HAŞLANMIŞ KURBAĞALAR ve RAHATSIZ EDİCİLER…

Bosna savaşının henüz bitmediği, sonuna yaklaşıldığı yıllardı. Üniversitede dersimize giren hocamız “Arkadaşlar, aslında hepimiz birer haşlanmış kurbağayız” diyerek söze başlayınca, hepimizin ilgisini dersine çekmeyi başarmıştı. “Hayırdır hocam bu da nerden çıktı” demeye varmadan başladı anlatmaya:
“Kurbağaların en mutlu mesut olduğu su sıcaklığı 37,5 derecedir. Bir gün deney yapmak için bu sıcaklıkta suyun bulunduğu kaba bir kurbağa bırakmışlar. Kurbağa bu suyun sıcaklığının verdiği rehavetle kendinden geçmiş adeta ve boylu boyunca uzanmış. Rahatlığından dolayı hiç kıpırdamıyormuş. Bu su dolu kabın altına suyun sıcaklığını her 10 dakikada bir 0,5 derece arttıracak şekilde bir düzenek hazırlamışlar. 37,5 derecede mutlu olarak uzanmış olan kurbağa su her 10 dakikada bir 0,5 derece ısındığı halde bunu farkedemeyecek hale gelmiş. Suyun ısısı 40 derecede iken bile kurbağada hareket yokmuş. Derken 50, 60 ve 70 dereceye çıkan ısıda dahi hiçbir tepki vermemiş ve kurbağa hiç kımıldamadan haşlanarak can vermiş. Bu deneyi seyrettiğim haberlerde gördüğüm kanlı sahnelere artık hiç tepki vermediğimi farkettiğim için anlattım. Oysa daha önceleri o sahnelerden etkilenir ve tv yi kapatırdım.”
Bu deneyi anlatan hocamız aslında toplumsal olarak nasıl “haşlandığımızın” izahını yapmıştı. Uyanık zihinlerden korkan küresel emperyalizmin yerli uşağı “süfyani sistemler”in bizden görünen iktidarları, her daim bu ve buna benzer metodları kullanarak, halkların içinde bulundukları kötü durumun farkında olmamalarını ve daha kötü durumlara razı hale gelmelerini sağlamakta artık “usta“laşmışlardır. Önce ezdikleri ve ezecekleri halklara, deneyde olduğu gibi suni bir rahatlık hazırlayarak onların gevşemesine, kendinden geçip hedeflerinden uzaklaşmasına ve çare arayamayacak kadar uyuşuklaşmasına neden olan bu “süfyani sistemler”, halklar bu kıvama geldiğinde asıl amaçlarını uygulamaya yönelik planlarını yavaş yavaş devreye sokmakta ve gevşemiş olan halkın tepkisinin de böylece önüne geçmiş olmaktadırlar.
Örneğin “bebek katili” diye nitelendirilen ve “süfyani sistemin” en büyük danışıklı döğüşünün baş aktörü olan şahsı yakaladıklarında(!) idamdan bahsederek toplumu, 37,5 derecelik suya girmiş kurbağanın rahatlığına kavuşturanlar, yavaş yavaş idamı unutturup, bahsi geçen şahsı taltif etmeye, “onunla görüşen şerefsizdir” sözünden “biz yıllardır onunla görüşüyoruz” sözünü dillendirmeye ve en sonunda da “beğenseniz de beğenmeseniz de o halk lideridir” ve “o aileden biridir” cümlelerini kurmaya başlayarak toplumu haşlanmış kurbağaya çevirmişlerdir. Son alıntıladığımız cümleler, o şahıs yakalandığında telaffuz edilseydi halklar, bir anda 70 derecelik suya atılmış olan kurbağanın refleksini gösterip var olan durumdan kurtulmaya çalışacaklardı belki, ama su öyle ustaca ısıtıldı ki “bebek katili”nin elindeki ve ağzındaki kanlar iyice yıkandı tertemiz kılındı ve bir “pir-i fani”(!) olarak bilboardlarda yerini alması sağlandı.
Bu örnekler o kadar çoktur ki özel bir araştırmaya dahi gerek kalmamaktadır. “Süfyani sistemi” ele geçirip İslami bir yönetim kurma niyetiyle (!) hareket ettiğini söyleyenlerin, bu tip sistemlerin içine girip partileşerek İslami(!) mücadele verdiğini iddia edenlerin geldiği durumlara bakarak ne kadar haşlandığımızı anlamak zor olmasa gerek. Geçmişin “mücah-it”lerinin bugünün Amerikancısı olması, bugün “İslam devleti kurmak hayaldir” diyen tiplerin geçmişte afgan mücahitlerinin dizinin dibinde resimler çektirmesi aslında şaşılacak şey değildir. Bu çabalar sırf suyu istenen dereceye çıkarmak içindi. Yoksa bunlar sonradan yoldan çıkan, önceleri samimi olan tipler değillerdi. İnancı uğruna ölümü göze alabilecek kadar samimi olan halkın, “süfyani sistemlerin” kucağına düşüp, maskelenmiş küfrü bu kadar sahiplenmesinin sebebi de işte bu bahsettiğimiz suyun sıcaklığıdır. Bugün miting alanları (eğer photoshopla oynayıp doldurmuyorlarsa) dolu görünüyorsa, asgari ücret alıp açlık sınırının altında yaşayanlar, milyar dolarları birbirlerine peşkeş çekenleri alkışlıyorsa, bu topraklarda yaşayan halklardan hiçbirine mensup olmadıkları halde halk önderleri olarak kendilerine sunulmuş emperyalizmin ve siyonizmin uşaklarına kanıp gençler birbirlerini öldürürken bahsi geçen uşakların çocuklarına kimse dokunamıyorsa, kendilerine hakaret edenleri bu halkın bir kısmı daha çok sevip savunuyorsa, birileri çıkıp artık rahatça ilahlık ilan edebiliyorsa, “bizden” görünenler faizi, zinayı, zulmü açıktan meşrulaştırabiliyorsa bunun sebebini “süfyani sistemlerin” ellerinde bulunan tüm imkanlarla ve bilhasa bel’amları vasıtasıyla halkın suyunu haşlanacakları kadar yavaş yavaş ısıtmalarında aramak gerekir.
Bu saydıklarımızın bir tanesini dahi 20-30 yıl önce direkt yapsalardı sizce sonuç ne olurdu? Mesela “bebek katili” namındaki “sistemin canavarını” milliyetci görünen bir partinin eliyle değilde başka bir partinin eliyle affetselerdi? Veya bunca faizi, zinayı ve zulmü sistemin sol görünümlü partileri eliyle meşrulaştırsalardı? Veya “sisteme” daha önceleri hizmet etmiş olan birileri kendini ilah ilan etseydi? Bu kadar rüşvet ve peşkeş, siyonist devletle bunca anlaşma ve onu korumak için bunca çaba, İslam ülkelerinin işgaline bunca destek ve bu işgallerde yaşanacak katliamları finanse etmek için halkın malından harcanan bir o kadar para, halka bu kadar hakaret, başkaları tarafından işlenen fecaatlerden olsaydı halkın tepkisi ne olurdu?
“Süfyani sistemin” her türlü parti, kurum, kuruluş vb. ile ve elindeki en büyük silah olan medya ve bel’amları ile haşlanmak üzere ısıtılmış suya konan halkı elbette ki kaderine terketmemek gerekmektedir. Zira “herkesin kaderini kendi çabasına bağlı kılan”(İsra 13) Allah (c.c.), böyle toplumların içinden “hakka çağıran ve iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunması”(Al-i İmran 104) gerektiğini beyan etmiştir. O halde “süfyani sistemin”, uyuşturduğu zihinleri, İslam İnkılabı ile uyandırılmış olan bizlerin, Şehid Ali Şeriati (r.a.) gibi “sizi rahatsız etmeye geldik” diyerek, mazlum halkları kaynatılmak üzere içine konuldukları siyonizmin nifak kabından çıkarmaya çalışması gerekmektedir.
Her yazımızda özellikle üzerinde durduğumuz üzere, çeşitli vesilelerle halkın “süfyani sistemi” tanımasını ve bu şekilde dost düşman ayırımını iyi yapmasını sağlamak gerekmektedir. Bunun en iyi yolu halkın içinde olmak onun derdiyle dertlenmek, onu cephe almamak, her daim alternatif olarak İslam’ı sunmak, İslam düşmanlarının maskelerini İslamın temiz çehresini anlatarak düşürmek, bu devirde İslamın hükmetmesinin hayal olmadığını İslam İnkılabını örnek göstererek ispatlamak gereklidir. Halkı bir partiye düşman edip, diğerinin elinde oyuncak yapanların, sistemin herhangi bir kurumunun içine sokup sistemin çarkları arasında ezilmesine sebep olanların, “süfyani sistemlerin” kökünü değilde o sistemlerin dalını budağını hedef gösterip bu sistemlerin ömrünü uzatanların elinden bu halkın zihninin ve ruhunun kurtarılması gerekmektedir. Bu tiplerden bizimle güya aynı mektebe mensup birinin sosyal medyada sistemin muhalefetteki (!) partilerinden birini övmesi üzerine yaşadığımız tartışmada “sizler devrim hayaliyle yanıp yok olacaksınız” mealinde söylediği söz zihinsel “haşlanmışlığın” geldiği noktayı bizlere göstermektedir.
Evet…Bizler “rahatsız etmeye geldik.” Hem “süfyani sistemlerin” hem de onların uşaklarının kurdukları düzenekleri yıkarak halkımızı uyandırmaya niyetliyiz. Her konuda söylenecek sözümüz vardır bizim. Çünkü bu sistemleri İslam İnkılabının ve velayeti fakih makamının ilahi rehberliği sayesinde iyi tanıyor ve sorunun kaynağının ne olduğunu biliyoruz. Yine Şehid Ali Şeriati’nin (r.a.) dediği gibi “her konuda söyleyecek bir sözümüzün olması herşeyi bildiğimizden değil, çevremizdekilerin hiçbirşey bilmemelerinden dolayıdır. Bu yüzden çok göze batıyoruz.” Bu bilmeme hali cehaletten değil, bildiğini inkardan, hakkı görmezden gelmekten, menfaattan, maslahattan(!), dostu düşmanı tanımamaktan ve İran İslam İnkılabının hedeflerinden uzak kalmaktan kaynaklanıyor. Bu yüzden mezhebi, meşrebi, ırkı, dini, dili ne olursa olsun “süfyani sistemin” halkı haşlanmış kurbağaya çevirmek için hazırladığı düzenekte rol alan herkes şunu bilsin ki biz halkı rahatsız etmeye ve rahatlık sandıkları koma halinden uyandırmaya niyetliyiz.
Ve bizler “rahatsız etmeye geldik”…
siyasetmektebi.com