Kur'ani SiyasetSon Yazılar

İNSANLIK TARİHİ İMTİHAN TARİHİDİR…

Önce şeytanla başladı imtihanımız. Hani o ibadetleri ile yüce dergaha çıkacak kadar kendini kemale erdiren şeytanla. Melekler ile aynı safta duran, nurani bir yapısı olmasa da içinde yanan ateşin aydınlığının arkasına belki de kendisinin dahi haberi olmadan kibrini, nefretini, enaniyetini gizlemeyi başararak(!) cennette arz-ı endam eden şeytanla başladı imtihanımız. Ki aslında bizim varoluşumuz da onun imtihanı olmuştu. Yaratılanların en üstünü bilirken kendini, ne idüğü belirsiz bir avuç toprağa secde emrinin gelmesiyle alt üst olmuştu dünyası. Şeytan, en büyük imtihanını verirken ( ya da veremezken) insanın en büyük imtihanı olmaya karar vermişti. Kendisini cennetten cehenneme  götüren vesilenin cennetten cehenneme vasıl olması için yanıp tutuşmaya başlamıştı ki yanmak özünde vardı artık yakma da o özün bir parçası oluvermişti.

Önce şirin göründü, “ben sizin hayrınızı istemekteyim”(Araf 21) dedi düşmanına karşı teyakkuzda olan insana yaklaşırken ve bunun için çokça dil döktü. Çok ikna edici konuşuyordu. Deliller sunuyordu. Sınırlara hapsolmanın gereksizliğini dile getirip özgürlüğü(!) kutsuyordu. “Keyfe kafi gelen helal dairesini” kölelik olarak tanımlayıp aslında hiç “lüzum olmayan harama” uzanmanın “kendini bulma, kendini gerçekleştirme ve özgüven” olduğunu anlatıyordu. Ta ki insan ona aldanıp yoldan çıkana kadar. O anda ” Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım demişti.”(Haşr 16) ve haklıydı da. Şeytanın vesveseden başka hiçbir gücü yoktu. Allah’ı c.c. iyi tanıyor ve O’ndan c.c. gerçekten korkuyordu. Ama Allah’tan c.c. korktuğu kadar da insandan nefret ediyordu. Bu yüzden her daim sağında, solunda, önünde, arkasında dolanıyor, ruhuna, zihnine sızabilmek için bir gedik arıyordu. Bulduğunda da onu kendi düştüğü çukura düşürüyordu. İnsan, düşmanı olan şeytana kulak astığı anda cennetten kovuluyordu. Bu durum artık insanın kaderiydi. Ne zaman şeytana uysa o zaman cenneti cehenneme dönüşüyordu. Nimetler haramlaşıyordu, şükürler isyan oluyordu.

İşte böyle olunca da bir zaman sonra cennet, yerini kendine nisbetle cehennem olan dünyaya terketmişti artık. Şeytan işini bizatihi yapmıyor, kardeşlerden ayarttığı biri eliyle sürdürmeye çalışıyordu düşmanlığını. Kabil oluyordu Habil karşısında. Hak karşısında batıl olduğu gibi. Ve yine kıskançlık, haset, kibir ve bencillik ile bileyliyordu öfkesini. Habil’in her hareketi dokunuyordu kendisine. Varlığı, kendi varlığının üzerine çökmüş bir kabus gibiydi. Aynı babadan, aynı kökten, aynı özden olmalarına karşı birinin yüreği ateşin yakıcılığıyla yakıyordu her yeri, diğeri verimli bir toprak parçası gibi bütün hayırların zemini oluvermişti. Biri yok etmeden huzura(!) eremeyecekti, diğeri yok olsa da ilk kanı dökmeyecek, hak için kurban olmaya hazır olacaktı. Ve nefsi şeytanın oyuncağı olan, düşmanının yol göstermesiyle kardeşinin canına kıydı. Yeryüzü akan ilk kanı çekerken sinesine bunun büyük bir savaşın ilk kıvılcımı olduğunu anlamıştı. İlk kurbanın kanı sonraki “zıbh-i azimlerin” kanını bekliyordu artık. Ve artık yeni bir savaş, yeni bir mücadele başlamıştı. Şeytanın sirayet ettiği kabiloğulları ile, hakkın tecessüm ettiği habiloğulları cennet ve cehennem ehlinin tesbit edildiği meydanda birbirlerinin imtihanı oluyorlardı.

Mesela biri Nuh a.s. oluyordu bir zaman diğerleri O’nunla a.s. alay eden kavmi. Tufanın geldiğine iman etmedikleri gibi, öleceklerini de unutturuveriyordu şeytan kendilerine. Kendi kavimlerinden saygın birinin kendi başına gemi yapmasına dahi tahammülleri yoktu. Oysa o gemi onların da kurtuluşuna vesile olacaktı. En azından kendilerine bir zararı yoktu. Ya dalga geçiyorlar, ya işi baltalamak istiyorlardı. “Alay ettikleri gibi kendileriyle alay edilecek günün geleceğini”(Hud 38) düşünemiyorlardı. Ve o gün geldiğinde kesildi sesleri. Başka bir gün Ad kavmi oluyor, saraylarıyla, sütunlarıyla itibarlarını ortaya koyarken Hud’u a.s. dinlemiyorlardı. Azgınlık karakterleri olmuştu ve esen bir yel ile yeryüzü onlardan temizlenmişti. Sonra Semud kavmiyle imtihan ediliyorduk. Allah’ın emanetine sahip çıksınlar diye Salih’in a.s. uyardığı kavmi bu uyarıya kulak tıkayınca kulakları sağır eden bir sayhayla silindiler yeryüzünden.

Ama ıslah olmuyordu ruhunu şeytana kaptıranlar. Türlü habasetler içinde belki de en çirkinini Lut a.s. döneminde gerçekleştirip yerle bir edildikleri, Şuayb a.s. döneminde tartıda  hile yaptıkları için ortadan kaldırıldıkları halde Nemrut oluverip zulmün tepesine yerleşebiliyorlardı. Kendi elleriyle putlar dikip “insan” kalabilenleri bu putlara tapmaya zorluyorlardı. Karşılarına bir İbrahim a.s. çıkınca kibrin doruğuna çıkıp ilahlaşıyorlar “dilediğimi öldürür, dilediğimi yaşatırım” diyerek yaktıkları devasa ateşlerde bir bedeni bile yakmaya kadir olmadıklarını gördükleri halde ıslah olmuyorlardı. Çünkü kibir, zalimlerin şeytandan aldıkları en değerli mirastı. Şeytan aşağılık olduğu ölçüde ele geçirdiğinin kalbine kibri yerleştiriyordu. Böyle olunca da topal bir sivrisinekle ibret-i alem olsun diye helak ediliyorlardı. “Sağlam kalelerinin arkasına sığınsalar da ölüm gelip onları buluyor” (Nisa 78), zelil bir şekilde cehenneme yuvarlanıyorlardı. Ama imtihanımız bitmek bilmiyordu. bir zalim gidince yerine diğeri geliyordu. Nemrut yok oluyor fakat Firavun doğuyordu. Elbette ki İbrahim a.s. gidince de Musa a.s. geliyordu. İlk işi nesle saldırmak olan ve erkek çocukları katlederek ömrünü uzatmaya çalışan Firavun, “kurduğu tuzağa karşı tuzak kurup onun tuzağını bozan” Allah’ın c.c. planı dahilinde Musa’nın a.s. sağ salim büyümesine vesile oluyordu. Onca mucizeye rağmen iman etmeyince Kızıldeniz ile yeryüzü temizleniyordu.

Gel zaman git zaman Bu mücadele Resulullah’ın s.a.a. yeryüzüne teşrifi ile nihai aşamasına giriyordu. Ebu Sufyan, Ebu Cehil vs. olarak tezahür eden küfür ve nifak cephesi, Resulullah’ın s.a.a nuru karşısında çaresizlik içinde teslim olunca, Emevi kılığında Ehl-i Beyt’in a.s. karşısına dikiliyor, Habil’den bu yana hakkın kurbanlarına bağrını açan yeryüzü gelmiş geçmiş en değerli kurbana ev sahipliği yapıyor, akan o mübarek kan nice uykuyu bölüyor, nice ölüyü diriltip, nice rüyayı kabusa çeviriyordu. Ve hak batıl savaşının, imtihan dünyasının tam ortasına öyle bir tohum ekiyordu ki 1300 yıl sonra batıl belini doğrultamayacak şekilde darbe alıyordu. Daha sonraları “bizim zamanımız” ve “bizim adamımız” olmadığı halde bizim adımıza ortaya çıkanların zulmüyle devam ediyordu imtihanımız. Bunlar bizim intikamımızı(!) düşmanlarımızdan alırken şehit ediyorlardı bizi. Bize ait olana, bizim adımıza sahip çıkıp bizi ondan mahrum bırakıyorlardı. Saraylar varlığını devam ettiriyor, zalimler zulümleriyle ibadetlerini eda ediyorlardı. Alınlar ayna karşısında secdeden nasır tutuyordu. Kur’an, işret meclislerinden sonra temizliyordu günahları. Gül kokusu serpiliyordu şarap sofralarına, kıbleye dönerek işleniyordu her türlü cürüm. Kurban bayramlarında tekbirlerle kesiliyordu mazlumların boğazları ve etleri ile besleniyordu akbabalar.

Velhasıl insan yaratılalı beri imtihan içindeydi. İnsanlık tarihi imtihan tarihiydi. Böyle olmayabilirdi elbette. “İşittik ve iman ettik” demek gereken yerde “işittik ve isyan ettik” denmeseydi, dünya, cenneti teneffüs ettiğimiz nimetler yurdu olabilirdi. Ama olmadı. Bugün de değil. Çünkü bütün kavimlerin helak oldukları her bir günahın ve şeytan dahil her devrin en büyük zalimlerinin aynı anda ve tek bir şahısta müşahhaslaşığı bir dönemde imtihan, sabredip, hakla batılı ayırt edebilen ve hakkın safında ne olursa olsun kalabilenler ile savrulup gidenlerin ortaya çıkması için elzemdir. Anlayacağınız insanoğlu yaratılalı beri böyle bir zaman gelmemiştir. Küfrün, zulmün, nifağın bu denli birleşip saldırdığı bir zaman dilimi daha yaşanmamıştır. Ve aynı zaman da hakkın da bu denli güçlü olarak neşv-u nema bulduğu bir dönem yaşanmamıştır.

İmtihanın zorluğu veya kolaylığı bizim elimizdedir. İmtihandan kaçış yoktur ama o imtihandan alnımızın akıyla çıkış yolu bellidir. İmam ve İnkılap meydandadır. Hak ile batıl ortadadır. “Evde kalıp” bu imtihandan kurtulma imkanımız yoktur. Çünkü “andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele”(Bakara 155) ayeti ile kaçınılmaz olan bize bildirilmiş ve sabretmemiz emredilmiştir. Ve bizce bu imtihandan geçmenin en önemli kurallarından biri şeytanın ve çocuklarının sizinle aynı dili kullanabileceğini, aynı dine iman ettiklerini beyan edebileceklerini, aynı kıbleye döneceklerini ama sizin gibi yaşamaya sabredemeyeceklerini, sizin çektiklerinize ah-u vah edip asla o sıkıntıları çekmeye yanaşmayacaklarını bilmenizdir…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı