İNTİHAR BOMBACILARI…

İlginçtir, bu sayfalarda özelde süfyaniye ve genelde dünyaya egemen olan siyonist şebekeye yönelik attığımız her taş, öncelikle hemen yanıbaşımızda bulunan ve bizden görünen birilerinin başına değmekte, süfyaniye ulaşana kadar bu tiplerin başından sekerek yol almaktadır ki zaten bunların o kahrolası başı da taşın etkisini azaltmak için durmaktadır önümüzde. Bu yüzden süfyaniyi hedef alan tüm taşlarımız, süfyani ne yaparsa yapsın onu meşru gören ve hüsn-ü zan (!) doyasıya zillet aşından beslenenlerin başlarını incitmekte, süfyaniden çıkması gereken ah-u eyvahlar, bu başların sahibinden bizlere yönelik kin ve öfke ile çıkmaktadır.
Bunlar zillet ehli olduklarından ve hayatlarını zillet ile şekillendirdiklerinden, gayet net olarak da olsa bildikleri bütün hakikatleri inkar ederek süfyaniye arka çıkmakta ve onun zulümlerini süsleyerek şeytani yüzünü halkın görmesini engellemektedirler. Bunu da adeta bir müslih edasıyla yapmakta, bizlere öğütler verip kul hakkı yediğimizi iddia etmekte, yaptığımızın ne kadar büyük bir günah olduğunu beyan edip bizleri cehennem azabıyla korkutmaktadırlar. Hele bir de “kelime-i şehadet getirenlere nasıl dil uzatırsınız” diye tutturanlar da vardır ki sormayın gitsin. Tam evlere şenlik bir durumdur yaşadıklarımız. Sanki büyük bir orta oyununun ortasında “ibiş”lerle muhatap olmaktayız ve akla, Kur’an’a ve sünnete dayalı her sözümüz karşı tarafın anlamazlık duvarına çarpıp parçalanmaktadır.
Yetmezmiş gibi ısrarcı olan ve aynı teraneleri hiç bıkmadan tekrarlayan, bozuk nefislerinden çıkan seslerin bozuk plaktan çıkan sesler gibi zihinlerimizi tırmalamasına neden olan böyleleriyle girilecek her türlü tartışma kısır döngü olacağından bizce gereksizdir. Zira bunlar haktan haberdar olmayanlar değil, hakkı batılla karıştırmaya niyetli olanlardır ve bunların bu niyetleri zaten bozmaktadır kendilerini. Deve sürüsüne hendeği atlatmak bunların aklına hitap edip hakikati oraya yerleştirmekten daha zor olacağından, bunlarla vakit harcamak açıkça vakti öldürmektir ki böyle bir cinayete değecek değerleri de yoktur. Bunların yerine halktan, henüz mürekkep yalamadığı için zehirlenmemiş olanlara, gençlere, akıl baliğ olanlara ulaşıp zamanımızı onlara harcamak, gelecek nesillerin bekası için daha mühimdir, daha elzemdir. İşte bu yüzden sırası gelmişken belirtelim ki biz de sitemize yazılan mesajlarda, muhatabımız aynı sözleri tekrar etmeye ve bizim verdiğimiz tek bir cevaba bile dikkat etmeden aynı mevzuları bize yazmaya devam ettiğinde bu mesajlaşmaları anında kesmekte ve bu sayfaların daha fazla kirlenmesine müsaade etmemekteyiz.
Ama yüklendiğimiz misyon gereği okumayı, öğrenmeyi kendine şiar edinmiş olan ve hakkı tanımak için samimane bir şekilde çaba gösteren takipçilerimize, böylelerinin itirazlarına verebilecekleri bazı cevapları sunmak istiyoruz. Çünkü hayatımızın her alanında hepimizin bu tiplerle muhatap olduğumuzu biliyoruz. Aslında daha önceki birçok yazıda bu konulara girmiş, yazıların altına yapılan yorumlarda daha detaylı cevaplar vermiştik. Bu defa hem o cevapları hem de yeni itirazlara yeni cevaplarımızı dile getirerek, üzerimize düşen görevi yerine getirmeyi amaçlıyoruz.
Malumunuz, ilk olarak gelen itiraz “hiç mi iyi bir yanları yok?” itirazıdır ki bu itiraz aslında “kötü” birinden bahsedildiğinin de kabulüdür. Yani demek istemektedirler ki “tamam bu süfyani kötü biri kabul ediyoruz ama hiç mi iyi bir yanı yoktur?” Biz de diyoruz ki sizin de onayladığınız gibi kötü olan süfyaniyi biz sizden bir adım daha öteye götürüp gelmiş, geçmiş ve gelecek bütün kötülüklerin menşei, mebdei, toplamı, sebebi görmekteyiz. Yani kötülük, şeytan ile değil bu süfyani ile vücut bulmuştur ve yayılacak imkana sahip olmuştur. Kötülüğün kamil manada temsili süfyanidir çünkü yeryüzünde bulunan bütün kötülerin dostu ve mazlumların düşmanıdır.
Bu şahıs, şuan şahit olduğumuz bütün zulümlerde parmağı olan, din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin tüm yeryüzü halklarının ezilmesine, sömürülmesine ve vahşice katledilmesine sebep ve destek olan, yeryüzünün en büyük düşmanı siyonizmin varlığını garanti altına almaya çalışan, ilahlığını ilan eden, hatta yarattığı yeni dinin hem ilahı, hem peygamberi hem de velisi olan ve bütün makamları kendine has kılarak zulmündeki şedidliğini ortaya koyan, hakkı batıl ile karıştıran, hak düşmanlarına vatan topraklarını peşkeş çeken, ümmetin vahdetine en büyük darbeyi vuran, kendi saraylarda altın varaklı koltuklarda neticesini dinlendirirken, halkın çöplerden geçimini sağlamasına dahi tahammül edemeyen tarihin daha önce görmediği kötü biridir.
Böyle kötü birinin işlediği(!) herhangi bir iyiliğin değeri olabilir mi? Bize bu şahsın iyi bir yanı olup olmadığını soranlara deriz ki; ömrünü tecavüzle geçirip, onunla meşhur olmuş biri gelip sizin kızınızın başını okşasa ne yapardınız? Yine hüsnü zan gösterir miydiniz? Namusunuzu ona emanet eder miydiniz? Bahsi geçen şahsın iyi yönlerini araştırır mıydınız? Veya biri gelip de size “bu adam tamam tecavüzcü ama şöyle şöyle iyi yönleri de var, korkma namusunu ona emanet et” dese onu kâle alır mıydınız? Kaldı ki bahsettiğimiz kişi yanlışları sadece kendisini ilgilendiren, kendisine zarar veren sıradan bir günahkar değil, yanlışları ile tüm toplumu ifsad eden bir idarecidir ve buna yönelik tüm hüsnü zanlar topluma ihanettir.
“Ama kelime-i şehadet getiriyor, ameller niyetlere göredir” derlerse deriz ki; Ümmet zaten kelime-i şehadet getirenlerden çektiğini o söze düşman olanlardan çekmemiştir. Münafıkların vurduğu darbeyi kafirler bu ümmete vuramamıştır ve zaten İmam Ali (a.s.) hep münafıklarla, hem de alnı secdeden nasır tutmuş münafıklarla mücadele etmiştir. Onların bir tekine dahi acımamış, bir tekinin namazını dahi umursamamıştır. Hele ki idareci sıfatıyla ortalıkta dolaşanların dillerindeki sakız sadece geviş getirmelerine neden olmakta, asla reel hayata etki etmemektedir. Kelime-i şehadet getirenlerin on küsür yıldır hükmettiği topraklarda, içki, fuhuş, kumar, zina vb. haramlar helalleşmiş ve artmışsa, bunların şehadet ettikleri ilah ile bizim iman ettiğimiz Allah c.c. aynı değildir zaten. Ayrıca niyeti halis olanların amelleri bozuk olmaz. Kökü temiz olanın meyvesi de temiz olur. Kökü bozuk olanın meyvesi de bozuk olur. Bu kadar çok bozukluğa ve tahribata şahit oluyorsak bu demektir ki muhatabımız olan süfyaninin niyeti amellerinden belli olmaktadır. Kul hakkı meselesine gelince şunu beyan etmek isteriz ki karşımızdaki düşman Allah’ın (c.c.) kulu olmadığını aksine kendisinin ilah olduğunu eylemleri ve söylemleri ile defaatle ortaya koymuştur. Şeytana lanet etmek kul hakkına girmeyeceği gibi şeytanlaşana lanet etmek ve onun maskesini düşürmek de kul hakkı sayılmayacaktır. Çünkü muhatabımız sıradan bir günahkar değildir.
