GÜN DÖNÜMÜNE 25 YIL KALDI…

Sürekli geceye mahkum bırakılmış mazlumların umutları açmak için beklerken güneşi, ümmetin doğusundan doğan şafağın ışıkları vurmaya başladı gündüzü unutmuş gözlerin kan deryasında yüzen bebeklerine. Hem hayat bahşeden hem de cellat olan nurun değdiği her hüzün yeşillendi ümit oluverdi, her zulüm sarardı soluverdi insanlığın ilk anından itibaren savaş meydanına dönen yeryüzünde. Nice yurtları işgal edilmiş olan hakkın erlerinin yüreklerindeki kaygı deryasında oluşan tufanların, amansız dalgaların tam ortasında beliriverdi Nuh’un (a.s.) gemisi ve birer birer, çifter çifter tuttu ellerinden dehlizlere düşmek üzere olan mazlumların ve kanıksanmış yenilgiler ile öğrenilmiş çaresizliklere methiyeler düzenlerin kurdukları düzenler sarsıldı yine yeni bir muştu ile.
Yine sağır etti nalanların seslerini duymayanların kulaklarını yeni bir sayha ve yine tar-u mar etti “büyük planları” dünyalıklara yüz çevirenlerin giydikleri yırtık terlikle attıkları adımlardan dolayı oluşan deprem. Yine “kırdı çenelerini” sürekli hırlayanların, eli bir dağı yerinden söküp atacak kadar kudretli olanlar. Sürüyle saldırdıkları aslanın kükreyişiyle kaçıştı çakallar ve kendini darı ambarının sahibi sanan horozların bitti görkemli rüyaları. Kartondan kaplan olanların delindi cesaretleri bakışları mızrak olanların basiretleri ile. Güce tapanların güçleri tükendi sabrın azametini kuşananların karşısında. Saldırmaktan dem vuranların 25 yıl daha yaşayabileceklerine dair hayaller kurduğuna tanık oldu insanlar bugün ki o hayaller bile düştü suya boğulmak üzere. İlmek ilmek işlendi hakikat insanlığın hücrelerine ve karartılan kalplere sızan nur yok etti karanlığı önce zihinlerde sonra yüreklerde. Arınmış ruhların doldurduğu meydanlarda zincire vurulmaya başlandı şeytanlar. Bütün bu feryatlar bundandır işte.
Yokken kimsesi kimsesizlerin, boş buldukları alanda cirit atan zalimlerin her istediklerini istedikleri her an yapabilme özgürlüğünü kendilerine tanıdıkları için büyümüş olan kibirleri, dağları yaratamasa da Yaratan’a (c.c.) düşman olmayı süslemişti onlara ve Yaratan’a (c.c.) düşman olanların yaratılanlara zulm ile hükmetmesini kabullenmişti mazlumlar. Ellerinden bir şey gelmeyeceğini düşündüklerinden dolayı iki yana saldıkları elleri sadece el etek öpmek için harekete geçtiğinden, şükrediyorlardı ellerinin kesilmemesine ama çoktan çolak olmuştu o eller. Yumruk olmak için dahi birleşemeyen parmakların her biri tek tek kırılıyordu işkenceler ile ve her parmak sıra kendine gelmedikçe hissetmiyordu acıyı. Özerklik ilan ediyordu azası olduğu vücuttan organlar ve her organ bir diğerine düşman oluyordu o olmadan yaşayamayacağını anlayamadan. Böylece kolaylaşıyordu işi zulmün ve virüs olarak sızdığı her hücreyi ayrı ayrı yok ediyordu diğerlerini uyandırmadan.
Kendini övmekle meşguldu her aza, rengini, ırkını, dilini, mezhebini övmekle. Sırası gelenin feryadını duymamak için tıkıyordu kulaklarını her vurdumduymaz ve vücudun gücü tükeniyordu tefrika ile. Derman aramıyordu ki derdine hastalar arasınlar tabibi. Tabipler geliyordu ama dokuz köyün dokuzu bir oluyordu kovmak için. Artık sıhhate düşman idi hastalığın gecesinde gözleri körelmiş olanlar. Görselerdi Musa’yı (a.s.) “sen gelmeden önce rahattık” diyeceklerdi yine. İbrahim’i (a.s.) değil de Nemrut’u rehber edinenlerin dünyasında balta tutan eller put yapan ellerden tehlikeli idi ömürlerini adadıkları için boyun eğmeye. Atalarının gittiği yolun sonunu bilemeseler de gidiyorlardı o yoldan ve yolları çizenlerin en çok ta bu geliyordu işlerine. Ve aslında hastalandıklarını bilmeyenlerin acı çekmedikleri için bünyelerini teslim almış olanlar düşman oluyordu tabiplere ki onlar derman sunuyordu dertlere.
Bütün dertlerin sebeplerinin bir olup ta mazlumlara saldırdığı böyle bir dünyada bir Pir-i fani (r.a.) çıkıyordu ve anlatıyordu çareyi. Tanıtıyordu dostu düşmanı ve kaldırıyordu perdeleri hakikat güneşinin gönüllere girmesini engelleyen. Bir Pir-i fani (r.a.) çıkıyordu meydana tek başına ve bütün Firavunlara, Nemrutlara, Ebu Cehillere, Ebu Süfyanlara ve Bel’amlara meydan okuyordu. Bir elinde asa, bir elinde balta, yüreğinde Kur’an ve iman, zihninde bilinç, bakışlarında basiret, sözlerinde hikmet ile yıkıyordu somut ve soyut bütün putları, yıkıyordu sarayları, şahları, tesirsiz bırakıyordu en maharetli münafıkların zehirlerini, el öpenlerin dillerini kesiyordu hakikatin keskin kılıcı ile, farklılıkları yakıyordu şefkatin ateşinde. Saflaşıyordu insanlık içindeki pisliklerden kurtularak, saflaşıyordu mazlumlar safları sıklaştırarak. Beklenenin yaklaştığının haberini veriyordu ve “Allah’ın (c.c.) nimeti olan biraderini” veli ilan ediyordu tüm yeryüzünün içi yanmışlarına. Bir Pir-i fani (r.a.) kendinden sonraki zaferin tohumlarını ekiyordu şehitlerin kanlarıyla sulanıp bereketlenen topraklara ki o toprakların hasat mevsimi yaklaşıyordu artık.
Ve işte İmam’ın o nurlu yüzünde parlayan muştu dökülüverdi diline bu hasat mevsiminde. Zamanın başından beri beklenen günün yaklaştığını öğrendik zamanın sonunu idrak ettiğimizi düşündüğümüz bu günlerde. Hiç bir parıltıya izin vermeyen karanlığın hükmünde yaşarken öğrendik gün dönümünün yaklaştığını ve en uzun geceyi yaşayan insanlığın bundan sonra hiç bitmeyecek gündüze en geç 25 yıl içinde kavuşacağının müjdesini aldık dilinden hakikatten başka bir şey duymadığımız İmamdan. “Kader savaşına” hazırladığı ümmeti o savaşın sonucundan da haberdar eden İmamın sözüne iman ettik her hücremizle. Asırların yükünü sırtımızdan atacağımız günün özlemi kapladı yüreklerimizi ve sabır direncimizi bilese de sevincimiz sabrımızı zorlamaya başladı. Yakında “nasıl bir inkılapla devrileceklerini göreceklerinden” emin olduğumuz zalimlerin “Allah’ın nurunu tamamlayacağına” şahit olacaklarını bilmek, çektiklerimizin dermanı oldu adeta. Belki de ellerimizle, ellerini mazlumların kanlarına bulayanların iplerini çekeceğimiz anların yaklaştığını hissetmek, akan onca gözyaşının üzerine kurulu sarayların gözlerimizin önünde yerle yeksan oluşuna şahit olma ihtimalini düşünmek bile yüreklerimizde yanan ateşi dindirmeye yetti.
Evet, bunca zulme şahit olan insanlığın kurtuluşu için 36 yıl önce başlayan geri sayımın bitmesine en fazla 25 yıl kaldı. En fazla 25 yıl sonra son bulacak asırlardır süren bu hüzün. En fazla 25 yıl sonra yerin dibine geçecek bir daha dirilmemek üzere saltanatlar, tağutlar, zalimler, münafıklar. Büyük şeytan olmayacak 25 yıl sonra, siyonizm olmayacak. Kan ve gözyaşının kaynağı kuruyacak, açlığın, yokluğun, yoksulluğun kaynağı kuruyacak. Sınırlar olmayacak 25 yıl sonra, ittihat tefrikaya galebe çalacak ve bütün insanlık insaniyet mektebinde birleşecek. Doğu ve batı ayrımı kalkacak, beyaz ve siyah ayrımı gibi. Doğunca güneş ısınacak bütün insanlık hiçbir ayrım gözetmeksizin ki değersizleşecek haktan başka bütün değerler. Yeter ki anlayalım İmamı, yürüyelim yolunda. Yeter ki omuzlanalım yükünü elimizden geldiği kadar. Pay sahibi olmaya çalışalım vaad edilen zaferde ki ortak olabilelim sevince. Bu muştu hepimizeyse sorumluluğu da hepimizindir zira.
Öyleyse daha bir hevesle atmalıyız adımlarımızı daha kararlı daha hızlı olmalıyız ulaşmak için hedefe. Küçümsemeden varlığımızı belli etmeliyiz safımızı ki hem kendimizi hem çevremizi kurtarabilelim insanlık düşmanlarının ellerinden. Susup oturalım diye verilmedi bu müjde bizlere. Hedef gösterildi sadece. Kurtuluşu istiyorsak hangi yöne bakmamız gerektiğini belirtti İmam ve ne yapmamız gerektiğine değindi yine. İslam İnkılabının başını çektiği bu kervan çoktan düştü yollara ve ilerliyor hiç durmadan hedefe. O halde durmak yakışmaz bize. Susmak, oyalanmak yakışmaz. Planları bozan planın bir parçası olmak için çırpınmaktır görevimiz. Yazabiliyorsak yazmak, konuşabiliyorsak konuşmak vazifemizdir boş bırakmamak için cephemizi. Kardeşlerimiz verirken canlarını 25 yıl sonra mazlumlar hayat bulabilsin diye, gayret etmek borcumuzdur hem İmamımıza hem imanımıza.
25 yıl sonra olsak da olmasak da, zaferi görsek de görmesek de artık eminiz ki ahir zamanın müminleriyiz ve bizler hakkın zuhuruna şahit olanlardanız. O halde “kahrolsun siyonizm”, “kahrolsun zulüm”dür tek sloganımız, “Lebbeyke ya Hamaney”dir tek şiarımız…
siyasetmektebi.com