Kitap AnaliziSon Yazılar

İDEAL ÖĞRETMEN

BİLİNÇSİZ İDEALİZMİN ZARARLARI...

Bu yazımızda bir kardeşimizin isteği üzerine Grigory PETROV‘un Uğurböceği Yayınları‘ndan çıkan “İDEAL ÖĞRETMEN” kitabını analiz etmeye çalışacağız. Kitap, 87 sayfadan oluşuyor ve Prof. Dr. S.A. Raçinski’nin hayatının bir bölümünü öğretmenlere ve öğrencilere örnek teşkil etmesi için ele alıyor. Ve Raçinski’nin bu gerçek yaşam hikayesini, ideal öğretmenin tanımı şeklinde sunuyor. Biz de öncelikle bu hayat hikayesine ve onun neleri temsil ettiğine değinecek, sonra da bu idealizmin bize göre yanlış olan taraflarını sizlerle paylaşacağız. Şimdi kitabın kısa bir özeti ile yazımıza başlıyoruz.

Raçinski, Moskova Üniversitesi’nde Matematik profesörü olarak görev yaparken ve haklı bir üne kavuşmuşken, bir anda görevinden ayrılıp doğduğu köye gitmeye ve orada köy çocuklarını yetiştirmeye karar verir. Bu kararı ilim çevrelerini, aydınları, profesör arkadaşlarını çok şaşırtır ve O’nu bu kararından vazgeçirmek için çok çaba gösterirler. Ama Raçinski, halkın bağrında nice cevherlerin yattığını, köylerdeki çocukların gerekli eğitimi aldıklarında dehalarını ortaya koyacaklarını ve bunun ülkenin kalkınmasına katkı sağlayacağını vs. belirterek kararında ısrarcı olur ve doğduğu köye öğretmen olarak döner.

Buradan sonrası, filmlerde görülecek bir tarzda, gayet idealist bir öğretmenin köy çocuklarına yaklaşımının, onları eğitmesinin, kendini onlara sevdirmesinin, onları düşünmeye zorlamasının ve içlerinden bir iki tanesinin ileride meşhur sanatçı, bilim adamı ve din adamı olmasının anlatımıyla devam eder. Hatta din adamı olan öğrencisi  bir süre sonra Çar’ın manevi önderi olmayı bile başarır. Ve kitap Rus devriminin gerçekleştiğini söyleyerek sona erer. Ki bu devrim sırasında Raçinski’nin bilim adamı olan öğrencisi öldürülmüş, din adamı olan öğrencisi ise çokça çileler çekmiştir.

Bu hayat hikayesi ilk okunduğunda insanın ruhunu açmakta, insana yaptığı işi sorgulatmakta, daha iyi bir öğretmen veya herhangi bir meslek erbabı olmadığı için, Raçinski gibi var olan konumunu terk edip halkın bağrına dönmediği için kendini suçlatmaktadır. Bu noktada şunu belirtmeliyiz ki hakikaten de halkın bağrında o kadar çok cevher vardır ki o cevherleri bulup ortaya çıkarmak için gayret göstermek hepimizin vazifesidir. Daha önceki yazılarımızda ısrarla halkla iyi geçinmenin, onlara saygı göstermenin ve onları suçlamamanın gereğinden bahsetmemizin yegane sebebi de budur.

Halk, yine daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, içinde bir çok cevheri barındıran toprak gibidir. Çöl gibi görünse de bağrında petrol vardır, dağ gibi taşa bürünmüş dursa da nice madenleri barındırır, düz ova olsa üzerinde bereketli nimetlerin yeşereceği zemin olur, hiçbir şey olmasa bile (bu saydığımız madenler, cevherler vs olmasa bile varlığıyla) hayatımızı idame edeceğimiz vatan olur. Halk, onun bir parçası olan bizlerin geçmişi, bugünü, geleceğidir. Bu yüzden halka sırtını dönen her hareket, her eylem, her çaba başarısızlıkla sonuçlanır, halkını zulüm ile idare eden her iktidar eninde sonunda yıkılmaya mecburdur. 

Halk, aşağılanarak, kendisi için kurtuluş planları yapılacak bir varlık veya olgu değildir. Halkı, ona rağmen kurtarabilmek de mümkün değildir. Öyleyse halka ulaşma yollarını bulmalı, halkı sahiplenmeli ve dertleri ile dertlenilmelidir. Geleceğe dair planları olan, belli bir amaç ve hedef doğrultusunda gayret gösteren her şahsın, her hareketin, her grubun elindeki yegane sermaye halkın bizatihi kendisidir. Ve halka bu yaklaşımından dolayı Raçinski’nin gayreti takdire şayandır.

Ama bu hayat hikayesinde bir sorun vardır. O da şudur ki; Raçinski, halkın içindeki cevheri keşfetmiştir fakat bu cevherin orada saklı kalma nedenini anlayamamıştır. Yani halkın hasta olduğunu anlamış ama hastalığın nedenini bulamamış, teşhisini koyamamıştır. Bu yüzden de ne yazık ki beyhude bir çabaya girmiş, belki de profesör olarak kaldığı takdirde insanlığa bir çok fayda sağlayacak yeni buluşlar bulma ihtimalini ortadan kaldırarak insanlığa dolaylı yoldan zulmetmiştir. Bunun yegane sebebi ise bu sayfalarda üzerinde ısrarla durduğumuz siyasi bilinçsizliktir. Ali Şeriati’nin r.a. “Bilinç ve Eşekleştirme” kitabını analiz ederken de vurgulamak istediğimiz nokta tam olarak budur. O kitabında Şehid Ali Şeriati r.a., İbn-i Sina’yı bile çağının zulmüyle mücadele etmeyip, halkın derdine deva olmadığı için eleştirmiştir. Ve gördüğümüz kadarıyla Raçinski de aynı yanlışa düşmüştür.

Bunu birkaç örnekle izah edelim: Mesela Raçinski, halkın eğitimsizliğinin sebebi olarak eğitimlilerin halka sırtını dönmüş olmasını gösterir, oysa eğitimlilerin halka sırtlarını dönmelerine neden olan, o halkı idare eden sistemin bizatihi kendisidir. Sistem, kurduğu düzenle halkın eğitime ulaşmasını engellemiş, eğitimlileri, verdiği makam ve mevkilerle kendine uşak edinmiş ve onları kendi emelleri doğrultusunda kullanmıştır. Bu yüzden eğitimliler ile halk arasındaki uçurum git gide açılmıştır. O halde sorun eğitimlilerin halka sırtlarını dönmeleri değil, onların sırt dönecekleri ortamı hazırlayan sistemin kendisidir ve eğer o zulüm sistemi varlığını devam ettirirse, Raçinski gibilerin yetiştirdikleri de halka sırtlarını döneceklerdir.  Bunun ispatı da Raçinski’nin din adamı olan öğrencisinin, Çar’ın manevi rehberi olmasıdır.

Veya sistem, halkın bağrından Raçinski gibilerin bulup ortaya çıkardığı cevherleri kendi malı olarak vitrine koyacak, halkı, kendi bağrından çıkanlarla avutacaktır. Halk, bu gibi maddi manevi ilerlemelerle(!) övünüp açlığı, yoksulluğu umursamaz hale gelecek, böyle sistemlerdeki “bilim adamları, din adamları” saray inşa eden mühendislerden başka bir anlam taşımayacaklardır. Zaten tarih boyunca saraylar, “dilsiz” alim, aydın ve bilim adamlarıyla dolup taşmış, her birine inanılmaz fırsatlar sunulmuştur. Ve böylece onların ürettikleri bilim ve din, zalimlerin iktidarlarını ayakta tutmuştur. Varlıkları sarayların sütunu olmuştur.

Ayrıca, eğitim bizatihi kalkınmaya neden olmamıştır, olmayacaktır da. Çünkü yeryüzünün bazı coğrafyalarında her şehirde bir üniversite bulunmasına ve halkın büyük çoğunluğunun bırakın okur yazar olmasını, üniversite mezunu olmasına rağmen, maddi manevi bir ilerleme sağlanamamıştır. Aksine, eskiden eğitimsiz olan açlar, şimdi üniversite mezunu olarak açtırlar. Ve toklar, saraylarındaki sayısız odalarından bunca “eğitimli” açın varlığıyla gurur duymakta, başkalarını “kıskandırmaktadırlar.”

Kitabın bir başka yerinde Raçinski, “Eğer yeryüzünde yaşayan bütün insanlar, çalışmak isteseler ve gerçekten çalışmaya başlasalardı, dünyamız bir cennet olurdu” diyerek yine “saf”lığın, idealizmin dibine vurmuştur. Zira, yeryüzünün cehenneme dönmesinin sebebi insanların tembelliği değil, çalışanların, çalışmayan ama sermayeyi elinde tutanlar tarafından sömürülmesidir. Ömürleri, tarlalarda, madenlerde, fabrikalarda, masa başında geçen milyarlarca çalışan asgari ücrete mahkumken, hatta bir çoğu ona bile ulaşamazken, onların “işvereni” görünen üç- beş siyonist tüm dünyanın sermayesini ellerinde tutmaktadır. 

Çalışanlar açlık, yokluk, yoksullukla dolu bir cehennemi tecrübe ederken bu dünyada, çalışmayanlar çeşit çeşit saraylar yaptırmakta, altın varaklı koltuklarda oturmakta, altın kaplamalı musluklarından akan suyu içerken “bismillah” demektedirler. Çalışanların bütün çabası çalışmayanları doyurmak içindir ve itibarsız hayatlarının varlığının ürünü ise  muktedirlerinin “itibarının” artmasıdır. Anlayacağınız Raçinski yanılmıştır. Zulüm ortadan kalkmadığı sürece, insanların daha çok çalışması dünyayı cennete çevirmeyecektir. En azından çalışanlar açısından bu böyledir.

Kitap, kulağa hoş gelen fakat ne yazık ki bilinçsiz olduğundan dolayı sonuçsuz kalmaya mahkum olan idealizm örnekleriyle doludur. Raçinski, kitapta anlatılanlara bakılırsa iyi niyetli biridir. Yaptığı da takdire şayandır ama ne yazık ki yanlış bir metod benimsemiş, düşmanı tanıyamamıştır. Bu yüzden de enerjisini, potansiyelini boşa harcamıştır. Oysa bulunduğu konum itibariyle halkı bilim adamı vs. olmak için değil, haklarını arayabilmelerini sağlamak için eğitmeye çalışsaydı, onların hakkını elde etmeleri için onlara önderlik etseydi ve hatta bunu gittiği köyde başlatsaydı belki de sonuç farklı olacaktı. Adaletin hükmettiği bir vatanda eğitim de, bilim de, maddi ve manevi gelişim de kendiliğinden nevş-u nema bulacaktı. Ama olmadı. Ve yetiştirdiği kalbur üstü talebeleri de halkın haklı isyanından payını alıp ya öldürüldü, ya perişan edildi.

Öyleyse matematik, kimya vs. den önce halkı uyandırmak, dostunu düşmanını tanıtmak, hakkını arayacak seviyeye getirmek, hesap soracak cesareti ona aşılamak gereklidir. Gerisi ne yazık ki boşa çabadır ve hatta “eşekleştirmenin” bir parçasıdır.

Çünkü, insanları uyandırmak, güzel(!) rüyalar görmelerini sağlamaktan evlâdır, faydalıdır…

siyasetmektebi.com

Etiketler

İlgili Makaleler

2 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

 
Başa dön tuşu
Kapalı