Bir de geçenlerde bize Hz. Musa’nın (a.s.) Firavun’a gönderilişi hatırlatılmış ve “Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp düşünür veya içi titrer, korkar.” (Taha 44) ayeti ile dilimizin sertliğine eleştiride bulunulmuştu bahsettiğimiz zillet ehli tarafından. Belki kardeşlerimize de böyle bir eleştiri gelebilir diye beyan edelim ki bu ayetin hemen öncesinde “Muhakkak ki o azdı” (Taha 43) buyurulmaktadır. Yani Firavun azmıştır. Sınırı aşmıştır. Bu yüzden uyarılması gerekmektedir. Zaten bizi eleştiren şahıs da muhatabımızın Firavun misali olduğunu kabul etmiş olacak ki “bize niye bu kadar sert yaklaşıyorsunuz, Allah c.c. bile yumuşak söz söyle demiş” demektedir. Doğrudur. Karşımızdaki “azgın” Firavun olsaydı önceleri yumuşak sözle yaklaşmamız gerekebilirdi. Ama muhatabımız Firavunun varlığını sonsuz kez geride bırakacak bir zulmün icracısı olduğu için bu ayetin muhatabı olduğunu zannetmiyoruz. Neden mi?
Çünkü Firavun kafirdi, Allah’ı c.c. tanımamaktaydı. O’na Allah’ın (c.c.) tanıtılması ve zulmünden vazgeçirilmesi gerekmekteydi. Ama bizim muhatabımız olan süfyani, Allah’ı (c.c.) gayet iyi tanımakta, Kur’an’ı ezbere okumakta, “Ya Allah, Bismillah” demekte, mitinglerinde Kur’anı kaldırmaktadır. Yani Firavun’un kafirliğinin kat be kat fazlasıyla münafıklığın ustasıdır kendisi. Ve Kur’an’da münafıklara yönelik bir tek şefkatli ayet dahi bulunmamaktadır. Zaten süfyaniye gidip Allah’ı (c.c.) hatırlatmaya çalışmak, şeytanın karşısına geçip Allah’tan (c.c.) bahs açmak gibi olacaktır ki şeytan zaten bizden daha fazla ve aynel yakin olarak Allah’ın (c.c.) varlığını bilmekte ve O’nu (c.c.) tanımaktadır. Şeytan, O’nun (c.c.) dergahından kovulmuştur zaten. Bu yüzden süfyaniye Allah (c.c.) hakkında verilecek herhangi bir öğüt kâr etmeyecektir. Bildiklerini tekrardan başka bir mana ifade etmeyecektir çünkü. Zira şeytanı makamından eden cehaleti değil, kibri, inadı, kinidir. Tıpkı süfyani gibi. Hem ayetlerde belirtildiğine göre Hz. Musa (a.s.) saraya gidebilmiş ve Firavunla muhatap olabilmiştir. Bizi eleştiren şahsa deriz ki acaba siz süfyaninin sarayına yaklaşabilir misiniz? Veya onunla yanyana gelebilir misiniz? Konvoyu geçerken kendisine öfkeyle baktıkları için gençleri tutuklatan biri sizce sizi muhatap kabul eder mi? Yani ayetin içeriği gereğince de süfyani Firavundan beter değil mi?
Aslında bir çok fitne ve fitne yayıcısının bulunduğu ve bunların da bizlerle yumuşak bir savaşa giriştikleri bu demlerde, her fitneyi Allah’ın (c.c.) izniyle ortadan kaldırmaya mektebin gücü yeter. Zira bu mektebin başında çağın Ali’si vardır ve münafıkların kaderinde yine Ali’nin kılıcı ile yok olmak yazmaktadır. Biz de yeri ve zamanı geldiğinde bunlara değinecek ve bu fitneleri etkisizleştirmeye çalışacağız. Çünkü fitne yayıcıları intihar bombacıları gibi ortalıkta dolaşmakta, kendilerinin imanını uçurup yok ettikleri gibi halkın imanını da ortadan kaldırmaya gayret etmektedirler.
Hiçbir yazımızda herhangi bir mezhebi övmediğimiz veya kötülemediğimiz halde bize “şii” olduğunu söyleyip süfyaniyi göklere çıkaran ve bu yazımızı yazmamıza vesile olan şahıs gibi, bu tiplerin imanı da aklı da çoktan havaya uçup gitmiştir ve “bunlar şiilerden de beter” diyerek “şii”lere hakaret eden ve kendiyle paralel olarak hareket eden yapıyı kullanıp fitne yaymaya çalışan süfyaniyi utanmadan savunan bu şahıs ve benzerleri zillet çukurunda çoktan boğulmuşlardır. Oysa bize göre mezhep te mektep te “heyhat minezzelleh” ile özetlenmiştir…
siyasetmektebi.com