İNSANLARIN ÇOĞU…

Ne çok insan var sıraya girmiş olan Firavunun tahtını omuzlarında taşımak için. Ne çok hayat var düşmanlarına adanmış olan ve düşmanları uğruna kendilerinden vazgeçilen. Ne çok dil var başkasına ait olan ve ne çok göz var perdelere hapsolan. Maddenin ülkesinde çokluğa tapmaya alışmış olanların ürettiği ne çok put var hayat bahçelerini süsleyen ve zakkum misali acı meyveler sunan. Mânâdan sıyrılmış vicdanların inşa ettiği ne çok mana var anlamını yitiren. Anlamsızlığın diyarında çürüyen ne çok hakikat var yalnız bırakılmış olan. Ve ne çok müşrik var tevhidi anlatan zalimlerin yüklediği anlam ile ki o tevhid şirkin zeminidir artık. Kulaklar ninnilerin esiridir de ne çok ninni vardır hayalleri uslu kılan. Sükut altındır deyip kendi çokça konuşan ne çok tatlı dilli vardır sözleri zehir kokan.
Bunca çoktan dolayı tek iken hakikat, türemiştir bir çok batıl. Bir çok yol sunulmuştur tek yolda giderken insanoğluna yine insan gibi görünen şeytanlar tarafından. Tekamülü sekteye uğrasın, yönü tersine dönsün diye yolunun başına oturmuştur şeytan. Sağdan soldan önden arkadan fısıldadıkça yasak meyveyi, tamah neşv-u nema bulmuştur gönlünde insanın. Dosttur dili şeytanın. ‘Beraber yürür bu yollarda’ uçurumun başına gelene kadar ve sonra iter yakıtı insanlar ve taşlar olan çukurdaki ateşin içine. Ve harlanır ateş inatla, taasupla, nifakla ve küfürle de yanar arz-u sema . Yanar ciğerler, içlerine çektikleri cehaletin çokluğundan ve nefisler saltanat sürer beden saraylarında. Bir devrandır ki şeytan “ak”lanmıştır. “Karanlıkta karaya “ak” diyenler “çoğalmıştır. Bir devran ki hakkın hakkı çoğunluğa devredilmiştir, hakk çoğunluk ile hizaya çekilmiştir. Bir devran ki haktan yana olmak “kor ateşi elde tutmaktan zorlaşmıştır”.
Böyle bir devranda ve “Allah’ı unuttukları için Allah’ın kendilerine kendilerini unutturdukları”(Haşr 19) insancıklar dünyasında, cüceler devleşirken çokluğun sırtına çıkıp, “yoldan çıkmış çoğunluğun”(Maide 49) alkışları inletir asumanı. Düşünmekten imtina edenlerin kendileri için düşünenlere meylettiği asırlarda “asra andolsun ki insan hüsrandadır”(Asr 1-2). Bu yüzden çoğu ne halde olduğunu bilmeden hallerinden memnun cennet rüyaları görürler izledikleri suni yaşamların etkisiyle ve bu yüzden çoğu “zanna uyarlar”(Yunus 36) hakk zannederek ama o zan hannasın telkinlerinden başkası değildir elbet. Zulme emanet edilen bilinçler şekillendirilirken nifak ile, “Allah’ın ayetlerinden habersiz olan çoğunluğun”(Yunus 92) ruhu bile duymaz çalınan imanlarının batıla hizmet ettiğini. Secdeler ve dualar süsler nifaktan arta kalan ömürlerini. Kıble diye saraya yönelenlerin ihlası giryan eder mazlumun gözlerini. Ki hakkı çalınanın hakkını aramayanlardır, hak hırsızlarının elleri.
İnsanların “çoğu yalancıdır”(Şuara 223) doğruyu söylemenin cesaret gerektirdiği devirlerde. Kovmak kolaydır doğru sözlüleri köylerden, o köyleri terketmekten. Kovulmak onursa da yalanın toprağa ekildiği yerlerde, yalancıya yaranmak daha kolaydır her demde. Cesaretten kime ne. Onur zaten sürülmüştür çokluğun diyarından. İman taklit edilmiştir, aslı ise tenkit edilip derdest olmuştur nifağın zindanında. Kim ki isyan eder tuğyana sarsar kurulu düzenini dünya nimetlerine bağlananların, ki bundandır “çoğu gerçeklerden hoşlanmaz”(Zuhruf 78) sarılır yalanlara. Meydanlar dolar taşar mücessem şeytanın ardından yürüyenlerce ve meydanlar yalan dolan mekanlar olur, kürsüye süfyan geçince. Ki süfyandır yalanın tarihini iyi bilen ve süfyandır yalanın atasözlerini türeten. Atalar dininin sözleridir kalplere renk veren, bu hakikattir “çoğunu Kur’andan yüz çevirten”(Fussilet 4).
“Çoğu cehennem için yaratılmış insanlardan”(A’raf 179) pek azı geçer kızıldenizi ve pek azı dinler Talut’u ve içmez bir avuçtan fazla dünya nimetlerinden. Bu imtihanlar dünyasında “pek az insandan başkasında hep ihanettir”(Maide 13) kendini gösteren. Anlatsan da anlatmasan da onlar için birdir ve onlar sayılarının çokluğunu şahit gösterirler haklılıklarına. Oysa “pek azı dışında hepsi şeytana uymuştur”(Nisa 83) da güzel gösterilmiştir inkar onlara. Az bir pahaya satanlar imanlarını çokluğa kurban ederler onurlarını. Ve ne kadar çoktur bu halde arz-ı endam edenler ve “ne kadar azdır iman edip salih amellerde bulunanlar”(Sâd 24).
Bu çoklar dünyasında hep az olmuştur haklılar. Hak hep azınlıktır zulmün revaçta olduğu toplumlarda. Hak gurbettedir sıla zalimin elinde olunca. Hak yalnızdır Rebeze’de yeşil saraylara karşı çıkınca. Hak onbinlerin karşısında yetmiş ikidir Kerbela’da. Hak milyarların olduğu alemde milyonların kıyamıdır. Hak ağırdır çünkü. Kurt girmiş bünye taşıyamaz onu. Hak sorumluluk gerektirir, cananı tanımayı gerektirir ve canı satmayı gerektirir fedakarlık pazarında. Hak, aşık ister kurban etmek için. Hak Mecnun yaratır iman çöllerinde dolaşan ve Leylasını arayan. Hak dağları deldirir, Yusufa erdirir, hak kendinden geçirir ve kendine getirir. Hak, şuurdur, bilinçtir, uyanıklıktır ölüm diyarında. Hak, diriliş ve direniştir kuşanarak izzeti, hak terkediştir heyhat! diyerek zilleti. Hak, kanını dökerek uyandırmaktır ümmeti. Hak, saray yıkmaktır inlerken halk ve hak halk anlamasa da hakkı haykırmaktır hakka sığınarak.
Bu yüzden karşımıza çıkıp “siz bunca insandan daha mı iyi biliyorsunuz?” diyecek kadar ilim sahibi olanlardan, cumhurdan ve başından dem vuranlardan, seçilmiş diye Yezid’i yere göğe sığdıramayanlardan farklı düşünmekteyiz. Kemiyetin rengi gözlerini boyamış olanların o kemiyetin içine girme çabalarını kabullenmiyoruz. Biliyoruz ki bizim bildiğimiz hakikatleri onlarda bilmekte elbet ama “pek azımız hariç bu yoldan dönüldüğünü”(Bakara 83) de biliyoruz. Nice saray düşkünü ilim ehli olduğunu ve saray sofralarının, ilmini saraylara peşkeş çekenler tarafından doldurulduğunu da biliyoruz, türlü bahaneler mucitlerinin en temel bahanelerinin çokluk olduğunu da. Zulmün iktidarında temiz kalamayanların zalimlerin peşi sıra gittikleri bir çağda temiz kalmanın Buda’nın deyimiyle “sular ülkesinde ada olmak” ile eşdeğer olduğunu da biliyoruz ki tüm dikkatleri bu yüzden üzerimize çekiyoruz.
Zulmün kalıpçıları tarafından kalıptan kalıba sokulanların, saf ve duru halini koruyanların farklı görünümlerini neden eleştirdiklerinin farkındayız. Zira batıl ancak hakkın bulunmadığı yerlerde gün yüzüne çıkar ve gün ancak o zaman geceye döner. Ama hak güneştir ve hem gece hem de zemheri titrer hakkın karşısında. Hak açar gözleri ve eritir buzları kan akar tekrar damarlardan. Batılın foyası ortaya çıkar ve batıl yok olur hak var olunca. Bu işin kaderinde vardır bu. Hangi saray sahibi ayakta kalmıştır hangi zalim sonsuz yaşamıştır? Söyleyin hangi mütekebbiri korumuştur Azrail’den (a.s.) halkın özgür iradesi(!)? Güce tapanların dayanağıdır çokluk ve güç kaynağıdır kibirlerinin ama güç onu yaratanın karşısında tevazu ehlidir. O yüzden güç, Mutlak gücün karşısındaki acizliktir ama bilmezler.
Güç sahibi(!) olan ve bizi açlıkla korkutan şeytanın askerleri çıkıp karşımıza “size karşı insanlar toplandılar, artık onlardan korkun’ derler de bu bizim imanımızı arttırır. Ve sözümüz Allah bize yeter O ne güzel vekil olur”(Al-i İmran 173) Biz Ramazan ayının ve Kerbelanın tedrisatından geçmişleriz. Biz hep az ile temsil edilmiş dinin müminleriyiz. Biz tek başına aleme nizam veren Peygamberin (s.a.a.) ve her daim mazlumiyet ile zulme meydan okuyan Ehl-i beytin (a.s.) takipçileriyiz. Biz Süreyya’yı boşaltan ve iki güce de meydan okuyan İmam’ın (r.a.) ve azgınlaşıp haddi aşanların “çenelerini kıracak olan” Rehberin öğrencileriyiz. Vesvese ehli olan şeytanın askerlerinin fısıldamaları etkilemez bizleri. Çünkü “insanların çoğuna uyacak olursak bizi Allah’ın yolundan saptıracaklarını”(En’am 116) bilenleriz. Ve biz “çok sayıdaki topluluğu her daim yenen az sayıdaki topluluğuz.”(Bakara 249)
siyasetmektebi.com