İBRAHİM’E SELAM OLSUN…

Şehid neden ölümsüzdür? Neden bedeninin kafesini kırıp somut dünyadan kurtulduğu halde hâlâ yaşamakta ve Rab katında rızıklandırılmaktadır? Şehadet neden ulvi bir makamdır ve neyin şahididir şehid? Bu nasıl bir lütufdur ki gencecik yaşta birilerine nasip olmaktayken ömürlerini ibadet ile geçirenlere selam dahi vermemektedir? Onca masumiyetlerine ve yüceliklerine rağmen neden Peygamberler a.s. hep şehadeti arzulamışlardır ve neden şehadet insani kemaletin zirvelerinden sayılmıştır? Hayatı yaratan Allah c.c., ondan kurtulmak için kendinden geçenleri neden bu kadar çok övmüştür? Kimdir şehid, nedir, ne içindir, nasıl yaşar ve neden yücedir, kıymetlidir, mükemmeldir?
Bu sorulara cevap arayanların teorik duvarların ötesine geçmelerini sağlayacak olan yegane kaynaklar bizatihi kendilerini, kendilerini yaratanın yolunda, başkalarının izzetini, şerefini, imanını ve varlığını korumak için feda edenlerin hayat öyküleridir. Bu yaşamlar o kadar değerli işaretler ve ibretler taşır ki sırtlarında, bu sırlara talip olanların önlerindeki bütün karanlıklar aydınlığa dönüşür. Çöllerde yollarını kaybetmiş olanlar yollarını bulur, maslahat zindanlarının tutsakları özgürlüğe kavuşur. Ölümle yaşam arasında kalıp da can çekişenler ab-ı hayatı yudumlar şehidlerin hayatlarını okuduklarında ve kendini temize çıkaran her nefis aslında içinde bulunduğu vaziyetin farkına varır. Şehid “ölümü” ile diriltir ölüleri ve “meydandan” izzetle ayrılışı ile doldurur boş kalan meydanları. Tedbirler diyarını tar-u mar eder her şehid aşkla feda ederken kendini ve kan ile uyandırır yine kan ile uyutulan nicelerini ki onlar kanlarının akmasından korkarak bürünmüşken zillet libasına, şehid kanını akıtarak giyer izzet elbisesini.
Her şehid, yaşamın devam etmesi için gerekli kaynağı sunar yeryüzüne, çünkü din yeryüzünün bütün zerrelerine kök salmış bir ağaçtır ve “şehidlerin kanı din ağacının suyudur”. Dünyevi rızıklardan el çekebildikleri için Rableri c.c. katındaki çok daha değerli rızıklar kendilerine sunulan şehidlerin bizatihi kendileri insanlığın ruhunun rızkı ve gıdası olurlar. Hepsinin ayrı bir tadı, ayrı bir rengi vardır insanlığı besleyen. Mecalsizlikten dik duramayan başların, zulme eğilmekten iki büklüm kalmış bedenlerin ve zalime secde etmekten nasır tutmuş alınların yegane dermanıdır şehidlerin varlığı. Onlarla bütün yönler Allah’a c.c. ait olur, her yer Kerbela ve her gün Aşura olur. Onlar ile yükselir dualar arşa çünkü onlar mazlumların ahını Allah’a c.c. ulaştıran “burak”lardır. Onlar Ramazan olurlar yokluktan ve açlıktan çile çekenler için, miraç olurlar kılınan namazlara. Onlar yaşamın anlamını arayanlara verilecek en güzel cevap, şüphelere delildirler. Onlar, Allah’ın c.c., yarattığı insanı görmek istediği yerde ve zamanda, görmek istediği şekilde ve durumda kendilerini ortaya çıkarırlar ve Allah’tan c.c. bir ruh ile desteklenip O’ndan c.c. bir parça olabildikleri için ölüm kendilerinden kaçar, ölümsüzlük şerbetini doya doya içerler.
Bu yüzden her şehid bir “sirac-ı münir”dir ve bu ulvi nurdan yararlanmak müminlerin en önemli görevidir. Bu görev ise ancak şehidlerin hayatlarına, çilelerine, mücadelelerine, ihlaslarına ve fedakarlıklarına vakıf olmakla mümkündür. İşte tam da bu noktada şehidlerin hayat hikayelerinin anlatıldığı kitapların değeri ortaya çıkmakta, bu kitapların sayısının artmasının gereği anlaşılmaktadır. Bizlerin Şehid Borunsi’nin hayat hikayesi yayınlandığından beri ısrarla vurgulamak istediğimiz ve çevremizdeki özellikle gençlerin “Devrimin Evladı, İyiler Tümeni, 23 Esir, Ben Hayattayım, Bırakılan Ayak, Da” ve en son ve daha etkili olarak da “İbrahim’e Selam” gibi kitapları okuduktan sonra girdikleri ruh halinin yansıttığı hakikat budur. İster gazi olsunlar, ister esir düşmüş olsunlar ve isterse de şehit olsunlar bu çağın bir önceki kuşaktan olan genç Hizbullahilerinin yaşadıkları ve çektikleri çilelere karşı sabırları, yeni nesil Hizbullahilerin önlerindeki yolu aydınlatmakta, neye ihtiyaçları olduğuna, nasıl yaşamaları gerektiğine dair çok değerli dersler ve ibretler sunmaktadır.
Özellikle de Şehid Borunsi’nin hayatının ve mücadelesinin anlatıldığı “Aşk-ı Şehadet” kitabı ve Şehid İbrahim Hadi’nin hayatı ve hatıratının konu edildiği “İbrahim’e Selam” kitapları, kendine Hizbullah sıfatını yakıştıran veya en azından o yolda hareket etmeye niyeti olanlara “Hayatım, ölümüm, namazım ve ibadetlerim yalnızca alemlerin rabbi olan Allah c.c. içindir” (En’am 162) ayetinin nasıl tefsir edileceğini öğretmekte, kısır döngü içine girmelerini engelleyip “ehem ve mühim” arasındaki farkı anlamalarını sağlamaktadır. Bu Şehidlerin r.a. pak kanları, doğru hedefi tayin edip ona odaklanma noktasında Hizbullahi nesle gerçek bir klavuzluk etmektedir. Hizbullahi şehid bir nesli yetiştirmek isteyen Kur’anın canlı örneği olan şehidlerin varlığıyla ve tanınmalarıyla yeni nesillerin yaşamlarına yön vermeleri daha kolaylaşmakta, dünyanın çekicilikleri ilahi aşkın ateşinde eriyip gönüllerinde yok olmaktadır.
Bu şehidler, iman ettiğimizi beyan ettiğimiz Allah’ın c.c. hangi kullarını seçtiğini öğrenmek istediğimizde de bize klavuzluk yapmakta, O’na c.c. nasıl ibadet edileceğini, O’nun c.c. nasıl sevileceğini ve O’nun c.c. rızasının nasıl kazanılacağını teoride değil pratikte öğretmektedirler. Vahdeti, mazlumları din, dil, ırk, mezhep ayrımı yapmadan sevmeyi, sahiplenmeyi, isarı, diğergamlığı, adaleti, izzeti, zulme isyan etmeyi, zalime düşman olmayı, fedakarlığı, ihlası, abidliği, mücahidliği ve muvahhidliği gözlerimizin önüne sermekte, kalplerimizdeki kiri, pası silip gözyaşları içinde kendimizi sorguya çekmemize sebep olmaktadırlar. Gönül kıblelerimizi işgal altından kurtarmakta, yüreklerimizdeki sarayları yıkıp bedenlerimizin esaretini ortadan kaldırmaktadırlar. Şahid oldukları hakikatleri, şehid olarak bize sunmakta, gözlerimizin önündeki perdeleri birbir yırtıp atmaktadırlar.
Öyle yüzlerce yıl öncesinden değil, hemen bugünlerde, bu yüzyılda, bu çağda nasıl insani kemallerin doruğuna ulaşılacağını, bu çağda da İslami esasların kamil haliyle nasıl pratiğe dökülebileceğini anlatmakta, İslam’ın 1400 yıl öncesine hapsedilmesine müsaade etmeyip, İslam’ın amaçladığı “insan”ın bu çağda da yetişebileceğini ve kendiyle beraber yeni “insanları” yetiştirebileceğini ispatlamaktadırlar. Pratiğe dökülmeyen teorinin zerrece değerinin olmadığını, az bilenin bildiğiyle amel etmesinin, çok bilenin amelsizliğinden daha değerli olduğunu anlatmaktadırlar.
Bundan dolayı bu şehidlerin hayatlarının öğrenilmesi ve öğretilmesi şahsi kanaatimizce bugün gençlerin muhatap olduğu diğer birçok eğitimden daha önemlidir. Zira böyle şehidler, varlıklarıyla bütün o ilimlerin özetidirler. Zaten bütün o ilimlerin yegane amacı böyle şehidler yetiştirmek değil midir? Bütün alimlerin Allah’tan c.c. en çok istediği lütuf şehadet değil midir? Aziz İmam’ın r.a. 18 yaşındaki bir şehidin vasiyetini okuduktan sonra “bu gençler bir gecede 100 yıllık yolu kat etmişler” demesinin nedeni de şehadetin ve şehidin değerini beyan etmek için değil midir? O halde şehadeti arzulayan bir neslin yetiştirilmesi ve şehadetin herkese nasip olmayacak bir ödül olduğunun, şehadet için şehid gibi yaşayanlara ihtiyaç duyulduğunun bu nesle izah edilmesi gerekmez mi?
Peki şehid aşkla yetişmez mi? Öyleyse bu aşkı oluşturmak, var olanı canlandırmak ve meydana sürmek için aynı aşk için kendilerinden geçenlerin hikayesini anlatmak, onlara kendinden geçmenin yolunu göstermek bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey değil midir? Mersiyeler, ağıt meclisleri, Kerbela matemleri ne için vardır? Fıkıh öğretmek, felsefe derslerinde nesilleri boğmak için mi? Hangi fıkıh dersi, hangi felsefi soruna getirilen yeni bir bakış açısı insanları kendilerini aşkla feda etmeye yöneltebilir? Yanlış anlaşılmasın ne fıkha ne felsefeye ne de diğer bilgi, bilim veya teorik derslere düşmanlığımız yoktur. Sadece şunu beyan etmek istiyoruz ki bugün derdimiz aşktır, ilahi aşkın azlığıdır veya ihtiyacımız şehadet bilincine sahip nesillerdir. Zulümden kurtulmadan diğer mevzuların pek bir değeri yoktur. Hatta Şehid Ali Şeriati’nin r.a. deyimiyle “ilim dahi bir istihmarlaştırma aracı” olarak kullanılabilir.
Şehadet, bütün o ilimlerin, bilgilerin, bilince dönüştüğü dünyadır ve şehid sadece bilgili değil, bilinçlidir. Üstelik bilgisinin kaynağı da uhrevidir. Yani zaten fıtratı alimdir şehidin. Bedeni sadece bu ilme feda eder kendini. Şehid’in belki de öğrenmek için medrese tahsil etmeye ihtiyacı yoktur, o zaten hakikatleri görür, gördüğüne iman eder İmam Ali a.s. gibi. Bu yüzden onun ilmi onu şehadete götürür ama bazı alimlerin ilmi onları saraya götürür.
Son olarak beyan edelim ki Kur’an, Hizbullahi bir nesil yetiştirmek ister ve bu neslin özelliği olarak “canlarını ve mallarını cennet karşılığı satmalarını” gösterir. O halde her “şehid” Hizbullah, her “Hizbullah” şehittir. Ne mutlu ellerinde hakikat baltasıyla hem kendi nefislerinin, hem de yeryüzünün nefsi olan zalimlerin putlarını kıran Hizbullahi şehidlere. Selam olsun İbrahimlere…
siyasetmektebi.com
Çok güzel açıklamışsınız. Güzel yazıydı.