelecektir.

Çünkü Allah c.c. adildir, muntakimdir, kahhardır. Yeryüzünü, yaşamaları için yaratmış olduğu “insan”ların hakkını, şeytanın çocuklarından alacaktır. Ve zalimler yakında nasıl bir inkılap devrileceklerini göreceklerdir, görmüşlerdir. Kışı yaratan Allah c.c. baharı da sunacaktır, geceyi şafakla deviren Allah c.c. bir sinekle vuracaktır kafasını duvara Nemrutlaşanların. Asa ile sihirleri alt üst eden Allah c.c. yarmak için yaratmıştır bütün nehirleri ki her biri bir zalimin mezar yeridir zaten. Şeytan kendi ateşi ile yaksa da alemi, o ateşi gülistana çevirecek olandır Allah c.c.. Ki böylece putkıran İbrahimler yetişir o alemde. Gücü elinde bulunduran Allah c.c. zalime zulmetsin diye bu gücü verirken mazlumu boyun eğsin diye terketmez kendi haline. O c.c. zalimlerin yaptıklarından habersiz değildir çünkü. Onların hesabını gözlerin yerinden fırlayacağı bir güne ertelemiştir ki o gün bu dünyada yaşanacaktır inanın. Ve o gün, o günü beraberinde getirenin eliyle sunulacaktır tüm aleme. İşte Nur o zaman tamamlanacaktır O’nun (a.f.) gelişiyle.

Mehdi (a.f.) inancı öyle bir inançtır ki insanlığın bu dünyaya adım attığı andan itibaren yerleşmiştir fıtratına ve her yaratılan insan inanmıştır O’nun (a.f.) zuhuruna. Her inançta O’nun (a.f.) gelişi müjdelenir, her çağın mazlumu O’nu (a.f.) bekler durur. O’nun (a.f.) zuhuruna olan inanç ile ayakta kalır hakka gönül verenler ve zalimler bu korkuyla sarsılır her devirde. Bu umut bile Mehdi (a.f.) zuhurunun en önemli delillerindendir. Şehit Mutahhari’nin dediği gibi insanda bulunan bütün arzuların bir karşılığı vardır. Mesela su olmasaydı susuzluk hissiyatı ve ihtiyacı da olmayacaktı. Tıpkı ahiret yurdu olmasaydı ebedi yaşam arzusunun da olamayacağı gibi. Öyleyse bütün insanlığın en kadim inançlarında dahi Mehdiyet yer bulmuşsa ve her devirde, her inanca bağlı mazlumlar O’nun (a.f.) gelişini dört gözle beklemişlerse, böyle bir arzu oluşmuşsa bunun da illa ki bir karşılığının bulunması gerekmez mi? Olmayan, olamayacak olanı insanın zihni veya ruhu nasıl arzulayabilir ki? İnsan, var olmadığı için varlığından haberdar olmadığı birinin gelişini nasıl bekleyebilir ki?Bütün insanlar aynı bekleyiş içindeyseler, bütün inançlar bu bekleyişi sunuyorlarsa insanlara bu en büyük delil değil midir O’nun (a.f.) varlığına? İnsanlığın fıtratında bulunan bir inancın o fıtratı yaratandan bağımsız olarak oraya yerleşmesi mümkün müdür?

Elbette değildir. O’nu (a.f.), dünyadaki saltanatları sarsılmasın ve insanlar üzerindeki hakimiyetleri kaybolmasın diye inkar edenler de bunu biliyor. Zaten bundan değil midir ki Firavun katleder bütün erkek çocukları, Nemrut yakar devasa ateşleri? Bundan değil midir ki ilk saldırıya uğrayan bu umuttur her çağda. Çünkü Mehdi (a.f.) intikamıdır bütün çağların. Mazlumların gözyaşlarının döküldüğü deryadır. Susuz bırakıldıkları için kurumaya yüz tutmuş ümitlerin can suyudur, çöllerdeki vahadır. Dünyadaki dengedir, kıbledir hakkı arayanlar için. Adalettir zulme boyun eğenler için. Evleri başlarına yıkılanlar için sığınaktır, “ölmeden mezarı kazılanlar” için hayattır. Diriliştir, direniştir, haykırıştır Mehdi (a.f.). Sur’dur, üflendiği zaman kıyameti şahlara, padişahlara sunan. Sırattır kimisi için de. Kıldan ince kılıçtan keskindir çünkü. İnkar edenlerin kesilir dünyaları ahiretlerinden önce ve bu dünyada hakkı inkar edenlerin ahirette girecekleri yeri tayin eder varlığıyla.

Bu yüzden Kur’an daki hidayet ile ilgili ayetlerin öznesi Mehdi’dir (a.f.). Zaferin iması Mehdi’dir (a.f.). Umut Kur’an’da Mehdi (a.f.) ile dile getirilir, intikam O’nun (a.f.) eliyle sunulur. Gözlerini, kulaklarını ve hayatlarını dünyaya tevdi edenler ve dünyalıkları için dünyalık salatanatların kapıkulu olanlar görseler de bu işaretleri anlamazlar ve derler ki “hani ismi nerede?”. Oysa aklı veren Allah’ın (c.c.) imtihanıdır bu. O akıl ki kendisi zaten hüccettir, bulaştığı kirlerden arındırıldığında bulur hakikati kendiliğinden, bunca zulmün bir sonu olması gerektiğini ve bu zulmü sonlandıracak birinin yeryüzünde bulunması gerektiğini zaten idrak edecektir. Sünnetullah gereği yeryüzündeki hak batıl savaşında hak, onun safındaki insanlar eliyle temsil edildiğinden, hakkın nihai zaferinin ve tüm yeryüzüne Allah’ın (c.c.) nurunun hakim olacağını beyan eden ayetlerin tecellisinin delili olacaktır O’nun (a.f.) gelişi. Çünkü “Allah (c.c.) bizim elimizle cezalandırmak ister zalimleri” (Tevbe 14) ve bizim intikam alan elimiz O’nun (a.f.) ta kendisidir, zira O (a.f.) gelmeden bütün zalimlerden intikam alınmış olmayacaktır.

Yazılı kitaba bu kadar iman(!) edip, konuşan ve yürüyen Kur’an’a bunca isyanı “görmez”den gelenlerin en büyük handikaplarından biri de “her sözü bizim için öğüt olan”, “kendi nefsinden hiç konuşmayan”, “bir konuda hüküm verdiği zaman bize sadece itaat düşen” Resulullah’ın (s.a.a.) hadislerini inkar veya işlerine geleni alıp işlerine gelmeyeni yok saymaktır. Bunlara kalsa Resulullah’ın (s.a.a.) hiç konuşmadığı, eylemde bulunmadığı, uyarmadığı yeni bir din icad edeceklerdir ve bu dinde önce Resulullah (s.a.a.) sonra Allah (c.c.) etkisizleştirilecek, böylece “başımızda zalim bir sultan bile olsa ona itaat etmek farz” olacaktır. Bunlar Mevlana’nın hikayesindeki sağır, kör ve çıplak gibidirler. Sağır çok uzaklardan gelen bir kervandaki sesleri işitir(!) ve ne dediklerini tam olarak anlar(!), kör, o kervanı görür(!) hangi kabileden olduğunu bilir(!), çıplak ise onların kendilerini soyacaklarından korkar.

İşte bunlar da olmadık mevzularla ilgilenir, halkın hiçbir derdine derman olmayan konulara kafa yorar, ümitsizliği, itaati tavsiye edip sorgulamayı ve zulme isyanı yasaklar, zalimin sarayını Allah’ın (c.c.) lütfu olarak gösterip, mazlumun çiğnenen hakkını kader diye tanımlarlar. Yaşadıkları beldelerde ki hiçbir haksızlığa karşı ses çıkarmaz, hiçbir haramın işlenişine itiraz etmez, helallerin haramlar ile beraber kardeş olabileceği hissini uyandırırlar. Allah’ın (c.c.) hükümlerinin hakim kılınmasına yönelik en ufak bir inanca sahip olmadıkları için o hükümlerin uygulanacağını beyan eden gözlerinin önündeki ayetleri ve hadisleri “görmez”ler. Ama çok uzaklardaki kervanlardan bahseder, hikayeler uydurur, geçmiş ile bugünün ve geleceğin dokunulmazlığını sağlarlar.

Oysa sorulması gereken soru şudur; Mehdi (a.f.) gelse ne olur? Neden O’nun (a.f.) varlığına yönelik şüpheler oluşturma çabasındasınız? İnsanlar O’nun (a.f.) gelişini beklerse bu size ne gibi bir zarar verir? Kim Mehdi’nin (a.f.) gelişini istemez? Kim O’nunla (a.f.) mücadele eder ve adının anılmasına dahi tahammül edemez? Mehdi (a.f.) gelmeyecekse yeryüzü nasıl adaletle dolacaktır, bunu kim sağlayacaktır ve bu sağlanacaksa siz neden gocunmaktasınız? Yeryüzüne hakim olacak olan salih kullar kimdir ve siz neden bu kulların hakimiyetini istememektesiniz? Bırakın insanlar bu umut ile yaşasın, dirensin, dirilsin. Bırakın mazlumların gözleri kan ağlasa da yürekleri bahar, bahçe olsun bu umutla. Size bunun ne zararı var?

Bu soruların cevabı için Mehdi (a.f.) döneminde varlığı ile alemi fitne, fesatla dolduracak olan süfyan ve deccalin kimliği, şahsiyeti incelenmelidir. Bu incelenme sonucunda yaratılmış insanlar içinde Mehdi’ye (a.f.) en büyük düşmanın süfyani ve tayfası olduğu ortaya çıkacak ve bugün “Mehdi yok, gelmeyecek” diyenlerin kimin saltanatını uzatma telaşında olduğu, kime karşı halkın uyanmasını ve direnmesini engellemek niyetiyle gayret gösterdiği netleşecektir.

Bu noktada biz son sözümüz olarak yukarıda bahsettiğim çabaya girenlere şunu beyan etmek istiyoruz ki geç kaldınız. Mehdi inkılabı kurulalı 37 yıl oldu ve yeryüzü bu inkılabın bereketiyle zalimler için cehenneme dönmeye başladı. İmam Mehdi’nin (a.f.) zuhuru için gerekli zemini hazırlayan kahramanların varlığıyla dünya yine ümran oldu. Zayıflığı kader zanneden mazlumların gönlünde öyle bir güç belirdi ki zalimlerin hiçbir silahı bu gücü yok edemez hale geldi. Lebbeyk sedasının yayıldığı yer yüzünde ah-u zarlar esir alındı. Zulmün esaret zincirleri kıyamın şiddetine dayanamadı ve yalın ayaklı mahrumlar, saray sahiplerine başkaldırdı. Öyleyse siz bekleyin, biz de beklemedeyiz. O gün çok yakın çünkü…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı