HasbihalSon Yazılar

I”Şİİ”D…

Süfyani’nin canlı bombalarıdır bunlar. Sarayın sütunlarında çatlak oluşmaya başladığında varlıklarını meydana koyarak ayakta tutarlar Süfyani’yi. Okları her daim yamuktur. Yönü zalimi gösterir ama atıldığında mazlumun kalbine saplanır. Dostun dilinden konuşurlar düşmanın alfabesi ile ve dostun düşmanının elini sıkar elleri. Tıynetlerindeki şahsiyetsizlikten dolayı aşağılanırlar sürekli olarak ama aşağılayana “sayın” demekten alıkoyamazlar kendilerini. Hep “biz mazlumuz” derler zalimin çanağından pay kapmak için çırpınırken ve mazlumun mezhebidir ilk merak ettikleri. Ulu orta yerde patlatırlar habis niyetlerini, yayılır varlıkları ile tefrika ve kirlenir zihinler, bulaşınca nifak. Bugün ve gelecek yoktur geçmişin işgali altında olan dünyalarında. Bu yüzden “görmez gözleri, duymaz kulakları ve anlamaz kalpleri hakikati tıpkı hayvanlar gibi” ve hatta daha aşağılıktırlar hizmet ettikleri mahfillerden dolayı.

Bunlar tefrika ehlidir. Dillerindeki zehri zerk ederken dimağlara ölümlerin, cinayetlerin, katliamların kapılarını açmaktan dolayı gocunmazlar bile. Suriye’deki, Irak’taki ve diğer coğrafyalardaki kardeşlerinin (Işid’in) varlık sebepleridirler. Bunlar konuştukça onlar akıtır kanları, bunlar konuştukça onlar keser başları. Garantiye alınmış hayatlarının dayanılmaz hafifliğinde “hafif meşrep” tavırları ile belli ederler kendilerini. Zulüm sisteminin bütün önderlerinin önünde “saygıyla eğilirken” ve edep(!) ile iki büklüm olup sıkarken süfyaninin o kan damlayan ellerini yuvarlak masalardan aldıkları lezzete dil uzatmaya el vermez gönülleri. Zulmün şiddeti maskelerini düşürmek üzere olduğunda Yezid’in (l.a.) sarayındaki sahabeler(!) gibi “biz o yüzü Resulullah’ın s.a.a. öptüğünü gördük” misali verirler tepkilerini ki bu şerbet iyi gelir nabızlara. Hem nal bunlardadır hem de mıh. Yeri gelir vururlar nalına yeri gelir vururlar mıhına ve maslahat olur dönekliğin yeni tarifi. Ki “takiyye” süfyani’nin dilinden döküldüğü gibi “iki yüzlülüktür” bunların lügatinde de böylece bindikleri dalı kesmekle gösterirler maharetlerini.

Işid kadar tehlikelidir ı”şii”d de bu böyle bilinmeli. Her iki sapkının dilindedir dinlerinden önce mezhepleri ve her iki sapkının elindeki tek silahtır tefrika ve tekfir ötekini. Her iki sapkın da siyonizmin yavrusudur birinin babasıdır büyük şeytan diğerinin anasıdır İngiltere. Işid, zaten bellidir ve bilir neyin ne olduğunu mektebi tanıyan herhangi biri ama ı”şii”d’in ne olduğunu anlamak, gerektirir basireti. Dinlemek gerekir İmam’ı ki selefi “Amerikancı İslam’ı” teşhir etmişken kendisi tarif etmiştir İngiliz şiiliğini”. Ne sarıkları ne de cübbeleri, ne mollalıkları ne de ahundlukları gizleyemez bu tipleri çünkü ışığı tutup geceyi yaran ellerdir İmamın sözleri.

Onca “ama”lar, “öyle demek istememiş, böyle demek istemiş” türünden teviller, “lanet hakaret değil ki” gibi gayet masumane(!) savunmaların sebebi de zaten budur. Muaviye mantığıdır taşıdıkları bunların. Kur’anın her harfini doğru okurlar ama niyetleri bozuktur ve “hak sözle kastedilen batıl” bunların ağızlarında çiğnedikleri tek lokmadır. Nasıl ki Şirazi mel’unu “münafıkları cezalandırmak da neyin nesi” diyerek belli etmişse niyetini, bunlar da “masum değil İmam” diyerek belli ederler kendilerini ama kendi takip ettikleri yedikçe her naneyi “ağzı ne kadar hoş kokuyor” diyerek ilan ederler masumiyetini. “Sevmek zorunda değiliz” diyerek itirazlarını dile getirdiklerini İmam’ın, Nasrallah’ın, Bakır es Sadr’ın (r.a.) ve gerçekten ilimden nasiplenmiş diğer ulemanın övdüğünü gördüklerinde “kinlerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar” ama ne çare. “Kinlerinden gebermek” vardır kaderlerinde.

Medine’deki yahudilere benzerler en çok da. Ümmetin içindeki farklı dine mensup hainler gibi kendilerine has bir mezhep ürettiklerinden ve tekellerine aldıklarından dolayı bu mezhebi aynı ihanetlerin menşeidirler. Ümmet, çepeçevre kuşatılmışken küfrün ordusu tarafından bunlar cepheye gelmedikleri gibi cephe gerisinde hizmet ederler yaydıkları tefrika ve nifak ile düşmana. “Atalarını takip etmeyi” kurtuluş vesilesi saydıkları için kendi mezheplerine yeni girenleri dahi aşağılayarak “müstebsir” demek ve onları kendilerinden farklı sayıp onlara güvenmemek bile yeterlidir bunların köklerinin nereye dayandığını anlamak için.

Oysa süfyani’de bunlardan farklı bir mezheptendir. Ama o hep “sayın”dır iktidarda olduğu için. Zaten halka çemkirmeyi maharet bilenlerin, halkın inançlarıyla dalga geçip, onları tahkir edenlerin, o inançlara uymak zorunda olmadıklarını beyan edip kahramanlık taslayan aslanların(!) saray kapısında döktükleri sütü yalama telaşıdır bizi tiksindiren. Hiçbir ilahi hedefi gütmeyip rahatlarını bozmadan attıkları nutuklarla besledikleri zulüm sisteminin değişmesini dahi istemeyen bu zevatın, bu ümmet ile aynı derdi, aynı hedefi, aynı acıyı ve aynı dini paylaşıyor olma ihtimali yoktur inanın ki.

Bunlar mezhepçiliklerinde de samimi değillerdir. Zalime ve mazluma mezhep biçerlerken bile başka topraktaki zalimler içindir her sözleri. Kendi topraklarında zalimin “duacısıdırlar” her daim ve kendi topraklarındaki zulüm sisteminin yılmaz bekçisidirler de aynı zamanda. Bu yüzden başka yerlerdeki farklı mezheplerdeki alimlerle yoktur işleri ama kendi topraklarındaki zulme isyan eden alimlere karşı tükenir tahammülleri. Sistemden önce bunlar dikilirler bu alimlerin karşısına ve sistem adına tekfir ederler o alimleri. Kur’an’a da yoktur imanları ki azlık veya çokluk yarışına girerler aslolan haklılık olduğunu unutarak. Ve bilmezler ki “nice az sayıdaki topluluk çok sayıdaki topluluğa galip gelmiştir” Allah’ın (c.c.) izni ile. Resulullah (s.a.a) 40 kişi ile alenen haykırmıştır bütün dünyaya hakikati.

Ve madem çoklardır kendileri ve madem haktır bütün sözleri işte meydan, işte süfyan, neden “dut yemiş bülbül gibi” kısılır sesleri? Sahi kaç kişiydi Hüseyin’in (a.s.) yarenleri? Kerbela’da şehit olanların sayısı mı çoktu yoksa saraylarda fink atanların sayısı mı? Kaç alim(!), kaç sahabe(!), kaç şii(!) gitme dedi Hüseyin’e (a.s.) ve kaç “şii” katıldı şehitler kervanına? Çokluk ne zamandan beri hakkın ölçütü oldu ve mezhep ne zamandan beri mektebin yerini aldı anlatsın birileri? İmam Hüseyin’i (a.s.) şehit edenin neydi mezhebi? Yok muydu o dönemde “İngiliz” şiileri? Rahat ortamlarında “seninleyiz” diyenlerden kaçı yanındaydı İmam’ın (a.s.)? Peki ya Hürr? “Şii” miydi? Acaba ona da İmam (a.s.) “mübtesir” demiş miydi? Kadı Şureyh kimdi? Molla değil miydi? Fetva vermez miydi? Veya kendi zamanında onca “şii”(!) varken İmam Cafer (a.s.) neden 6 kişiye ihtiyaç duyuyordu? Mezhep etiketi neden yetmiyordu İmam Cafer’e (a.s.)? Neyi arıyordu şahsiyetlerde ki bulamıyordu bunca “şii”de? Saraya giden talebesine yazdığı mektupta İmam Zeynelabidin (a.s.) neden bahsediyordu niye kınıyordu onu? İmam’ı (a.s.) duyduğu halde “ama” mı demişti o da acaba? Ya da “İmam iyi de yanındakiler kötü” diyerek mi aşağılamıştı İmam’ı?

Velhasıl nedir mezhebin değeri? Mezhep midir direnişe yön veren yoksa mektep midir? Bütün dünya şii olsa veya bütün dünya sünni olsa ama bunca zalim yine iktidar olsa razı olacak mıdır Allah (c.c.), Resulullah (s.a.a.) ve İmamlar (a.s.). Şah’ın olduğu dünyada huzur bulacak mıydı kalpler sırf o “şii”ydi diye? İmam Humeyni’nin (r.a.) olmadığı bir dünyada izzet ve şeref zuhur edebilecek miydi? Öyleyse nedir bu mezhep seviciliği? Bu tefrika tellallığı nedendir? Kime hizmet etmektedir? Kimin tahtını korumaktadır, kimin zulmünü yaymaktadır, kimi beslemektedir? “İslam Kal’ası saldırı altında iken o kalenin içindeki evini süsleyenin” mantığı ne kadar kuvvetlidir ki imanı kuvvetli olsun?..

Ve yine sorular uzar gider. Biz uzatmadan diyelim ki kim ki bilerek, tanıyarak ve yaptıklarını haklı bularak sahip olduğu ilme rağmen süfyani’yi sevip sayıyorsa mezhebine bakılmaksızın Allah c.c. O’na lanet etsin. Kim ki bildiği, tanıdığı, hakikatine vakıf olduğu halde İmam’a, İnkılaba, direniş cephesine dil uzatıyorsa, bunların varlıklarına nifakla veya küfürle tehdit oluşturuyorsa, bunların düşmanlarının dostu oluyorsa ve bunlarla aynı safta görünüp düşmana hizmet ediyorsa Allah c.c. ona da lanet etsin. Kim sarayların varlığını onaylıyorsa ve o sarayları ayakta tutuyorsa Allah c.c. ona lanet etsin. Kim geçmişteki zalimleri bugün ki zalimleri kamufle etmek, gizlemek için gündeme taşıyorsa Allah c.c. O’nu da o zalimle haşreylesin. Kim İmam’ın emirlerine karşı “ama”, “fakat” maskesi takıyorsa Allah c.c. O’na lanet etsin. Kim tefrika yaratmak suretiyle ümmetin bölünmesine hizmet ederken mezhebi saikleri gündeme getirip kendini gizlemeye çalışıyorsa Allah c.c. o’na da lanet etsin. Kim selefi vahşileri, ışid gibi canileri sözleriyle besliyorsa ve onlara malzeme veriyorsa veya bunun tam tersini yapıp ı”şii”di ayakta tutuyorsa Allah c.c Ona’da lanet etsin. Belki biraz ağır oldu ama madem ki lanet etmek hakaret değildir ve lanet etmek gereklidir o halde lanet edilmesi gerekenlere biz de lanet edelim dedik.

Son duamız ise Allah c.c. herkesi sevdikleriyle, destekledikleri ile, birlikte oldukları ve varlıklarından rahatsız olmadıkları ile haşreylesin hem bu dünyada hem de ahirette onlardan ayırmasın…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı