ÖnderlerimizSon Yazılar

İMAMIMIZ, İMAM HUMEYNİ (R.A.)…

kutsiyetpenah

Herkesin, inancını temsil edip onu ihya ettiği ve korumaya çalıştığı için bir ‘imamı’nın olması doğaldır. Bu makama layık görülen kişi kendisini yine bu makama layık gören kişilerin sığınağı ve gittikleri yolun rehberidir. Kim hangi dine ve ideolojiye inanıyorsa doğal olarak önder ve rehber olarak o dinin en üst makamını bu hitapla çağırabilecektir. ‘Siyonist olmak için Yahudi olmaya gerek olmadığından’, hangi dinin etiketini taşırsa taşısın siyonizme gönül verenlerin imamı ve ‘kudsiyetpenahı’, som altından tahtında oturarak halka vaaz veren siyonist ‘Papa’dır. Ki zaten O’nun izinden gidenler ancak binlerce odalı saraylar inşa edip O’na bu sarayları kutsatabilmişlerdir. Ve ‘Papa’ya ‘kudsiyetpenah’ makamını layık görenlerin sofrası sadece o makama aykırı hareket etmeyeceklerin uğrak yeridir.

Peki zulmün ve küfrün hayasızlıkla işbirliği yapıp tüm alemi ele geçirmeye çalıştığı bir dönemde, geçmişinden ve değerlerinden koparıldığı için bunca fitne yağmuruna tutulan ve sığınacak bir mekan arayan bizlerin hakka ulaşmak için takip edeceğimiz ve kutsallarımızı koruduğunu ve ihya ettiğini beyan edeceğimiz ‘İmamımız’ kimdir? Ümitlerin tükendiği bir anda bizlere nuru sunan kimdir? Süreyya’da bulunan dini sürgünden kurtaran kimdir? Kimdir içimizde yaşayıp da hakkı temsil ederken bizden daha fazla zulme maruz kalsa da yolundan dönmeyen ve kimdir en ağır imtihanlarda bile bir an olsun sarsılmadan hedefine odaklandığı için zaferi, ilahi bir nimet olarak hem tadan hem de bize tattıran? Kimdir Kerbela mülkünün sahibi ve aşura gününün meyvesi? Tertemiz ve pak neslin kökü olduğu ağacın, üzerine titreyerek koruduğu ve yetiştirip bizlere sunduğu cennet meyvesi kimdir?

Daha yirmi yedi yaşındayken ‘Misbah-ul Hidaye’ kitabını yazacak kadar hikmet ve irfan ehli olduğunu ispatlayan, kimsenin zulme karşı sesi çıkmazken bile genç yaşlarından itibaren ‘De ki: ‘Size bir tek öğüt veriyorum: “Allah için ikişer ikişer ve teker teker kıyam etmeniz, sonra düşünmeniz.'(Sebe 46) ayetini ön plana çıkararak zulme karşı olan kinini ve planlarını ortaya koyan, ömrü mücadeleler, sürgünler ve zulümler ile dolsa bile sürekli Allah’ı (c.c.) andığı için huzur dolu bir kalbe sahip olan (Ra’d 28) bakışı hem şefkat, hem korku hem de haşmetin ifadesi olan, sözleri hak dolu yüreğinden türediği için gönüllere anında saltanat kuran ve kalplerde yerleşik bulunan dünya sevgisini söküp atan İmam Humeyni (r.a.) hak cephesinin bağlılarının ilelebet ‘imamıdır’.

Böyle bir ‘insanı’ anlatmaya kalemin gücü yetmese de safların netleşmesine yardım etmek ve her cephenin kendi önderini tanımasına katkı sunmak boynumuzun borcudur. Zira Bel’amların ve onların işverenleri olana sufyanilerin boş bulup cirit attıkları meydanlarda, hakkı bulamadıkları için kendilerini yetim ve öksüz hisseden mazlumlara kurtuluş reçetesi olarak hak yolunun rehberlerinin hayatlarının sunulması, çaresizlik zindanının mahpuslarının zihinlerine ve kalplerine vurulmuş zincirlerin sökülüp atılmasına ve ikişer ikişer ve teker teker kıyam edip zulmün temellerini sarsmalarına hizmet edecektir. Ve böyle kıyamlar ancak kıyam ruhunu canlandıranların hatıraları yad edildikçe gündeme gelebilecektir.

