HALKLA İYİ GEÇİNMEK…

İslam tarihinin en meşhur sahnelerinden biridir Resulullah’ın (s.a.a.) Taif’e yolculuğu ve sonrasında karşılaştığı eziyetler. Hakkı, zalimlerin esareti altında bulundukları için her türlü haktan mahrum kaldıkları halde kendilerine dayatılan cehalet ile aynı zalimlerin kendileri için “seçtikleri” putlara tapan ve böylece de zalimlerin kurdukları sistemin bekası uğruna kendi bekalarını heba eden halka, anlatmak amacıyla yüklendiği risalet misyonunun gereği olarak Taif’e yola çıkan Resulullah (s.a.a.), oranın mütref takımının kışkırtmasıyla halkın saldırısına maruz kalmış, taşlanmış, dışlanmış ve hakaretlere uğramıştı. Bütün o maddi ve manevi yaralarla geri dönerken Resulullah’ın (s.a.a.) dilinden sadece “Ya Rabbi! Onlar bilmiyorlar” sözleri dökülüyordu ki bu sözler şefkat peygamberinin zalimler ile zalimlere kananları ayırdığının ve zulme uğrasa da zulmü yapan mazlumlara acıdığının kanıtı oluyordu. Ve ileri ki dönemlerde Resulullah (s.a.a.) kendisini taşlayanları değil, o taşları onların ellerine verenleri hedef alıyor ve taşlaşmış kalplerde pınarların kaynayıp taşmasına vesile oluyordu ve iman bu yeni arzda yeşereceği gayet uygun bir ortam bulabiliyordu.
“Risaleti ulaştırmaya emrolunduğum gibi halkla iyi geçinmeye de emrolunmuşum” diyen Resulullah’ın (s.a.a.) hayatında halka yönelik bir tek eleştiri veya siteme rastlamak mümkün değildir. Yine Resulullah (s.a.a.) insanların en şerlisi olarak “Halkı sevmeyen ve halk tarafından sevilmeyen”leri dile getirmekte, böylelikle İslam’ın mücadele edeceği kitleleri de tarif etmektedir. Çünkü tarih boyunca gelmiş geçmiş olan bütün zalimler zerle veya zorla iktidarlarını ele geçirdikleri halkları kendi köleleri haline getirmiş, bu köleliği ya fiziksel olarak ya da cehaletle terbiye(!) ve takviye ettikleri zihinlerine yerleştirdikleri aşağılık duygusuna dayanarak pekiştirmişlerdir ve asla halkı sevmemiş ve halk tarafından sevilmemişlerdir. Her ne kadar halk sessiz kalıp daha iyisini bulamadığından (!) dolayı bu zalimlerin ardı sıra gitmişse de tarih bize göstermiştir ki halkı hakka yönlendirecek halktan olan samimi önderler çıktığında aynı halklar daha önce varlığına ses çıkarmadıkları zalimleri tek bir kıyamla yokluğa düçar etmişlerdir. Aslında halkların mevcut sessizliği zalimlerin daha fazla azmasına neden olduğu için öfkenin birikmesine ve bir volkan gibi patlamasına neden olmuştur her daim ve halkların sinelerinden çıkan ateşin önünde durmaya hiçbir zalimin gücü bu güne kadar yetmemiştir. Malumunuzdur ki taşmak için dolmak gerekir ve Allah’ın (c.c.) yardımı sırtındaki yükü atmaya niyetlenip kıyama kalkanlarla beraberdir.
Bunun en belirgin örneği ise İslam tarihidir yine. Resulullah’ın (s.a.a.) tek başına çıktığı yolda yanına ilk koşanların ve çağrısına lebbeyk diyenlerin mazlumlar oluşu, Mekke toplumu içindeki sıradan insanların, yanan yüreklerine sadece imanı derman olarak kabullenişleri ve bu uğurda tüm işkencelere tahammül edişleri, ama zengin ve mütekebbir tabakanın hakkın çağrısına en başından itibaren düşmanlık beslemesi ve kendilerini “iman eden sefihlerden” üstün görmeleri, hakkın, “halk” olarak kalan ve ezilmiş olanların yüreklerinde ancak yeşerebileceğinin de ispatı olmuştur. Bu yüzden Resulullah (s.a.a.) “halkla iyi geçinebilmek imanın yarısıdır” buyurmuş ve hakkı yeryüzüne hakim kılmak için yola çıkacak olanları uyarmıştır. Zira halktan uzak olan ve halkla bağını koparan hak zaten hak değildir, eğer hak ise bile o hakkın kıymetini bilmeyenlerin eline düşmüştür. Böylelikle de neşv-u nema bulacağı ortama asla kavuşamayacak ve adeta toprağa ekilmeden çürüyen tohuma dönüşecektir.
Bütün inançların ve ideolojilerin temel amacı halka inmek ve halkın desteğini arkalarına alıp ideallerindeki dünyayı oluşturmak olduğundan, halkı gözardı etmek yolun başında yenilmek demektir. Halka dayanmadan hakkı yeryüzüne ikame etmenin imkanı yoktur. Zira hakkı kabullenip uygulayacak olan ve maddi, manevi, ictimai ve kültürel hayatlarını o hakka göre şekillendirecek olan halktır. Aksi takdirde hak sadece kendini halktan müstağni gören üç beş mütekebbirin dilindeki sakız olacaktır ki her canları sıkıldığında ulu orta şişirerek patlatıp ses çıkaracaklardır. Bunun da ne onlara ne de başkalarına faydası olmayacaktır. O halde hakkı ikame edebilmek için halktan olmak, onların içinde bulunmak ve onları sevmek elzemdir. Ürün ekebilmek için toprağı işlemek, toprağı o ürünün tohumunu kucaklayacağı seviyeye getirmek ve sonra tohumu ekip bakımını yapmak ve uygun mevsim geldiğinde hasat etmek sünnetullah gereği yapılması gereken işlerdir. Bu çabalara girmeden ve tohum ekmeden ürün beklemek ahmakların işidir. Hem zamanları boşa gidecektir hem de ümitleri kırılacaktır. Bu yüzden hakkın yeşermesi için halkı sevmek ve halktan olmak gerekir demekteyiz. Tıpkı Resulullah’ın (s.a.a.) “sen halkı sev, onlar da seni sevsinler” diyerek buyurduğu gibi sevmeliyiz ki halkı onlar da bizi sevsinler ve gönlümüzde olan hak onların gönüllerine girecek yol bulabilsin.
Ne yazık ki bugün gördüğümüz kadarıyla hakkın düşmanları yukarıda değindiğimiz hakikati hakkın dostlarından daha fazla idrak etmiş durumdadırlar. Bu yüzden halkla hakkın arasındaki mesafeyi arttırmak için son derece yoğun çaba sarfetmekte, hakkı halka anlatacak olanların halkla bağını koparmaya uğraşmakta, halka olan güvenin sarsılmasına çalışmakta ve hakkın halktan kopuk bir azınlığın dilinde dolaşan cümlelerden ibaret kalmasını sağlamaya uğraşmaktadırlar. Böylece halk haktan bihaber kalacak ve kendilerinin saltanatları kendilerini alaşağı edecek halkların sırtında ilelebed ayakta kalacaktır. Bunu sağlamak için özellikle son günlerde sosyal medya ortamlarında halkı aşağılayan çekimleri yaygınlaştırmaktadırlar. Ve maalesef bazı kardeşlerimiz de bu görüntülere bakarak “bu halka adam olmaz” havasına girmekte, aslında böyle yaparak hem Resulullah’ın (s.a.a.) emirlerine karşı geldikleri için hem de kendilerini üstün görüp kibirlendikleri için günah işlemektedirler. Adam olunmadan adam edemeyeceklerini anlamadıkları için yanlarında bulunan az bir ilimle kendilerini alim zannedenlerin, o ilimlerini(!) halktan saklayarak görece üstünlüklerini koruma uğruna girdikleri çabaysa ayrı bir günah mevzusudur ki bunların halktan daha fazla adam olmaya ihtiyaçları vardır.
Halkı kimlerin cahil bıraktıklarını hiç dikkate almadan halkın cehaletiyle dalga geçmek halkı bizden soğutacağı gibi, bizim da halka olan bağımızı koparacaktır doğal olarak. Ve bu durum ne halkın cehaletini ortadan kaldıracaktır ne de bize idealerimizdeki dünyaya ulaşabileceğimiz ortamı oluşturacaktır. Cehaletinden dolayı eleştirdiğimiz halkın kalbindeki imanı görmezden gelmek ise en büyük gafletimizdir. Bu halk yüzlerce yıldır aynı zulmün muhatabı olduğundan cehaletin pençesine düşmüştür ama yine bu halk dini,namusu, toprağı tehlikeye düştüğünde canından geçebilecek olduğunu da defalarca ispatlamıştır. Bu halk onlarca oyunun üzerinde oynanmasına ve kendisine dayatılan batılı yaşam tarzını sahiplenmiş gibi görünmesine rağmen büyük şeytana ve siyonizme en fazla düşman olan halktır. Bu halk süfyaniyi bile “islami” gerekçelerle sahiplenen halktır ki bu durum bile halkın gönlünde sönmemiş olan iman ateşinin varlığının en önemli delilidir. Ne kadar cahil bırakılmış olursa olsun Allah’ına (c.c.), kitabına, Peygamberine (s.a.a.) dil uzatılmasına tahammül göstermeyen bu halkın, ekranlarda tüm bu değerlere yapılan saldırıya inanmamasının nedeni de bu sevgidir aslında. Yani böyle bir saldırıya ihtimal dahi verememektedir imanından dolayı.
Evet bu halk sessizdir. Bu sessizlik bizi rahatsız ettiğinden daha fazla süfyaniyi rahatsız etmektedir. Bu halkta ilginç bir vurdumduymazlık(!) vardır ki bu vurdumduymazlık ta aslında Allah (c.c.) vergisidir. Çünkü süfyani ve ekibinin bunca oyununa rağmen onların istekleri doğrultusunda müslüman kardeşlerinin aleyhinde meydanları doldurmamaktadır bu halk. Bu vurdumduymazlık (!) aslında kış mevsiminde ağaçların ve çiçeklerin yalancı ölümü gibidir. Bahar geldiğinde nasıl ki tüm ağaçlar çiçek açıp meyveye duruyorsa, tüm çiçekler güzel kokularını nasıl ki baharda salıyorsa aleme bu halk da mevsimi geldiğinde sahte ölümünden dirilecek ve ayaklanacaktır. İçindeki cevheri koruduğunu defalarca ispatlamış olan bu halk, ilahi takdir gereği zalimlerin erken uyandırıp zemherinin soğuğuna maruz bırakma ve böylece çiçeklerinin ve meyvelerinin zarar görmelerini sağlama çabalarını, işte bahsi geçen “vurdumduymazlıkla” boşa çıkarmaktadır. İşte bu yüzden yere düşen nohut tanelerindeki emeğe dahi saygı gösterip onu satın alan halkın, cehaletinden dem vurmaktansa içindeki cevheri görüp o cevheri ortaya çıkarmak bizim asli görevimizdir.
Velhasıl halkı dışlayarak haktan bahsetmek abesle iştigaldir. Halkın cehaletine bakıp halktan ümit kesmek Allah’tan (c.c.) ümit kesmektir. Kalpler Allah’ın (c.c.) elindedir. İmam Humeyni’yi (r.a.) ve İslam İnkılabını idrak eden hiç kimse halktan kopuk olmayı ve halkı aşağılamayı kabullenemez. Halka dayanmayan hiçbir hareket ise asla başarıya ulaşamaz. Ve son söz yine Resulullah’ındır (s.a.a.) “Putlara tapmanın dışında, halkla cedelleşmekten men edildiğim kadar hiçbir şeyden men edilmedim.”
siyasetmektebi.com