İFLAH OLMAZ TİPLER GEÇİDİ…

Meğerse basiretsizlik gelmiş geçmiş en tehlikeli virüsmüş ve sözle, sohbetle yayıldığı için ağzı olanın konuştuğu bir coğrafyada bu salgının önüne geçmek imkansızmış bunu bir daha öğrendik. Zira her önüne gelenin arkasından gelenlere kendini kanaat önderi ilan ettiği bu toplumda, bedenler bal kaymakla beslense de ruhlar ve zihinler cehalet orucuna tabi tutulmakta, bilinç zayıflatıldıkça zayıflatılmaktadır. Gerçi bedenleri bal kaymakla semirenlerin bu nimetlere(!) ulaşım aracı zaten zihinlere sevdirdikleri cehalet orucudur ki açlar tokları takip edip onların itibarları için kendi haklarından vazgeçsinler bunu biliyoruz ama, arasıra öyle hamlıklara, öyle başıboş düşüncelere ve fikirlere güya direniş cephesinin safında olduklarını iddia edenlerde rastlıyoruz ki eğrilikte deveyi de geçen bu zatların fikirlerindeki çarpıklıklarını nereden başlayıp da düzelteceğimizi şaşırıyoruz resmen.
Aldatılmaya öylesine ihtiyaç duyuyorlar ki sistemin ekstra bir çaba harcamasına dahi gerek kalmıyor. Uyuşturucu bağımlısının uyuşturucuya olan meyli bunların tuzaklara, oyunlara, yalanlara olan meylinin yanında devede kulak, solda sıfır, kumda tane kalır. Fikir üretmek için başkalarının yönlendirmesine ihtiyaç duyan ve ürettikleri(!) fikirlerle(!) fıkralara taş çıkartan bu tipler, aldatmanın “usta”sının karşısında ister istemez ateşin yanındaki buz gibi kalıyor ve erimekten, buharlaşmaktan başka bir yol bulamıyorlar. Böyle düşman dost başına dedirtecek kadar muhalif(!) olabilen böyleleri, direniş cephesini veya felsefesini idrak edemedikleri ve İnkılabı veya İmamı hakkıyla tanıyamadıkları için dünyadan çok daha hızlı dönme kabiliyetine sahip olabiliyorlar. Doğal olarak omurgaları buna dayanamıyor ve bir noktadan sonra onu bir kenara atarak yollarına devam ediyorlar.
Yanılgı saltanatının bu kölelerinin bahsettiğimiz türden o kadar çok tutarsızlığına rastladık ki burada hangi birini izah edelim bilemiyoruz. Direniş cephesinin bütün kazanımlarını hiçe sayıp İsrail ile iş tuttuğunu alenen beyan eden “Rus Ayısı”nı kahraman ilan etmelerini mi yoksa siyonizmin Suriye’deki ufak çaplı taşeronu olduğu azıcık düşünenler için açık seçik belli olan ve artık bütün siyonist orduların kendi adını kullanarak Suriye topraklarını işgale hazırlandıkları PYD’yi vatansever, mazlum, direniş yanlısı gibi gösterme çabalarını mı, her siyonist saldırıda mezhep tuzağına düşüp “şu kadar şiiyi, şu kadar sünniyi öldürdüler” demelerini mi, aynı mezhepten(!) oldukları için bir dönem İngiliz şiilerine laf söyletmemelerini mi bu sözlerimize delil gösterelim siz söyleyin. Üstelik bu fecaatlere imza atarlarken kendilerini uyarmaya çalıştığımızda “ateşli ve ateşsiz silahlarını” ellerinden geldiğince bize yöneltmeleri de bu işin cabası. Şu bir gerçek ki direniş cephesini gerçekten savunan ve dostu düşmanı iyi teşhis edenlere karşı kustukları kinin yarısını bu tipler başından beri İnkılabın ve direnişin düşmanlarına kusmuş olsalardı ve onlarla bütün bağlarını koparmış olsalardı bugün bu topraklarda durum daha farklı olabilirdi. Ama nafile. Hem hamam hem tas hala eski ve yenilenmeye ihtiyaç duymuyor belli ki.
Böyle diyoruz çünkü varlığıyla İslam’a elinden geldiğince darbe vurup hakkı batılla karıştıran ve onu gizleyen ve 28 Şubat sürecindeki tavırlarıyla süfyanın safının güçlenmesine vesile olan kitap yüklü merkebin ölüsünün ardından yakılan ağıtlar bize muhatap olduklarımızın iflah olmaz tipler olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Bunlar sistemi kavrayamadıklarından süfyanı sadece övenlerin onun dostu olduğunu zannetmekte ısrarcı olmaktalar ki en büyük yanılgı da buradan başlamakta zaten. Oysa sistem süfyanı yetiştirirken onun halka musallat olmasını sağlayacak sağlı sollu elemanlarını da yetiştirmekten geri durmamış, özellikle bugün mevzubahis ettiğimiz şahıs gibi halkın kendisinden iğrendiği tipleri süfyana düşman gibi göstererek halkın onun kucağına düşmesini sağlamıştır. İyi bilinmelidir ki en az bugün sarayı süsleyen şii sünni bütün mollalar kadar sistemin meşhurlaştırdığı ve kanal kanal dolaştırdığı bu tip muhalif(!) mollalar(!), aydınlar(!), alimler(!) de süfyana hizmet etmekte, onun saltanatının meşruluğuna(!) delil oluşturmakta ve halkı saray dinine kurban etmektedirler.
Zira sistemi savunan ve sistemin varlığını meşru görenlerin o sistemin ürünü olan süfyana gerçekten itiraz etmeleri muhaldir. Sadece bu tiyatroda üzerlerine muhalefet görevi düşmüştür. Süfyanı eleştirirken ilk deccali temize çıkaranlar, onun imanından(!), İslam’a hizmetinden(!) dem vuranlar, gayri İslami yasaların varlığını meşru sayanlar asla ve asla süfyana karşı mücadelede dostumuz olamazlar. Zaten 28 Şubat sürecini hatırlayanlarınız bilirler ki o dönemde daha sonra süfyanı mazlum göstermek için tasarlanmış olan darbenin altyapısı, tv kanallarında görüntüleri eksik olmayan bu mefta gibilerinin desteği ile oluşmuş, bugün kanallarda halkı din ile uyutanların ilk versiyonları bu tipler olmuşlardır. Türkçe ibadetten tutun da, baş açık namaz kılmaya kadar uçuk kaçık bir çok fikri piyasaya süren ve halkı inancından koparmaya çalışarak sisteme hizmet eden bu şahsın süfyana en büyük hizmeti halkı kendi gibilerinden nefret ettirip süfyanın kendilerinin alternatifi olduğu hissiyatını yaratmak olmuştur ki bu bile “nar”a vasıl olmaya yetecektir.
Ayrıca daha sonraları siyasete de atılan bu mefta, daha sonradan kaset skandalı ile sistem tarafından emekliye ayrılan ama her daim taltif edilen şahsı “Anadolu yiğidi” olarak meydanlarda halka sunmuş, çıkarı çatıştığı anda “beni kandırdı” feryatlarıyla ortalığı velveleye vermişti ki bu kandırılma meselesi de size yabancı gelmeyecektir. Ne hikmetse kendi kurduğu siyasi parti de kendi ahlaksızlığı ortaya çıkınca ortadan kaybolan bu mefta, bütün bu cürümleriyle hala yukarıda bahsettiğimiz iflah olmaz tiplerin alimlerinden biri olabilmektedir. Bu tipler “bireysel günahlar”dan dem vurup “ölen birinin arkasından konuşmanın yanlışlığıyla” ilgili destanlar yazarak bizi bu mefta hakkında konuşmamaya ve cürümlerini sahiplenmeye çağırmaktadırlar ama bunlar toplumu etkileyen şahısların günahlarının bireysel bazda kalmayacağını ve ifşa edilmesi gerektiğini hala bilmemektedirler. Yoksa Kur’an Firavun’dan, Nemrut’tan, Belam’dan, Ebu Leheb’ten neden bahs açaydı ki? Haşa Allah (c.c.) Resulullah (s.a.a.) ile gıybet mi etmiştir? Ki bu saydıklarımızın çoğu o dönemde mefta idiler.
Aslında burada mevzumuz tek bir şahıs değil, o şahsın ölümüyle bir kez daha hortlayan basiretsizlik ve ferasetsizliktir. Çünkü süfyanın elinde öyle bir mızrak vardır ki adete yedi başlı ejdarha gibidir. Bir ucunda Kur’an, diğerinde Ehli Beyt (a.s.), öbüründe milliyet, başkasında mezhep, makam, dünyalıklar vardır. Mızrak ucundaki Kur’ana aldananları eleştirenlerin bir çoğu mızrağın ucunda Ehl-i beyti gördüğünde hemen aynı yanılgıya düşmekte “bu şahıs ehlibeytten bahsediyordu” diyerek o şahsa güzellemeler dizmektedir. Veya mezhebi mızrak ucunda görenler hemen yelkenleri suya indirmektedirler. “Emevi dinine itiraz ediyordu” diyenler Abbasoğullarının saltanatının bu itirazlarla sağlandığını unutmaktadırlar. Yani sorun bu tiplerin meydana atılan her ipin büyüsüne kapılmaları ve hemen oracıkta yollarından sapabilmeleridir. Buzağı üreticisinin oyununa gelip Harun’ları susturmaya çalışma nedenleri de bundandır. Üstelik bunu yaparken de ilmin(!) arkasına sığınmaktan çekinmemektedirler.
Oysa cehalet sadece bilgiyle ölçülemez. Çünkü bilgi eyleme dönüşmedikçe cehaleti gideremez. Hele ki cehalet inat ve kibirle birleşince tedavisi neredeyse imkansız bir hastalığa dönüşür. Bu meyanda öyle cahiller vardır ki sırtlarındaki “küfe” kitap doludur. Gittikleri her yere taşırlar onu ama “Kûfe” ehli olmaktan kurtulamazlar. Yükleri zamanla o kadar ağırlaşır ki kıyam vakti secdeye kapanırlar. Zaten kiminin imanını arttıran kiminin ise küfrünü arttıran Kur’an (Tevbe 124-125) gibi ilim de kiminin imanını, basiretini, cesaretini, izzetini, şerefini arttırmakta, şahsiyetini onarmaktadır, kiminin ise zilletine, dünyasına, körlüğüne, sağırlığına vesile olmaktadır.
Bizim formülümüz ise basittir. İnkılabın dostu dostumuzdur, düşmanı düşmanımız. Süfyanı var eden sistemi benimseyenler o sistemin başka ürünleridir ve biz onlardan beriyiz. İster ölü olsunlar ister diri.
siyasetmektebi.com