İmam Humeyn’yi (r.a.) anlayabilmek için aslında İslam’ı ve Resulullah’ı (s.a.a.) anlamış olmak gerekir diye düşünmekteyiz. Zira Resulullah’ın (s.a.a.) ve İmam Ali ve Hz. Zehra’nın (s.a.) torunu olan İmam (r.a.), bütün özellikleri itibariyle cedlerinin bugüne yansımasıdır ve Onlar’ın (a.s.) da tanınmasının yegane yoludur. Yani Resulullah’ı (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt’i (a.s.) idrak edebilmek için İmam’ı (r.a.), İmam’ı (r.a.) idrak edebilmek için ise Resulullah’ı (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt’i (a.s.) tanımak şarttır. İmam’ın(r.a) hayatına baktığımızda sanki zamanın durduğunu ve bizatihi Resulullah’ın (s.a.a.) sünnetinin tekrar mücessem hale geldiğini müşahade etmekteyiz. Gidilen yol ve kullanılan metod aynı olduğundan, elde edilen netice de aynı olmuş ve ilahi vaad olan zafer, dede (s.a.a.) ve torununa (r.a.) sunulmuştur. Bu zafer, mekan ve zamandan öte metod ve inançla ilgili olduğu için tüm çağlarda ki bütün mazlumlara da içine düştükleri karanlıkta yol gösterecek ışık konumundadır.

Mekke döneminde hiçbir şekilde silaha başvurmayan ve başvurulmasına müsaade etmeyen Resulullah (s.a.a.) gibi, İmam Humeyni’de (r.a.) devrim sürecinde silahlı mücadeleye müsaade etmemiş, halkın yılmadan ve geri çekilmeden meydanları doldurmasının sonucunda zalimlerin ya intihar edeceklerini ya da kaçacaklarını beyan ederek metodun kan dökme değil kanının dökülmesine razı olma metodu olduğunu ortaya koymuştur. Devlet kurulduğu andan itibaren ise yine Ceddi (s.a.a.) gibi dış düşmana karşı meydanda bulunmaktan çekinmemiş ve tüm dünyanın İslam İnkılabına karşı yürüttüğü 8 yıllık savaşta en mükemmel komutanlık örneğini sunmuştur.

İmam Ali (a.s.) gibi bir kahramanın ‘biz savaşın şiddetlendiği anlarda Resulullah’a (s.a.a.) sığınırdık’ dediği gibi çağın Ali’si de en zor zamanlarda İmam’a (r.a.) sığındıklarını belirterek İmam’ın (r.a.) bu çağda kimi manen temsil ettiğini beyan etmiştir aslında. Şahı yıktıktan sonra bile O’nun saraylarından birinde oturmayıp kiralık bir kerpiç evi kendine mesken edinen ve dönemin süper güçlerinin elçilerini bile odasındaki eski üç kişilik kanepede dört kişi oturtarak ağırlayan İmam (r.a.), karşısındaki kadının kendisinin heybetinden titrediğini farkedip ‘ben de senin gibi kuru ekmek yiyen kureyşli bir kadının oğluyum’ diyen ve sırtında, yattığı hasırın izleri bulunan Ceddi’nin (s.a.a.) dininin ihya edicisi olduğunu ispatlamıştır.

Hendek kazarken ve Müslümanlar daha müşriklerin saldırılarından dahi korkarken her vurduğu kazma darbesinden sonra tekbir getirerek Kayser ve Kisra saraylarının ümmetin eliyle fetholunacağını vaad eden ve ümidi en zor zamanlarda dahi imanın gereği olarak müminlerin ruhuna işleyen Resulullah’ın (s.a.a.) torunu olan İmam (r.a.), Fevziye medresesi basılıp onca şehit verildiği dönemde bile talebelerine hitaben ‘Onlar gidecekler ve siz kalacaksınız. Direnin, onlar batıldır’ buyurarak Dedesinin (s.a.a.) her türlü mirasının da varisi olduğunu belli etmiştir. Yakınlarında bulunan Ensari Kirmani’nin anlattığı hatırasında İmam’ın (r.a.) Irak’ta sürgündeyken oğlu Mustafa Humeyni’nin (r.a.) şehit edildiği gün, yanına gidip teselli vermek istediği anda, İmam’ın (r.a.) bir gün önce kendisine verdiği görevi sorması üzerine şaşırdığını belirtmesi bile İmam’ın (r.a.) hak yolunda en değerli varlıklarını dahi feda etmekten bir an olsun çekinmediğine ve İmam’ın (r.a.) hakkı hakim kılma hedefinden yaşadığı kayıplara rağmen dönmediğini ispata yetecek örnektir. Öyle bir sorumluluk bilinci İmam’ın (r.a.) hücrelerine işlemiştir ki kendisine nasıl başarılı olduğu sorulduğunda ‘ben ne zaman bir şeyin vazife olduğu hissetsem onu yaptım, Allah’ın (c.c.) kendisi işimi düzeltti’ diyerek, vazifeyi tam olarak yerine getirmenin aslolduğunu, sonucun Allah’a (c.c.) ait olduğunu bizlere öğretmiştir. Hatta Paris’te sürgündeyken ‘başarılı olacağınıza inanıyor musunuz’ diye soranlara ‘biz şu anda galibiz’ buyurarak, görevini yapmış olduğundan dolayı yaşadığı itminanı dile getirmiştir.

Ömrü sürgünlerde geçen ve batıl cephesiyle sürekli mücadele eden İmam (r.a.), sadece mücahid değil, aynı zamanda muvahhid, müceddid, muhlis, muttaki, hikmet ve irfan ehlidir de. Devrim yapmış olsa da evine gelen misafirlerine onca yaşına rağmen hizmet etmek için çay götürmesi, her gün muhakkak Kur’an okuması, hasta yatağında bile kollarında serum takılıyken gece namazını terketmemesi, yüzünde ruhsal dinginliğin ve huzurun hissedilmesi, ‘razı olunmuş olarak Rabbine dönmesinin'(Fecr 28) nedenidir. Böyle bir liderin zaferler elde etmesi doğaldır. Çünkü nefsinin büyük şeytanını yenenlerin dışarıdaki büyük şeytanı mağlup etmeleri kaçınılmazdır. Ömürlerindeki yegane ‘ay’ Ramazan olduğu için şeytanları zincirleyebilenlerin, seyahat ettikleri arz Kerbela ve yaşadıkları gün Aşura olmaktadır her daim. Böyle olunca da hayatları, kıyamla anlam kazanan namazlara dönüşmekte ve miraca çıktıkları için yeryüzünün nimetleri değersiz kalmaktadır onlar için.

Oysa ömürlerini zulme itaat etmeye ve dünyalarını ihya etmeye harcayanların ruhları asla huzur bulmayacaktır. Kendilerini hak cephesine alternatif olarak sunanların yaşantıları bunu zaten yalanlamaktadır ve ruh halleri de bunu ispatlamaktadır. Ne sarayları ne de kucağına oturup habire övdükleri şeytanları onlara huzur veremeyecektir. Kendilerini haşa İmam’la(r.a.) bir tutanların ve hiçbir gerekçe yokken gittikleri ana vatanlarını İmam’ın (r.a.) sürgünlerine benzetenlerin misali Müseylemet’ül Kezzap gibidir. Ki o da kendini peygamber ilan ettikten sonra önce namazı sonra zekatı kaldırıp İslam’a neden muhalif olduğunu ve ne için yaşadığını belli etmiştir. Tıpkı İmam’a (r.a.) dil uzatan ve türlü yalanlarla İmam’ın (r.a.) varlığının mahiyetini halkların kavramasının önüne geçmek isteyenlerin, İmam’ın (r.a.) bütün ömrü boyunca hayatına aksettirdiği yaşam tarzının yakınına bile yaklaşamamaları gibi. Hizmet ettikleri küfrün dengesini bozan ve saltanatını yıkan İmam’ın (r.a.) kıyamını, o küfürle işbirliği yapıyor gibi sunanların bu çaresiz çırpınışları da son bulacaktır. Zira Resulullah’ın (s.a.a.) İmam Ali’yi (a.s.) ümmete vasiyet etmesi gibi İmam’da (r.a.) çağın Ali’sini ümmete vasiyet etmiştir. Ve çağın Ali’si de Ceddi (a.s.) gibi hakla batılı ayıran yar olmuştur bizim için. Batıl, Ali’ye düşmanlıkla kendini belli etmiştir. Ve batıl Ali’nin darbesiyle yok olacaktır.

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı